Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İlhami Güler “Kişi kültüne körü körüne kesin bağlılıktan kurtulmanın yolu hasbi/samimi olmak kadar, eleştirel olmaktır” diyor.
Niyetin samimi olması anlamında ihlas, dinde/İslam’da önemli bir ilkedir. Bundan dolayı Sünnîlik “İnneme’l-amelü binniyet=Ameller, niyetlere göredir” hadisini (Buhari- Sahih. Hadis no:1) şiar edinmiştir. Bu ilke, dindarlık için gerekli bir şarttır; ancak, yeterli değildir. Yeterlilik şartı ise, yine bir Buhari hadisine göre: “İnneme’l-umuru/amelü bi’l-havatim= Ameller, sonuçlarına göredir.” (Buhari-Sahih. Hadis no: 6493). Yani samimiyetle de olsa, yapılanların, edilenlerin sonuçları, dinin temel ilkeleri ile mütenasip ve maslahata uygun olmalıdır. Çünkü samimiyet, cehaletle birleşince, dinin asla kabul edemeyeceği kötülükler/felaketler, dindarlar tarafından gözünü kırpmadan –hem de aşkla-şevkle- rahatça işlenebilir. İslam’ın erken döneminde patlak veren iç savaşta (“Büyü Fitne”) tarafların birçoğunda samimiyetten ziyade, kabile-ganimet saikli ihtiras ve ihanet etkin olsa da; Hz. Ali ve Hariciler, bunun dışındadır. Onlar, herkesin kabul ettiği gibi, son derece samimi dindarlar idiler. Hz. Ali, kararlarının ve eylemlerinin sonuçlarını da hesaba katıyordu; ancak, Haricilerin samimiyetleri, cehaletleri ile birleşince, ortalığı kan gölüne çevirdiler. Hz. Ali’yi bile “kâfir” olduğu gerekçesi ile öldürdüler. Benzer bir durum, ortaçağlar boyunca Kilise tarafından işlenen cinayetlerde de mevcuttu. Örneğin: Aziz Bartholomew katliamında Katolikler, “Allah rızası için” bir gecede otuz bin Protestan öldürdüler. Ahlaki ve maslahata uygun kararlarda “ısrar etmek” ile kötülük, zulüm, zarar…doğuracak kararlarda “inat etme”nin farkını doğuran kibir ve cehalettir.
1- SAMİMİYETİN TEHLİKELİ BİLEŞKELERİ
a- Cehalet durumu
Kur’an’da cehaletinin farkında olmadan kendilerini doğru sanan kişilerin örneklerine yer verilir. Bunlar, hevasını yani başıboş arzularını, keyfini, hayvanlık durumunu, tembelliğini ilahlaştıran yani onu nihaî hakikat/doğruluk/hüküm verme kriteri yapanlardır (25/43). “Onlara: “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde; “Biz, sadece ıslah edicileriz” derler. Dikkat et; onlar, bozguncudurlar; fakat kendileri bunun şuurunda/farkında değildirler.” (2/71). “Sana amellerinde en büyük zarara uğrayacakları haber vereyim mi? Onlar, bütün çabaları, dünya hayatı peşinde koşarken heba olmuş kimselerdir. Fakat kendilerine sorsan, iyi ameller yaptıklarını söylerler.” (18/103-104). Firavun, Hz. Musa hakkında şöyle demişti: “Ben, onun, sizin dininizi değiştireceğinden ve yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.” (40/26). Firavun, halka: “Ben, size kendi görüşümü söylüyorum; sizi doğru yola götürüyorum.” Demişti (40/29). “Cahilin sofusu, şeytanın maskarasıdır.” sözü, tam da bu tip kişileri tasvir eder.
b- Kör-inanç/dogma/taklit
Dinlerini mezheplere bölüp sonra da ona kör-inanç ile kesin ve samimiyetle bağlananların durumu böyledir. Kur’an, böyleleri hakkında şöyle diyor: “Dinlerini kendi aralarında param parça ettiler; her mezhep de, kendi görüşünden son derece emindir.” (23/53). Yahudilerin dinlerini yorum yolu ile tahrif edip, sonra da kendilerinin samimiyetle doğru yolda sanmalarını, Kur’an şöyle eleştiriyor: “Onlara deki: “Eğer iman ediyorsanız; imanınız, size ne kötü şeyi emrediyor?” (2/93).
c- Toplum-tarih-gelenek
Toplumsal vicdan, kamuoyu veya “Süper Ego (S. Freud)”, bireysel samimiyetin kolayca kendini eklemlediği yapıdır. Kur’an, inzal olmaya başladığında böylesi katı-muhafazakâr bir yapı ile karşılaşmıştır. Kur’an, onlardan, Allah’ın onları yaratışta her birine verdiği vicdan kapasitesini (30/30, 91/8) kullanarak hidayete ermelerini istediğinde, onlar: “Hayır, atalarımızı üzerinde bulduğumuz değerlere uyarız” (2/170); “ Atalarımızı üzerinde bulduğumuz değerler, bize yeter.” (5/104); “Kötü bir fiil işlediklerinde: “Atalarımızı böyle yaptığını gördük” (7/28) dediler. Kur’an ise, Müminlere şunu önerdi: “De ki: “Eğer imana karşı küfrü tercih ediyorlarsa; babalarınızı, oğullarınızı, kardeşlerinizi, eşlerinizi, hısım ve akrabalarınızı… dost edinmeyin.” (9/23). Samimiyetle: “büyüklerimize ve ileri gelenlerimize uyduk” diyenlerin mazereti, kabul edilmeyecektir (33/67).
2 - GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASINDAN VE TÜRKİYE'DEN ÖRNEKLER
Yukarıda serdettiğimiz samimiyetin muhtemel tehlikeli bileşenleri aynıyla İslam dünyasında mebzul miktarda mevcuttur. Politik ihtiraslar, dindarlık maskesi ile kendini ortaya koyduğu gibi; samimiyetin cehaletle, kör-inançla, tarihsel/toplumsal gelenekle birleşmesi, bin bir çeşit olarak arz-ı endam etmektedir. Taliban, Boko-Haram, İŞİD ve FETÖ bunların en meşhurlarıdır.
15 Temmuzda darbe girişiminde bulunan “The Cemaat” nam-ı diğer “Hizmet Hareketi”, -yaygın olan kanaatin aksine-, İslam dinine, Türkiye’ye ve Türk toplumuna karşı taammüden girişilmiş bir “ihanet” değil; muhayyel bir dava için kör samimiyetin cehaletle birleşmesinin doğurduğu bir felakettir. Tıpkı “Hariciler”de olduğu gibi. Bu amel/olay, “inneme’l-a’melü bi’n-niyet” hadisine göre ortaya çıkmıştır; sorumluluğun diğer yarısı olan: İnneme’lumuru/a’malu bi’l-havâtım” hadisi dikkate alınmamıştır. Fetullah ve ona mutlak itaat edenler, Ak Parti ile ilişkilerinde; ABD ve CIA ile iş tutuklarında- işbirliği yaptıklarında; soru çaldıklarında; masum insanlara kumpaslar kurduklarında; siyaseti, “Takiyye” (kumpas, kurnazlık, kandırma, gizlilik, ikiyüzlülük, pusu, dolap çevirme…) olarak icra ettiklerinde; kendilerine göre, mevhum nihai gayeleri olan “Allah rızası” ve “İslam’ın muzafferiyeti” için bunları yapıyorlardı; Osmanlıya karşı Yunanlıların, Bulgarların ve Sırpları yapmış oldukları gibi, Türk milleti ve Türk devleti “yok olsun” diye değil. Bunlar, içimizden birileri idi. Bu hareket, mevhum idealleri uğruna ve kör samimiyetle onbinlerce Anadolu çocuğunu(kendi deyimleri ile “Kardelenler”), ABD-CİA’ya gönüllü-parasız hizmetçi yaptığı gibi; hatırı sayılır bir sermayenin, ülke dışında heba olmasını intaç etmiştir.
Mistik aşk meşrebinde olanların politik akılları mefluç olduğu için, her türlü güç ile ilişkiye girmekte ve hatta “ajanlık” yapmakta dahi bir beis görmeyebilirler. Nitekim Fetullah, Allah’ın, ABD’yi kendi emrine verdiğine inanıyordu (Said Nursi’den geliyor olmalı). Allah aşığı Mevlana hazretleri de (Allah’a âşık olunmaz; ancak saygı duyulur), Moğollara ajanlık yapmakta bir beis görmemiştir. Kur’an’ı iyi tanıyan İbn Teymiye ise, Moğollara karşı cihat fetvasını yayınlamıştı. FETÖ’nün, Ak Partiye/Erdoğan’a/meşru hükumete “ihanet” ettiği, taammuden onu iktidardan düşürmeye çalıştığı doğrudur. Çünkü onların içtihadına/inancına (kötü/yanlış zannına) göre, hükumet, “yanlış” yoldaydı ve onların mevhum ‘Yüce Dava’larına ayak bağı oluyordu: “Bir ipte iki cambaz oynayamazdı.”
FETÖ, Kişi kültüne bağlı, dinsel motivasyonlu politik hareketlerin ne tür felaketler doğurabileceğine dair iyi/kötü bir örnektir. Bunun yerine şuranın, demokrasinin, kuralın, kurumun, hukukun, konsensusun ve daha da önemlisi, politikada kamusal maslahat, makuliyet ve ahlak dili yerine, aleni “din diline” başvurmamayı öğrenmeliyiz artık.
İlişkilerde samimiyet, karşılıklı/bakışımlıdır, simetriktir. Uyanık/uykusuz, tetikte olmak ve gözünü dört açmak zorunludur. Diğer türlü, sonuç “kandırılma”dır yani felakettir. “Allah, affetsin” duası, mazeret olamaz. Fetö olgusunun ve darbe girişimi olayının sebepleri üzerine düşünme yerine; gelecekteki muhtemel sonuçlarını hesaba katarak: “Bu, Allah’ın bir lütfudur” yorumunu yapmak, doğru değildir. Şura/Demokrasinin (çoklu-akıl, icma, müzakere, oydaşma, konsensüs) fazileti, böyle durumlarda ortaya çıkar.
Kör samimiyeti, -sonuçları bakımından ihanetten daha ağır olan- bir“felakete” dönüştüren “The Cemaat”ın psikanalizini, Erich Fromm, şöyle ortaya koyar: ”Bir kişinin, içinde yer aldığı grubu/cemaati/kümeyi/partiyi eleştirel bir gözle değerlendirebilmesi için, ensest türü bağlarını koparmış olması lazımdır. İster ilkel kabilevi, ister ulusal/milli, isterse de dinsel yapıda olsunlar, toplulukların çoğu, kendi varlıklarını sürdürmek ve önderlerinin gücünü yüceltmek isterler. Üyelerini, grup/cemaat dışında yer alan ve kendileri ile çatışan başkalarına karşı ayağa kaldırmak için, üyelerinin doğasında var olan ahlak duygusunu sömürürler. Ama bir yandan da, üyelerinin ahlak duygusunu ve yargılama yeteneğini boğmak için, kişiyi kendi grubunun ahlaksal tutsağı durumuna getiren ensest türü bağlardan yararlanırlar. Böylece, kişiler, ahlak ilkeleri başkalarınca çiğnendiğinde, şiddetle karşı çıkarlarken; aynı ilkelerin, kendi gruplarınca çiğnenmesine ses çıkarmaz duruma gelirler. Bütün büyük dinlerin, bir din bürokrasisince yönetilen kitlesel kurumlar haline gelir gelmez, özgürlük ilkelerini çiğnemeleri ve saptırmaları, bu dinlerin bir trajedisidir. Dinsel örgütlenme ve bu örgütlenmeyi temsil eden insanlar, bir ölçüde ailenin, kabilenin ve devletin yerini alırlar. İnsanı özgür bırakmak yerine, tutsak ederler. Artık Tanrıya değil, onun adına konuştuğunu iddia eden (kişiye ve) topluluğa tapınırlar. Bütün dinlerde bu durum yaşanmıştır.” (Erich Fromm, Psikanaliz ve Din. Çev: Şükrü Alpagur. İst. 1990. s.82)
3 ÇIKIŞ YOLU
Ölü veya diri karizmatik kişi kültüne körü körüne kesin bağlı olan dinsel yapılarda yukarıdaki durumlar kaçınılmazdır. Bundan kurtulmanın yolu, hasbi/samimi olmak kadar, muhasibi (eleştirel) olmaktır; yaptığımız fiillerin muhtemel sonuçlarını, -kılı kırk yararcasına- hesaba katmaktır. İki Buhari hadisi ile birlikte amel etmektir. Cemaatlerin oluşması, “sosyolojik” olarak eğer zorunlu/kaçınılmaz ise; FETÖ benzeri örneklerde olduğu gibi, başka felaketlerle karşılaşmamamız için, üyelerin/müritlerin/müntesiplerin, Allah’ın emrettiği gibi, tetikte/teyakkuzda (takva sahibi) olmaları da, dinen zorunludur; farzdır. İhanetin karşıtı, terör saçan kör samimi bir gurubun takipçisi/taklitçisi olmak değildir. Feraset, cesaret ve itidal ile hareket etmek, takvanın ta kendisidir: “Ahlak yolu dardır; tetik bas, önü yar/uçurumdur.” (Z. Gökalp).