Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı E. Fuat Keyman, Rusya'nın saldırısının yaratacağı sonuçlara ilişkin değerlendirmede bulunuyor.
Doğru: Amerika’nın ve NATO’nun, Ukrayna ve Gürcistan’ı üye yaparak Rusya’yı çevreleme ve sıkıştırma kararı hatalıydı.
Doğru: Amerika ve NATO, dış politika uygulamalarında ve dünyaya bakışlarında emperyalist ve hegemonya temelli hareket ederler.
Doğru: 2001, Irak’ın işgali ve sonrası Libya ve Suriye politikaları, bu emperyalist ve hegemonyacı anlayışın ürünleridir.
Doğru: Amerika’nın, gerek 15 Temmuz darbe girişimine tepkisi, gerekse, Irak-Suriye politikaları sorunlu, çıkar temelli ve Türkiye ile ilişkisini bozacak niteliktedir.
Fakat, bu nedenler ve nesnel olgular, Rusya’nın, tüm uluslararası normları çiğneyerek, 19.yüzyıl kimlik temelli yayılmacı (irredentalist) anlayışlarını canlandırarak, egemen bir ülkenin varlığını yok sayan ve tarihten silen bir söylemi dile getirerek, nükleer santralleri bombalamaya kadar giden, büyük bir insan trajedisine yol açan, yaşamı yok eden ve yeni bir dünya savaşı riskini ortaya çıkartan Ukrayna’yı işgal ve savaş kararını ve uygulamasını haklı çıkartamaz.
24 Şubat’ta başlatılan ve bugüne kadar bir ülke de büyük bir yıkıma yol açan bu savaş, Batı emperyalizmi eleştirisinin ötesine giden ve sadece hegemonya, güç, çıkar, devlet güvenliği kavramlarıyla da açıklanamayacak bir nitelik kazanmıştır.
Ukrayna savaşı, bir taraftan sayıları iki milyonu geçen mülteci sorununu, ve insanların, canlıların, doğanın, dolayısıyla yaşamın tüm boyutları içinde yıkımını, diğer taraftan da, II. Soğuk Savaş ve III. Dünya Savaşı riskini ortaya çıkartmaktadır.
Bu bağlamda şu saptamayı yapabiliriz: 24 Şubattan bugüne yaşadıklarımız, uluslararası ilişkiler ve dünya siyasetinde yeni bir dönemi başlattı. Aynı zamanda, küresel ısınma/iklim değişikliği-salgın-eşitsizlik-yıkıcı kutuplaşma sorunlarının tüm dünyayı çok ciddi bir belirsizliğe ve riske savurduğu bir dönemde başlatılan ve bir ülkenin ve yaşamın yıkımını amaçlayan bu savaş, geleceğe karşı güvensizliği, korkuyu ve tedirginliği daha da yaygınlaştırdı ve derinleştirdi, dünya savaşı ve yaşamsal kıyamet olasılıklarını güçlendirdi.
Bu nedenle, “Putin’in Ukrayna Savaşı”, son dönemde yaşadığımız Irak, Suriye, Libya işgalleri ve savaşlarından farklılaşıyor: jeopolitik, siyasi, ekonomik ve yaşamsal sonuçları ve etkileri açısından tüm dünyanın tek gündem maddesi olurken; daha da önemlisi, dünya siyasetinde yeni bir dönemi başlatıyor.
Jeopolitik ve siyasi sonuçlara kısaca maddeler halinde bakalım.
JEOPOLİTİK SONUÇLAR
Bu savaşın dünya siyaseti ve uluslararası ilişkilerde en az 6 kırılma yaratarak jeopolitik düzlemde yeni bir dönemi başlattığını söyleyebiliriz;
Birincisi, uluslararası güvenliği düşünürken, Batı-Rusya ya da Avrupa-Rusya ilişkilerinde Rusya’yı da içine alan bir “güvenlik mimarisi” ve “stratejik vizyon” anlayışı tümüyle bitmiş oldu;
İkincisi, başta Avrupa Güvenliği olmak üzere, Batı’nın ve küreselleşen dünyanın güvenliği “Rusya karşıtlığı” temelinde konuşulmaya başlandı;
Üçüncüsü, NATO ve AB, hem kendi içlerinde hem de dünya siyasetinde yeniden canlanma ve etki ve güç kazanma sürecine hızla girdiler;
Dördüncüsü, Amerika-Avrupa Atlantik ittifakı “Avrupa odaklı” şekillenmeye başladı;
Beşincisi, Almanya, İsveç gibi özel örnekleri de kapsayacak şekilde askeri “sert güç” ve büyük güçler arası “ittifaklar siyaseti” uluslararası ilişkilerde canlandı; ve,
Altıncısı, yaptırımlar, caydırıcılığın ya da etki artırımın gerisinde, “ekonomik savaş silahı” olarak düşünülmeye ve kullanılmaya, uluslararası ilişkilerde de, “ekonomik savaş silahı olarak yaptırımlar” kavramı kullanılmaya başlandı.
SİYASİ SONUÇLAR
Siyasi düzlemde en az üç önemli kırılmanın ortaya çıkabileceğini söyleyebiliriz:
Birincisi, sadece ülke yönetiminde değil, güvenlik alanında da, denge ve denetleme sisteminin ve demokrasinin önemi tekrar anlaşıldı. “Putin’in savaşı” nitelemesi, denge ve denetleme sistemi olmayan bir yapıda otokrat bir liderin, nükleer silah kullanma dahil, bir ülkenin ve yaşamın total yıkımına yol açabilecek savaş kararını alabileceğini bize gösteriyor. Bu bağlamda, Putin’in savaşı, demokrasinin yeniden güçlenmesi dönemini başlatabilir, otokrat liderler ve otoriterleşme dalgasını bitimini hızlandırabilir;
İkincisi, demokrasiden sapan ve otoriterlik tercihi içinde olan ve AB üyeliği içinde bağımsız hareket etmeyi tercih eden Polonya gibi ülkeler başta olmak üzere, özellikle “post-sovyet” ve Rusya’ya sınır ülkeler, bu tercihin Putin Rusya’sına karşı kendilerini kırılgan ve güvensiz yaptığını gördüler; güvenlik-demokrasi ilişkisinin/dengesinin önemini anladılar. Bu ülkeler, AB ile ilişkilerini güçlendirme ve “demokrasi-ekonomi-güvenlik-iklim dörtgeni”nde hareket etme eğilimine girdiler. Avrupa Güvenliği ve AB’nin yeniden canlanmasında, demokrasi-güvenlik dengesi giderek önem kazanacak görünüyor;
Üçüncüsü, Putin’in savaşı, küresel ısınma ve iklim değişikliği sorunlarının tüm yaşamı yıkıma götürme sürecine karşı ulusal-bölgesel-küresel-yerel düzlemde “yeşil mutabakat” yönünde hareket etme kararlarının alındığı ve BM’ye bağlı “Hükümetler arası İklim Değişikliği Raporu”nun (IPCC) bu yönde davranma için acil çağrı yaptığı bir dönemde başladı. Ukrayna işgali, sadece ülke ve insani güvenlik alanında değil, tüm canlıları, doğayı ve gezegeni içeren “yaşamsal güvenlik” alanında da total yıkım riskini ortaya çıkarttı. Bu noktada ciddi bir ikilemle de karşılaştık: işgal, bir taraftan yeşil mutabakatın önemini ortaya çıkartırken, diğer taraftan da, enerji-ekonomi ilişkisinde kriz yaratarak, hükümetlerin fosil yakıtlar ve nükleer enerji tercihi yapmaları riskini güçlendirdi. Bu ikilemin nasıl çözüleceğini bugün bilmiyoruz.
TÜRKİYE'NİN TERCİHİ
Putin’in Ukrayna şavaşından en fazla etkilenecek ülkelerin arasında Türkiye’de var. Türkiye, hem jeopolitik, hem ekonomik, hem de siyasi olarak bu süreçten etkileyecek.
İki olumlu gelişmeyi izliyoruz:
Türkiye, Çin, İsrail, Fransa ile birlikte, sahadan masaya dönülmesi, diplomasi ve uzlaşmanın ön plana çıkartılması, yaşamsal yıkımın durması için “arabuluculuk” yapan dört ülke içinde yer alıyor.
Türkiye’nin arabuluculuk çabası çok önemli ve giderek uluslararası toplumda takdirle karşılanıyor.
Sadece Antalya’da, Ukrayna ve Rusya Dışişleri Bakanlarını bir araya getirime (sonuç çıkmasa da, bir ilk olarak), Rusya ve Ukrayna Devlet Başkanlarıyla sürekli iletişimde olma, bu iki liderle konuşabilme değil; aynı zamanda, İsrail, Yunanistan, Almanya liderlerinin Türkiye’ye gelmesi de, Türkiye’nin Ukrayna’da çatışma çözümünden uzlaşmaya geçiş için önemini arttırıyor.
Türkiye, aynı zamanda da, Amerika-Rusya, NATO-Rusya, Avrupa-Rusya ve Ukrayna-Rusya ilişkilerinde “denge politikası” izliyor. Bu, kolay değil ama gerekli. İşgal uzadıkça ve bölgeselleştikçe (örneğin, Suriye’ye da sıçrarsa) daha da zorlaşacak bir politika.
Batı ile ilişkileri çok bozuk olan, demokrasiden otoriterleşmeye geçen, ekonomik kriz yaşayan Türkiye’nin, dengeyi nasıl kurabileceği üzerine işgal uzadıkça daha da zorlaşacaktır.
Ama bugün için, “arabuluculuk-uzlaşma” ve “denge” politikaları doğru.