CHP Eskişehir Milletvekili, TBMM Dışişleri Komisyonu Üyesi Utku Çakırözer, ‘Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı’ kurulmasına ilişkin kanun teklifinin Meclis’te kabul edilmesinin ardından “Plansız, programsız, soru işaretleriyle dolu bir yapı ile karşı karşıyayız” eleştirisinde bulunuyor.
Yirmi iki yıllık AK Parti iktidarı içeride demokrasi, hak, hukuk, adalet ve özgürlüklerde milyonlara yaşatılan derin yoksunluğun yanı sıra dışarıda da ideolojik ve maceracı arayışlarıyla Türkiye’nin ulusal çıkarlarına telafisi güç zararlar verdi. Ülkemizin en köklü devlet teşkilatlarından olan, Türkiye’nin dünyadaki yüzü Dışişleri Bakanlığımız da kurumsal yapısı ve gelenekleriyle bir bütün olarak bu süreçten olumsuz etkilendi. Bakanlık ve yetişmiş diplomatlarımız dış politika yapım sürecinden dışlanırken, AK Parti’nin kayırmacı politikalarının neticesi olarak büyükelçilik kadroları liyakat sahibi diplomatlarca değil, sadece lidere sadakat gösteren eş, dost ve partizan isimlerle dolduruldu. Bakanlık tek adam yönetiminin ideolojik aygıtlarından biri haline dönüştürüldü.
Şimdi bu sürecin yeni bir adımı olan ‘Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı’ adı altında adeta bakanlık içinde bakanlık denebilecek bir holding yapılanması ile karşı karşıyayız. 15 Mayıs’ta TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’ndan alelacele geçirilen bu teklif tüm itirazlarımıza rağmen AK Parti ve MHP Milletvekillerinin oylarıyla TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Bu yeni yapıyı neden sakıncalı bulduğumuzu aşağıda anlatmaya çalışacağım:
BAKANLIĞIN YETKİSİ VAKFA DEVİR
* Teklifin gerekçesinde Vakfın amacı ‘Dışişleri Bakanlığı teşkilatının faaliyetlerinin güçlendirilmesi, personelin temsil kabiliyetli ve donanımlı yetiştirilmesinin desteklenmesi’ diye tanımlanıyor. Ancak içeriği, amaçla uzaktan yakından ilgili değil. Vakfa verilen yetkiler arasında neler yok ki!
“Yurtiçi ve yurt dışında her türlü taşınır ve taşınmaz almak, kiralamak, inşa etmek, gerektiğinde bunların kullanımını kısmen veya tamamen Bakanlığa bırakmak; Taşıt aracı almak, kiralamak, gerektiğinde Bakanlığa tahsis etmek; Taşınmaz inşa etmek ve ettirmek…”
Bu sayılanların tümü Bakanlığın asli işlevleri. Devlet bunun için bakanlığa kaynak aktarmakta. Bu işler için yeniden bir vakfa kamu kaynağı ve imkânı kullandırılmasında hiçbir kamu yararı yok. Bu yetkilerle donatılan yeni yapının ‘paralel bir oluşum’ algısı yaratması boşuna değil.
VAKIF DEĞİL HOLDİNG KURULUYOR
* Bitmedi… Vakfa gelir elde edici şu faaliyetler için izin de veriliyor:
‘Gelir temini amacıyla yurt içinde ve yurt dışında taşınır ve taşınmaz almak, satmak, kiralamak; Devlet iç borçlanma senetleri ve 4749 sayılı Kanun kapsamında Hazine Müsteşarlığı Varlık Kiralama Anonim Şirketi tarafından ihraç edilen kira sertifikaları, şirket tahvilleri, hisse senetleri ve sair menkul kıymetler almak, satmak; Şirket ve ticari işletme kurmak, işletmek, işlettirmek...”
Tüm bunların Dışişleri’nin faaliyetlerini güçlendirmekle, personelin donanımını geliştirmekle ne alakası var! Açıkça bir ticari işletme, hatta işletmeler zinciri haline gelecek bir holding oluşturulmakta.
* Teklif ile Bakanlığa ait taşınmazların vakıf tarafından kiralama ya da başka yöntemlerle değerlendirilmesine de imkan tanınıyor. Bakanlık yetkisinde olan bu işlerdeki yetki paylaşımı, dışarıdan siyasi müdahalelerin yolunu açabilir.
* Vakıf sıfatı, oluşturulmak istenen bu ticari yapıya birçok alanda vergi muafiyetleri de sağlayacak. Dışişleri Bakanlığı ile yetki paylaşımı yaparak maddi finansal işler yapacak bir vakfın kah emlakçı, kah spekülatör, kah yatırımcı olacağı böyle bir durum dünyanın hiçbir yerinde yok. Dışişleri Bakanı ve yöneticilerinin böylesine holdingleşen akçeli bir yapının sorumluluğunu üstleniyor olması Dışişleri Bakanlığımızın saygınlığına gölge düşürecektir.
YENİ AKADEMİYE İHTİYAÇ VAR MI?
* Vakfa ‘Yükseköğretim kurumları kurma’ yetkisi de veriliyor. Aslında Dışişleri’nin kendi personelinin bilgi ve donamını artırmak için oluşturduğu mevcut bir Diplomasi Akademisi var. Yeni bir yapılanma yerine mevcut üniversitelerin lisans ve lisansüstü programları ve enstitüler desteklenebilir. Ayrıca ODTÜ, Boğaziçi ve diğer üniversitelerde istibdat rejimi kuran bu iktidarın, nitelikli eğitim için akademi kurama sözünün inandırıcılığını okurun takdirine bırakıyoruz.
TASARRUF GENELGESİ DELİNİYOR
* Teklifin zamanlaması dahi sorunlu. Daha geçen hafta yayımlanan tasarruf genelgesi ile kamuda mükerrer kurumlara, yeni bina ve araç alımlarına yasak getirildi. Oysa kurulacak Vakıf hem kamu içinde yeni ve mükerrer bir yapı oluşturacak. Hem de Dışişleri Bakanlığı kullanımı için yurt içi ve yurt dışında her türlü taşınır ve taşınmaz ile araba alabilecek/kiralayabilecek. Tasarruf genelgesini daha ilk haftasında delen bir yapı var karşımızda.
SAYIŞTAY VE BAKANLIK DENETLEYEMEYECEK
* Bu Vakıf ile ilgili en sakıncalı husus ise Bakanlık imkanları ve kaynakları kullanılarak Vakfa yaratılan gelirlerden yapılan harcamalar için ciddi ve güvenilir bir denetim mekanizması kurulmamasıdır. Kurulacak vakıf Sayıştay tarafından ya da bakanlığın kendi denetim birimlerince denetlenemeyecek. Bağımsız denetim de yok. Peki kim denetleyecek? Dışişleri Bakanı ile onun belirlediği mütevelli heyet tarafından atanacak üç denetçi. Bu denetçilerden kendilerini atayan yapıyı etkin denetlemeleri beklemeyeceğinden hesap verebilirlik diye bir dertleri hiç olmayacak.
BAĞIŞ İÇİN KİMLER SIRADA?
* Hesap verebilir konumda olmayacak bu Vakfa bağış yapılmasının önünün açılması da ayrı kaygı konusu. Bu vakfa kim hangi amaçla bağışta bulunacak? İktidar ile işlerini çözmek için iş insanlarının olağanüstü bağışlar yapmak için sıraya girmesi nasıl engellenecek? Şirket gibi hareket edecek bu vakfa bağış adı altında kimlerin para aktaracağının belli olmadığı bir yapının oluşturulması yeni rant ve yolsuzluk alanlarının açılmasına yol açabilir.
Tüm bu ticari faaliyetlerde, alınan bağışlarda, vakfın kurduğu ya da ortak olduğu iştiraklerde bir suç işlenmesi durumunda Vakfın başındaki kişi olarak Dışişleri Bakanı’nın ismi hep ön planda olacak. Böyle bir durum Bakanın ve Bakanlığın saygınlığına şüphesiz gölge düşürecektir.
MESELE VİZE HAVUZUNUN PAYLAŞIMI
* Gelelim yazının başındaki sorumuza: Bu Vakıf işinin arkasında ne var?
Bu teklifle Vakfa ‘vize aracılık hizmeti yetkisi’ de veriliyor. Türkiye’ye gelen milyonlarca yabancı turistin ve göçmenin vize işlemlerinde hali hazırda 58 ülkede 12 aracı şirketten hizmet alınıyor. İhaleyle değil ahbap çavuş ilişkileri ile belirlenen bu 12 şirket 2023 rakamlarına göre 5,5 milyar liranın üzerinde gelir elde etmiş. Bunun sadece yüzde 20’si Dışişleri Bakanlığı bütçesine aktarılırken gerisi yani 4,5 milyarı bu şirketlere kalmış.
Şimdi bu vize aracılık hizmetlerini Vakfın kuracağı şirket üstlenecek. Hazine payı yüzde 20 olarak aynen korunacak ama kalan yüzde 80 bu kez vakfa gelir kaydedilecek ve yukarıda sayılan tüm o ticari faaliyetlerde kullanılacak.
Kamusal bir hizmet olan vize verilmesinden doğan bu gelirin iktidarın bazı temsilcileri tarafından yandaşlarına pay edilmesi, her ne hikmetse şimdi aynı iktidarın başka bir kanadını rahatsız etmiş ya da ağzını sulandırmış gözüküyor.
Yani teklifin altında imzası olan AK Parti milletvekillerinin ya da onların önüne bu metni koyan iradenin öncelikli meselesi şu: Vize havuzuna akan milyarlarca liralık rantı biraz da biz yiyelim!
Oysa Plan Bütçe Komisyonu’nda dile getirilen ama Cumhur ittifakının ısrarla duymazdan geldiği başka pratik çözümler de var! Vize işlemlerinden gelecek milyarlarca lira ile Vakıf adı altında yeni bir arpalık yaratmak yerine, o vize merkezlerinin devlet tarafından işletilmesini sağlamak ya da rekabetçi ihaleler ile özel sektöre vermek Hazine’nin çok daha faydasına olabilirdi. Niyet halis olsa hala da olabilir!
VAKIF ELİYLE CEPLER DOLACAK
* Karar okurları bilecektir, AK Parti böyle değildi! Vatandaşa illallah dedirten kamu vakıflarını, fonları kapatma sözü ile iktidara gelmiş ve bütçe birliğini gerçekten sağlamışlardı. Yıllar sonra şimdi olağanüstü alım, satım ve ticaret yetkisiyle donattıkları, etkili denetim yapmayarak hoyratça keyfi kullanıma açtıkları holdingleşen vakıflarıyla kamu binalarını, kamu kaynaklarını sınırsız kullanabilmekte, bütçeden para aktarabilmekte. Sonra da bu paraları herhangi bir bütçe kısıtı olmadan yine iktidarın istediği amaçlara harcayabilmekte. Yine bu vakıflara yönetici olarak atanan eş, dost ve yandaşların cepleri ‘huzur hakkı’ denerek doldurulmakta, vakıf kılıfı altında kamu kaynaklarından lüks konut, lüks taşıt kullanabilmelerinin önü açılmakta. Tabi bu harcamalar ne etkin bir şekilde denetlenmekte ne de 85 milyonun uymakla yükümlü olduğu tasarruf tedbirlerinin kapsamı içine alınmakta.
Bu keyfi rant düzeni için şimdi 500 yıllık diplomasi geleneğimizin yuvası Dışişleri Bakanlığı’nı dahi alet edecek noktaya gelmeleri AK Parti’nin dönüşümünü göstermesi açısından ibretliktir.
HARİCİYECİLERİN ÖNÜNÜ AÇIN YETER
Özetle, plansız programsız, soru işaretleriyle dolu, Dışişleri Bakanlığı görev ve yetkilerinden yararlanarak gelir üretip bunun nasıl harcanacağı konusunda hesap vermek niyetinde olmayan paralel bir yapı ile karşı karşıyayız.
Ülkemizin milli menfaatleri için uğraşan Dışişleri Bakanlığı’mızın dünyanın farklı ülkelerinde ticari ilişkiler içine girmesi, kar amaçlı çalışmalar yapması yakışık almaz, devlet geleneğine uymaz. Omuzunda büyük sorumluluk bulunan bir Dışişleri Bakanı’na bunca ticari faaliyetin olduğu vakfın başkanlığını yüklemek ve bir tacir gibi davranmasını beklemek Bakan için de Bakanlık için de Türkiye için de doğru değildir.
Eğer amaç gerçekten Dışişleri teşkilatımızı güçlendirmek ise, ‘makbul partizan memur’ arayışı yerine, Hariciyemizin devlet geleneğinden kopmayan meslek mensubu kadrolarının önünü açarsak o zaman Dışişleri teşkilatında arzu ettiğimiz gelişme ve güçlenmenin önünü gerçekten açmış oluruz.