Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, toplumun değişik kesimleri arasında bir etkileşimi mümkün kılacak simgesel düzenden yoksun olduğumuzu dil getiriyor.
Dilbilimci Roman Jakobson dilin altı işlevinden birisi olarak “phatik iletişim”i (phatik communication) sayıyor. Kısaca “cevabını duyma beklentisi olmadan kibar sorularla kurulan yüzeysel iletişim” türüne karşılık gelir. Örneğin “nasılsınız?” sorusuna iyi olunsun veya olunmasın “sağ olun, iyiyiz, sizler nasılsınız?” cevabının verildiği konuşma bu türün tipik örneğidir. Konuşma taşıdığı içerikten bağımsız şekilde sadece bir teması, etkileşimi başlatmak için kullanılan sosyal kayganlaştırıcı olarak anlam ifade ediyor. Bu durum bize konuşmanın, konuşmanın içeriğinin ötesinde konuşmanın gerçekleştiği simgesel düzene dikkat kesilmemiz gerektiğini gösteriyor. Özneler arası mutabakatı gösteren ve esasında “phatik iletişim” vesilesiyle her bir aktöre yeniden hatırlatılan bu simgesel düzen konuşmanın içerdiği mesajın ötesinde kompleks bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Simgesel düzen içerikten bağımsız şekilde konuşmayı anlamlı ve mümkün kıldığına göre yüzeydeki tabakanın ötesine doğru bakışı kaydırmamız gerekiyor. Zira “ne var, ne yok?” sorusu dile geldiği an esas itibariyle uzlaşılan simgesel düzen nedeniyle gerçeklikten bağımsız şekilde ne tür bir cevapla karşılık bulacağı varsayılarak sorulmuştur. Bu mutabakat tartışma dışıdır ve insanlardan bu mutabakatın gereğini yapması beklenir.
“Nasılsınız?” sorusunu ciddiye alıp cevap vermeniz beklenmemektedir. Soru, doğru cevap alınmak için sorulmamıştır. Gerçekten cevap verildiğinde simgesel düzen üzerindeki uzlaşı sarsıntı geçirmeye başladı demektir. Zira belirtildiği gibi dile gelen soru gerçek bir karşılık bulmak için değil varsayılan cevap için dile gelmiştir. Mutabakat buradadır ve simgesel düzenin işleyişi de bu şekilde mümkündür.
Dilin işlevine ilişkin bir aktarım yapma niyetinde değilim. Kamusal dilimiz ve işleyimiz ile bu işlev, bu iletişim türü arasındaki yüzeysel benzerlikten hareketle bir kaç hususun altını çizmek istiyorum. Kamusal dilimiz ve işleyişimiz “phatik” olarak nitelenebileceği gibi daha genel anlamda “phatik” bir hayat sürdürdüğümüzü iddia etmek de mümkün. Jakobson dilin altı işlevinden birisi olarak “phatik iletişim”i ileri sürdüğünde olumsuz, eleştirel bir değerlendirmeden ziyade tanımlayıcı, çözümleyici bir teorik analiz yapıyordu. Dolayısıyla birbiriyle bağlantılı hatta bütünleyen işlevlerden birisi olarak “phatik iletişim” ile bizim kamusal dilimiz ve işleyişimiz arasındaki benzerliğin yüzeysel olduğunu ve yüzeysel benzerlikten hareketle altı çizilmesi gereken hususlar için araçsallaştırdığımı tekraren belirtmeliyim. “Phatik iletişim”de konuşmanın içeriğinin önemsiz olması konuşmayı anlamsız, gereksiz kılmıyordu. Çünkü buradaki işlev önemliydi ve anlamını uzlaşıyla kabul edilen simgesel düzenden alıyordu. Geldiğimiz noktada kamusal dilimiz ve işleyişimiz “phatik”imsi bir görünüm arz ediyor şüphesiz. Konuşmamız, işleyişimiz bakıldığında bir içerik taşıyor ancak bu içeriğin anlamlı, makul, mantıklı olduğunu söylemek pek mümkün görünmüyor.
Mantık-muhakeme bağları olmayan, keyfe keder bir dil var. Postmodern bir durumun “ne olsa gider” havasından etkilenmiş pürüzsüz, kayıtsız bir görünüm arz ediyor. Peki bu durumu “phatik iletişim”de olduğu gibi önemli ve anlamlı kılan bir simgesel düzenden bahsedebilir miyiz? Doğrusu buna hem evet hem de hayır demek gerekiyor sanırım. Evet ile başlayalım. Üzerinde uzlaşılan bir simgesel düzenden bahsetmek mümkün. Böyle bir düzen var ki bu tarz iş ve işleyiş var ve varlığını bir sıkıntı yaşamadan devam edebiliyor. Yani ortada içeriği ve içeriğinin şekli izaha muhtaç bir dilimiz ve ilişkimiz var ve bu var olduğuna göre bu dili ve ilişkiyi taşıyan bir mutabakat zemini var. Peki nedir bu? Bazen cevaplardan ziyade soruları sormamız yetebilir. Gerekli soruları gerekli yerde sorduğumuzda durumun açığa çıkması yönünde anlamlı bir mesafe almışız demektir. Türkiye’de insanlar neyin üzerinde mutabakat sağlıyorlar ki, ne tür bir simgesel düzen üzerinde uzlaşı gerçekleştirmişler ki, içeriği, işleyişi ve sonuçları bu olan bir dile ve ilişkiye razı hâle geliyorlar? Her türlü şeyin aynı kişiler tarafından aynı coşkuyla herhangi bir çekinceye mahal vermeyecek şekilde rahatlıkla dile geliyor, gelebiliyor olmasının bu geniş ve derin uzlaşı zeminiyle bağlantılı olduğunu söylemek mümkün.
Diğer taraftan hayır demek de çok mümkün. Konuşmamızdaki ve işleyişimizdeki kayıtsızlık ve keyfekederlik gösteriyor ki; bu tarz bir varoluş ancak dilini, hassasiyetini, simgesel düzenini yitirmekle veya bütün bunların zaten olmayışıyla ilgili. Simgesel düzeni olmayan veya çökmüş, çözülmüş bir hâlde olduğumuz için konuşmamız, işleyişimiz bu şekilde. Türkiye’nin anlamlı bir düzen oluşturamadığı, dar kliklerin, küçük cemaatlerin ötesine taşan çoğulculuğu, çelişkileri, gerilimleri bünyesinde barındıran ancak belirli bir bütünlüğü, uzlaşıyı da içeren bir topluma dönüşemediği dolayısıyla sağlıklı, işlevi olan bir dilden, bu dile ve işleve zemin teşkil eden bir simgesel düzenden yoksun olduğu tespitleri yeni değil. Türkiye girdiği derin krizle baş etme kabiliyetinden yoksun. Daha da kötüsü gittikçe derinleşen bu kriz karşısındaki yoksunluğunu tespit etmekten aciz ve bulunduğu hâlin sıradışı bir varoluş hamlesi olduğu iddiasında. Bir tür bilinç yitimi/şuur kaybı anlamına gelen bu iddia açıkçası bünyeyi teskin etmeye dönük savunma mekanizması, kendi hazin gerçekliğiyle yüzleşme cesaretsizliği olabilir ancak. Ne bir içeriği taşıyan ne de “phatik iletişim”de olduğu üzere uzlaşıyla kabul edilen bir simgesel düzene göndermede bulunan mevcut kamusal konuşma ve işleyiş durumun vahametini gözler önüne seriyor. Dilin işlevsizleştiği, savunma sistemimizin felç olduğu bir trans durumundayız. Gerçeklikle intibak kurma becerisi kaybolmuş, uyuşuk, efsunlaşmış vaziyetteyiz.
Yankı odalarını yansıtır şekilde “cemaat” içi konuşmaların gerçeklikle herhangi bir bağ, bağlantı aranmaksızın şiddetlendirilerek tekrar edildiği bir ortamda tarihle, hayatla anlamlı bir ilişki içinde olduğumuzu söylemek mümkün değil. Maruz kaldığımız saldırının büyüklüğüyle ilintili değil bu.
Varlığımızı rasyonel, ilkesel ve ahlaki bir duruştan, tepkiden yoksun bırakan ve bu özelliği dolayısıyla da maruz kalınan dış saldırıları ayrıca çarpan etkisiyle büyüten varoluş yitimiyle veya yokluğuyla karşı karşıyayız. Tam da bu yüzden işlevsiz, içeriksiz bir konuşmaya muhatabız, böyle bir işleyişin pençesinde can çekişiyoruz. Toplumun değişik kesimleri arasında bir etkileşimi mümkün kılacak simgesel düzenden yoksun olduğumuz gibi “cemaat”i, cemaat içini ayakta tutacak bir gidişattan da yoksunuz. Uçsuz bucaksız bir kayıtsızlık alanı var karşımızda ve herhangi bir ölçütün, herhangi bir sınırın geçerli olmadığı bu pürüzsüz zeminin temel alameti farikası, tüm söz, eylem ve sembollerdeki pornografik görünüme rağmen, kavurucu çoraklıktır. Evet, basbayağı çoraklık! İnsanların eylemlerine, etkileşimlerine anlam ve değer yükleyecek yaratıcı bir inancın yokluğu üzerinden Eliot “Çorak Ülke”den bahsetmişti. Zemini yitirdiğinizde, ölçü(t)den, sınırdan yoksun kaldığınızda başınıza gelenin coşkuyla kutlanması gereken alabildiğine özgür bir varoluş durumu olamayacağını bilmeniz gerekiyor. Çünkü zeminsiz, ölçüsüz, sınırsız bir varlık iddiası tam da içinde varlık ve anlam bulacağımız bir simgesel düzenden yoksun olduğunuzda ileri sürülebilir. Gürültüsüne tanıklık ettiğimiz bu curcuna bir diriliş yürüyüşü değil bir çöküş, çözülüş, dağılış çatırtısı, kaçışıdır. “Phatik iletişim” nasıl içeriğinden bağımsız şekilde ait olduğu simgesel düzenden anlamını ve işlevini temin ediyorsa bu ölümcül kaçış da içerdiği dehşetten ancak anlam ve işlev temin edebileceği bir simgesel düzenden yoksun olduğu için kaçabiliyoruz. Ölümcül bir kaçışa alan açan bu coşkuyu izah etmenin başka bir izahı olabilir mi?