Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Şervan Gökhan “Tıbbın birtakım sektörler eliyle kişilerin yaşamında bu kadar fazla söz sahibi olması, bireyin sağlık noktasında tüketici olarak konumlanmasına yol açmıştır” değerlendirmesinde bulunuyor.
17’nci yüzyıldan itibaren giderek artan düzeyde tıbbi buluşun ortaya çıkması ve özellikle 19’uncu yüzyılda tıp alanındaki bu buluş ve gelişmelerin insanların yaşamlarını doğrudan etkilemesi tıbbın güçlenmesine, din ve hukuk gibi toplumsal yaşamda tartışılmaz bir otorite haline gelmesine neden olmuştur. Toplumlarda tedavi eden pozisyonu ile otorite olan hekimlerin bu süreç boyunca artan tıbbi bilgiyi tekellerine alması, yaklaşık bir asırdan daha fazla süre boyunca insanların sağlığı ve ek olarak sağlık sistemleri üzerinde mutlak otorite sahibi olmaları sonucunu doğurmuştur.
Hekimin hasta üzerindeki otoritesi bilgisinden kaynaklanmakla beraber, hekim ile hasta arasındaki ilişki karşılıklı güven temeline oturmuş bir ilişkiydi ve arada günümüzdeki gibi sağlık endüstrisi, yoğun bürokratik baskı, siyasallaşan sivil toplum/meslek örgütleri ve medya başta olmak üzere birçok faktör bulunmuyordu. Günümüzde ise hastaların bilgiye ve sağlık sistemlerine daha kolay ulaşımı ile beraber hedef kitlesi sağlıklı veya hasta olması fark etmeksizin tüm insanlar olan sağlık endüstrisinin sistem üzerinde ana aktörlerden biri haline gelmesi, hekimliğin tarihsel otoritesini yerinden oynatmış durumdadır.
Hekimlerin bu tarihsel süreçte edindiği otorite, yerini büyük ölçüde sağlık endüstrisi ve onunla ilişkili olan yeni sektörlere bırakmıştır. Bu sektörler ellerindeki gücü kullanarak toplumsal sağlık algısını etkilemekle kalmayıp, meslek içi davranış kalıplarının değişiminden tutun ülkelerin sağlık politikalarının şekillendirilmesine kadar birçok alanda hâkim pozisyona gelmişlerdir. Oyun kurallarının sil baştan yazılmasını sağlayan bu yeni aktörler, hekimlerin aslında var olmayan ama varmış gibi görünen sanal otoritelerinin arkasında tüm süreçlerin yönetilmesinde yer almaktadırlar.
Son 50 yıldan bu yana neredeyse tüm dünyada sağlık sektörünün piyasa öncülüğünde dönüşümler geçirmesi, birçok ülkede endüstrinin sağlık sistemlerini hükümetler ile beraber değiştirebilme gücüne erişmesi ve bu gelişmelere paralel olarak özellikle gelişmekte olan ülkelerde Dünya Bankası kaynaklı sosyal yardım ve sağlık yardımı projelerinin hayata geçirilmesi, sağlık sistemlerini ciddi manada dönüştürmüştür. Yaşanan bu süreç, sağlık politikalarının piyasa temelli şekillenmesine ve sağlık hizmetlerinin önleyici/koruyucu pozisyondan daha çok tedavi edici pozisyonlara evrilmesi ile sonuçlanmıştır.
MEDİKALİZE EDİLEN TOPLUM VE BİREY
Özellikle son 50 yılda piyasanın etkin aktörlerinden biri olan sağlık endüstrisi, yukarıda belirtilen gruplardan en etkini olarak ön plana çıkmıştır. Sağlık endüstrisi, hükümetlerin sağlık politikaları ve bireylerin sağlığa dair tutum ve davranışlarını dolaylı veya doğrudan yollardan etkileyen en önemli güç haline gelmiştir. Bu durum, Deniz Sezgin’in Tıbbileştirilen Yaşam, Bireyselleştirilen Sağlık adlı kitabının başlığında dikkat çektiği gibi toplumun medikalize edilmesi ve yaşamın tıbbileştirilmesi ile sağlıklı olma ve kalma sorumluluğunu bireyselleştirerek insan beden ve zihnini birer meta haline getirmiştir. Sağlık, hemen her bireyin imkânları doğrultusunda maddi harcama yapmaktan kaçınmayacağı bir alan olduğundan, endüstri/kapitalizm kendisine bu alanı ana hedeflerden biri olarak seçmiştir.
İnsanların bireysel farklılıklarının çeşitlilik olarak görülmesinden öte adeta düzeltilmesi gereken fazlalıklar olarak görüldüğü günümüzde bu durum, gündelik yaşamımızın normalleri arasına girmiştir. Gerek sosyal medya gerekse geleneksel medyada zihinlere sürekli olarak başarılı olma, dikkati çekme, fiziksel güzellik ile kusursuzluk fikri pompalanmaktadır. Bu motivasyonların kesişim noktasının da sağlıklı olma mottosu olduğu büyük çoğunluk tarafından kabul edilmiştir.
Bir yandan insanların sağlıklı yaşama koşullarını oluşturamayan kamusal sistemler, öte yandan sürekli bir bilgi/mesaj bombardımanı ile sağlıklı olmayı öneren endüstri arasında sıkışan günümüzün aşırı bireyselleşmiş, sürekli bir koşuşturma ve rekabet halinde olan ve kronik stres düzeyleri atalarına göre çok yüksek seyreden bireyler ve bedenleri, kapitalizmin sağlık endüstrisi açısından en temel hedefi haline gelmişlerdir. Küçük bir azınlığın dışında, içinde yaşadığımız toplumlarda bu durumu yaşamayan neredeyse yok gibidir.
Durduğu an geri kalacağını düşünen bireyler, yaşamın tıbbileştirildiği bir ortamda tam da endüstrinin istediği kıvama gelmiş olup sonrasında ortaya çıkan sağlıklı olma hali saplantısı da kapitalizm açısından bir maddi değere dönüşmektedir. Sağlıklı olma hali, insanı hem fiziksel hem de psikolojik olarak iyi hissettiren bir durumdur. Bununla birlikte saplantılı bir şekilde sağlıklı bir yaşamı çevresel tüm faktörlerden soyutlayarak oluşturmaya çalışmak kişinin tüm yaşamını ele geçirebilmektedir.
HASTA DEĞİL MÜŞTERİ
Tıbbın birtakım sektörler eliyle kişilerin yaşamında bu kadar fazla söz sahibi olması, bireyin hasta olsun ya da olmasın sağlık noktasında tüketici olarak konumlanmasına, sağlıkta kışkırtılmış bir talep patlamasına ve bunun sonucunda yeni ve devasa bir pazar oluşmasına yol açmıştır. Endüstri, insanların sağlık ile ilgili kaygılarını tıbbın otoritesi ve bilgisinin gücü ile birleştirerek stratejisini oluşturmuştur.
Hekimlerin bilerek veya bilmeyerek yaşamın kendisinin tıbbi bir formasyona bürün(dürül)mesine ciddi manada katkı sunmasının örnekleri hemen her an insanların yaşamına etki etmektedir. Bu konuda birkaç örnek vermek gerekirse; yaşamın olağan süreçlerinin hastalık olarak tanımlanıp dönüştürülmesi, endüstrinin en önemli hedeflerinden biri haline gelmiştir. Medikalizasyonun en rahat uygulanacağı alan insan bedenleri olup uygulanan, endüstri tarafından bireyin kendi bedeni üzerindeki hakimiyetini zayıflatıp son kertede belirlenen kalıplara bu bedenleri sokmak olarak tasarlanmasıdır. Bu bağlamda kadın bedeninin farklı kaygılar üzerinden tıbbileştirilmesi erkek bedenine göre endüstri açısından daha kolay gerçekleştirilebilir bir hedef olarak gözükmektedir. Bu konuya verilebilecek en çarpıcı örneklerden biri, fizyolojik bir süreç olan normal doğum yerine cerrahi bir yöntem olan sezaryen ile doğumun endikasyon dışı bir şekilde yaygınlaşmasıdır. Yine ayda bir kez tekrarlanan kadınların adet dönemi neredeyse bir hastalık olarak tanımlanmakta ve bu sürecin görece daha sorunsuz geçirilmesi yönünde birçok ürün pazarlanmaktadır. Bir başka örnek menopoz döneminin yine fizyolojik bir süreçten çok medikal olarak müdahale edilmesi gereken bir dönem olduğu ve yıllarca faydası tartışmalı olan birçok ürünün kadınlara pazarlandığı hafızalardaki yerini korumaktadır. En ufak bir can sıkıntısının bile neredeyse antidepresan kullanma gerekçesi haline gelmiş olması, endüstrinin büyük bir başarısıdır. Bir diğer örnek cinsel işlev bozuklukları için erkeklerde kullanılan ilaçların nerdeyse artık tüm sağlıklı bireyler tarafından kullanılmasının teşviki ve kullanılması olmuştur.
Bu örneklerden de tahmin edileceği üzere normal fizyolojik süreçlerin medikalizasyonu milyarlarca dolarlık devasa bir endüstrinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
KAMUSAL SORUMLULUĞUN KAYBI
Tıbbın açık bir biçimde kullanıldığı bir diğer durum ise sağlık kavramının bireyselleştirilmesidir. Sağlıklı olma/kalma sorumluluğu tamamen bireye yüklenip sağlık bireyselleştirildikçe, sağlık ile ilgili tüm sorumluluk kişiye yüklenmektedir. Bu durum aynı zamanda sağlıklı toplum olma yolunda optimal düzeyde hizmet sunması gereken otoritelerin olayı bir bütün halinden sadece sağlık hizmet sunumuna indirgeyip diğer alanlardan geriye doğru çekilmeye başlamasına yol açmıştır. Bu süreçlerin sonunda muhtemeldir ki en temel insan haklarından bir tanesi olan sağlıklı olma ve bu şekilde yaşamını sağlıklı bir çevrede/toplumda sürdürme ise bir süre sonra imkânsız hale gelmeye başlayacaktır. Son tahlilde sağlığın iyilik hali normalde kamu ve bireyin kendi sorumluluğunda iken gelinen noktada kamu iyilik halini sadece sağlık hizmeti sunmaktan ibaret hale getirmiştir. Kamunun sağlaması gereken, sağlıklı çevre oluşturmadan tutun insanların düzgün beslenmesine kadar birçok alandaki sorumluluğun büyük kısmı, endüstri ve medya eliyle bireye yüklenmiştir. Hastalıkların ana nedeninin bireyin kendi davranışları ve bedenlerine karşı olan sorumluluklarını yerine getirmeyişi ile ilgili olduğu algısı oturtulmuştur.
Sonuç olarak tıbbın bu kadar göz önünde olması ve yaşamı domine edebilmesi aynı zamanda tıp dünyasını da açık hedef haline getirmekte, en ufak olumsuzlukta başta politika yapıcılar olmak üzere diğer birçok bileşenin yerine eleştiri oklarının tıbbın uygulayıcılarına yönelmesine neden olmaktadır. Sağlık ekonomisi başta olmak üzere sağlık ile ilgili birçok alanda tıbbın etkisi sadece uzmanlık alanları ile sınırlandırılmalıdır. Bu sınırlandırma yapılmadığı takdirde, durumun ülkelerin sağlık finansmanlarına getireceği ek yükün yanında ülkenin ve bireyin genel ekonomik durumuna negatif yönde ciddi etkilerinin olması kaçınılmazdır.
Tıp, sadece kendi alanında kaldığı takdirde saygınlığını koruyabilecek ve toplumsal sağlığın menfaatine olan işleri ortaya çıkaracaktır. Sağlık politikalarının oluşturulmasında halk sağlığını önceleyen, tıbbın kanıta dayalı önerilerini dikkate alan ve yine tıp dünyasının önemli aktörlerinden biri olduğu ama yanında sağlık ekonomistlerinden tutun sosyal politika uzmanlarına kadar farklı sektörlerin bir araya gelmesi ile bu politikalar oluşturulmalıdır. Tıp dünyasının, detaylarına yeterince hâkim olamadığı sağlık finansmanı, hukuku vs. gibi birtakım alanlara bulunduğu konum ve bilgi gücünden dolayı müdahil olması, daha fazla teknik detay gerektiren bu alanların ön plana çıkmasını engellemekte ve sistemin tıkanmasına yol açmaktadır. Bunun yerine tıbbın farklı alanlar ile çeşitli modeller altında düzgün bir iş birliği yaparak sorunları çözmesi, halk sağlığı yararına atılacak en büyük adım olmasının yanında piyasanın hem sağlık sistemleri üzerindeki tahakkümünü hem de toplumsal yaşamın tıbbileşme tehlikesini dizginleyecektir.
Yazının başında belirttiğimiz gibi tıp, hukuk ve din gibi zaman içinde otoriter bir formasyona dönüşmüş ama bu otoritesini değişen koşullar içerisinde başka bileşenlerle paylaşmıştır. Son olarak gelişmemiş ve gelişmekte olan toplumlarda her üç alanın da yaşamı denetleyen ve dikte eden rolünden vazgeçip yaşamı düzenleyen bir rol oynaması hem kendilerini hem de toplumları özgürleştirecek ve bu alanların aynı zamanda öz ve değerlerinin anlaşılmasına hizmet edecektir.
ŞERVAN GÖKHAN KİMDİR?
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim dalında öğretim üyesi olarak görev yapıyor. ‘Sağlık Politikaları’, ‘Afet Tıbbı ve Yönetimi’, ‘Sağlıkta Liderlik ve Yönetim’ alanlarında çalışmalar yürütüyor.