Eski Adıyaman Milletvekili Adnan Boynukara ‘Kürt meselesi bireysel ve toplumsal haklar meselesidir. Çözümü anayasa/yasalarda yapılacak değişikliklerle ilgilidir ve TBMM tarafından çözülebilecek bir konudur’ değerlendirmesinde bulunuyor.
İlginç bir süreç yaşıyoruz. Seçimler yaklaşıyor ve ittifaklar netleşiyor. Ama sağlıklı bir siyasi tartışma süreci yok. Tek faaliyet, pozisyonları tahkim etme. Bu nedenle olsa gerek, sorunlara ilişkin herhangi bir tartışma ve çözüm önerisi de çıkmıyor. İçi boş ve hamaset içeren cümleler kullanılarak süreç geçiştirilmeye çalışılıyor. Hatta kimileri, yüz yılı bulan sorunların, birkaç temenni ile çözülebileceğini vehmediyor. Halbuki, sorunları takip edenler bu tutumdan çözümün çıkmayacağını iyi bilir. Çünkü meselelerin kendisi konuşulmuyor.
ZİHNİ HAZIRLIK MESELESİ
Hükümetin uyguladığı politikalar ve mücadele konsepti sonucu ülke gündeminin gerisine düşmüş olsa da PKK’nın yürüttüğü terör faaliyetleri ve bireysel/toplumsal haklara tekabül eden Kürt meselesinin çözümü, en önemli meselelerin başında geliyor. Muhalefet blokunun bu konuya ilişkin ortak bir açıklaması ve iradesi yok. Soru şu, muhalefet bloku, iç içe geçmiş bu iki meselenin çözümü konusunda herhangi bir zihni hazırlığa sahip mi? Konuya ilişkin söylemleri nedeniyle SP, Gelecek ve DEVA’yı ayrı tutmak gerekirse, çözüme ilişkin sağlıklı bir zihni hazırlığın olduğu söylenemez. Bu nedenle mevcut pozisyon, “seçime kadar bu konuyu açmayalım, detay konuşmayalım, ittifak blokunda kopuş oluşturacak ifadelerden kaçınalım, seçimi kazanırsak bakarız” cümlesiyle özetlenebilir.
Herhangi bir hazırlık olmayınca yapılan şey sıradanlaşır ve geçmişte yapılmış, ne tür tepkiler verilebileceği öngörülebilen faaliyetler yürütülür ve ‘sloganik’ ifadeler kullanılmaya dikkat edilir. Mesela; rutine binmiş Diyarbakır ziyaretleri, yerel şovlar, Güneydoğu Anadolu bölgesinde toplantılar, ‘kanaat önderleriyle’ görüşmeler, aşiretlerle ilişki geliştirme, parti rozet takma vs. Öyle ki, yürütülen kimi siyasi faaliyetlere geçmişi çağrıştıran isimler vermek dahi büyük bir adım olarak gündeme taşınır. Partilerin yürüttüğü bu tür faaliyetlerin yanlış veya önemsiz olduğu söylemek istemiyorum. Ancak konuştuğumuz konu farklı; bu faaliyetlerin çok üstünde zihni bir hazırlık ve dönüşüm iradesi gerektiriyor. Buna ilişkin hiçbir emare yok.
MUHALEFET BLOKUNDAKİ PARÇALI POZİSYONLAR
CHP’nin temel çözüm önerisi, meseleyi TBMM bünyesinde çözmek. Kendi ifadeleriyle, TBMM bünyesinde bir komisyon kurmak, tüm partilerin komisyona katılmasını sağlamak ve çözümü bu komisyonda konuşmak. Kısaca ifade etmek gerekirse, bu yaklaşım üç nedenden dolayı sorunlu. İlki; siyasi partiler arasında, bırakın çözümü, meselenin tanımlanmasına ilişkin büyük düşünsel farklılık ortadayken, herkesin katıldığı bir komisyondan ne tür bir çözüm çıkacağı ve komisyonun nasıl yönetileceğine ilişkin risk analizi yok. Partiler arasındaki düşünsel farklılık aşılamazsa, konunun nasıl takip edileceğine ilişkin herhangi bir yol haritası veya öngörü de ifade edilmiyor. İkincisi; bu önerme, bir anlamıyla, temel hakların oylanmasını içeriyor. Çünkü bu tür bir çalışma başlatılırsa, ilk olarak bireysel/toplumsal haklar gündeme gelecek ve komisyonda bunlar oylanacak. Halbuki, temel insan hakları oylanmaz, tüm vatandaşlara eşit davranılarak çözülür. Üçüncüsü; Kürt meselesi ile PKK’nın yürüttüğü faaliyetlerin ayrıştırılmaması sorunu. Bu ayrımın yapıldığına ilişkin herhangi bir değerlendirme yok. Hatta PKK konusu yokmuş gibi davranılıyor. Bahsettiğimiz ayrım yapılmadığı zaman, temel haklar ve insani talepler, terörün bitmesine endeksleniyor. Bunun yapıldığına yıllardır şahit oluyoruz. O zaman da söylenen sözler ‘nutuk’ olmanın ötesine geçmiyor.
Konuya ilişkin açıklama yapmama, İYİ Parti’nin durumu, kendi siyasal düşüncesi açısından daha net. Zaten, partinin ve seçmen tabanının öncelikleri arasında da bu konu yok gibi. SP, Gelecek ve DEVA bu konuya ilişkin sahici açıklamalar yapıyorlar. Ancak muhalefet bloku içindeki pozisyonları ve diğer partileri etkileme kapasiteleri konusunda bir şey söyleme imkânı yok. Çünkü konuya ilişkin kamuoyuna yansıyan bir bilgi yok. Bu ise var olan düşünsel farklılık içinde etki sorunu oluşturabilir.
Şu an üçüncü bir blok içinde olduğu ifade edilse de, seçim sürecinde muhalefet blokunu destekleyeceği değerlendirilen HDP’nin pozisyonu ve dili pozitif bir ajanda içermiyor. Buna ilişkin birçok gerekçe söylemek mümkün. Ama asıl olan aktivist refleksler ile siyasi faaliyet yürütme anlayışı. Bu tarzın parti içinde etkili ve belirleyici olduğu açık. Bu tarzın etkisi sınırlandırılsa hem meselenin konuşulması hem de çözümü kolaylaşabilir. Hatta bu tür bir politik tutum, Kürtlerin sırtından geçinen ve taşınamaz bir yüke dönüşen PKK’yı dahi, terör faaliyetlerini sonlandırma anlamında dönüştürebilir. Bunun çok zor olduğu açık, ama mümkün. Bir karar verilmesi lazım; iktidar-muhalefet denkleminde, muhalefet hanesine yazılan aritmetik bir başlık mı olacaklar, yoksa meselenin demokratik yöntemlerle çözümünden yana bir tutum mu alacaklar? Siyaset ile aktivizim arasındaki temel fark, sorunun çözümü için gösterilen adreste belli olur. Çözüm için örgütü adres göstermek hem siyasi aktivizm hem de bireysel hakların terörün sonlandırılmasıyla ilişkilendirilmesine zemin hazırlamak ve destek olmaktır.
Kısacası, bu denli parçalı ve dağınık siyasi pozisyonların nasıl yönetileceği ve buradan ortak bir çözüm iradesinin çıkıp çıkmayacağı büyük bir soru işareti. Mevcut pozisyonlar dikkate alındığında, buna ilişkin küçük bir ışık kırıntısının dahil görülmediği söylenebilir.
SEÇİMİN ANAHTARI
Siyasetçilerin büyük çoğunluğu, konuştuğumuz meselenin seçimi etkileyecek boyutta olduğunu biliyor. Ama kafaları karışık. Konuya ilişkin bir cümle kursalar, bir çalışma yaptırsalar ve bu kamuoyuna yansısa sonucu ne olur diye çekiniyorlar, korkuyorlar. Bu pozisyondan, demokratik bir tutum ve ülkenin geleceğine ilişkin sağlıklı bir siyasi perspektif çıkmaz.
Kürt meselesi bireysel ve toplumsal haklar meselesidir. Çözümü anayasa/yasalarda yapılacak değişikliklerle ilgilidir ve TBMM tarafından çözülebilecek bir konudur. PKK’nın yürüttüğü terör faaliyetleri konusu ise terörle mücadele ve bunun yanı sıra farklı çözüm modellemeleri üzerinden yapılacak çalışmaları içermektedir. Türkiye bu iki konuyu birbirinden ayırt edebildiği ve birini ötekisine rehin kılmadığı zaman, doğru bir hatta ilerleyebilir ve toplumsal barışını inşa edebilir. Burada esas olan, demokratikleşme ve bireysel haklar alanında atılması gereken hiçbir adımın, PKK’nın terör faaliyetlerine endekslenmemesi ve rehin verilmemesidir.
Sonuç vermemiş olsa dahi, buna ilişkin en ileri adımlar, AK Parti hükümetleri tarafından atılmıştı. Atılan adımlar, anlık ortaya çıkan adımlar değildi. Uzun süren zihni ve pratik hazırlıkların sonucuydu. Konular ayrıştırıldı ve ikisine yönelik farklı süreçler işletildi. Ortaya çıkan sonuçtan ayrı olarak, bu ayrımı yapmak ve gerekli adımları atmak çok ama çok kıymetliydi. En azından, çözümün olabileceğini ve toplumun çözüm çabasını desteklediğini gösterdi.
TEST ZAMANI
Kimi siyasetçiler bu konuyu ötelemeye özen gösterse, “Biz iktidara gelirsek hallederiz” türü manasız ifadeler kullansalar dahi, konuya ilişkin pozisyonlarının test edileceği günlerden kaçınmaları mümkün değil. İç içe geçmişlik nedeniyle, iki konuda da atılacak tüm adımların test edileceği iki alan var.
İlki; devlet brifingidir. Muhalefette iken kurulan cümlelerin ömrü, ilk devlet brifingine kadardır. Devlet brifingi, siyasi partilerin ve liderlerin tutumunun test edildiği ilk alandır. Bu nedenle, iktidar olduktan sonra verilen ilk devlet brifinginde nasıl bir tutum sergileneceği önemli. Mesele şu; anlatılanlara ilişkin bir şey söylenecek mi, anlatılanlar sorgulanacak mı, yoksa anlatılanlara teslim mi olunacak? Bu oldukça önemli bir sınav. Siyasi tarih, bu sınavı geçen aktör ve parti sayısının çok sınırlı olduğunu bize gösterdi. Siyasi aktörlerin oldukça büyük bir kısmı, bu aşamada ‘teslim’ olmayı tercih etti ve güvenlik kaygılarına teslim oldu. Halbuki, güvenlik kaygılarını demokrasi açığını gidererek çözmek de mümkün.
Diğer bir test alanı ise terör saldırılarıdır. Şu veya bu şekilde brifing ‘sınavını’ geçen aktörlerin test edilecekleri ikinci alan, örgütün gerçekleştireceği ilk terör saldırısı olacaktır. Terör saldırısı sonrası nasıl bir tutum takınılacağı çok önemli. Bu sınavı geçmek çok daha zor, hatta imkânsıza yakın. Çünkü bu anlar, aklın kundaklandığı zamanlardır. Terör saldırısı üzerinden oluşan/oluşturulan milliyetçi atmosferi aşmak için çok özel bir demokratik perspektife ve zihni hazırlığa sahip olmak şart. Mevcut söylem ve tutumlara bakıldığında, buna ilişkin bir zihni hazırlık olduğunu söylemek dahi zor. Dolayısıyla bu testleri geçmek de kolay değil.
ÇIKIŞ YOLU YOK MU?
Elbette, testleri geçmek mümkün ve imkânsız diye bir şey yok. Yeter ki istensin. Bunun için yapılacak ilk şey, ülkenin geleceğini önceleyen zihni bir hazırlığın, demokratik perspektifin, devletin demokratik dönüşümünün, eşit vatandaşlığı yazılı metinlerin dışında da hayata geçirmeye ilişkin zihni ve politik hazırlığa ilişkin perspektifin olması şart. Bunun için siyasetin ciddiye alınması ve aktivizmin yerine siyasi tutumun geçirilmesi gerekiyor.
İkinci önemli nokta, taleplerin yönetilmesi ve örgüt tarafından enfekte edilmesinin önüne geçilmesi. Talepler konusu birkaç nedenle göz ardı edilir. Talepler ile PKK’nın yürüttüğü terör faaliyetleri arasında kurulan ilişki, ilgili ilgisiz herkesin üst perdeden konuşması, taleplerin maksimalize edilmesi ve örgütün bunları enfekte etmek için özel çaba göstermesi. Çünkü çözüm, birçok kişinin ve örgütün anlamsızlaşması demek. Bu nedenle olsa gerek haklar ve talepler konusu hep enfekte ediliyor.
Üçüncüsü kullanılan dil. Dil o kadar sorunlu ki, bazen barış/demokrasi bazen de ‘heykel dikme’ düzeyine indirgeniyor. Bunu anlamak mümkün değil. “Ortak paydamız demokratik cumhuriyet, ortak evimiz Türkiye, ortak devletimiz Türkiye Cumhuriyeti devletidir” diyorsak, hiçbir mesele yok. Tam da bu noktada; bahsedilen ortak paydayı hayata geçirmek için şiddete ve terör faaliyetlerine gerek var mı? Bunun yegâne yolu sivil siyaset değil mi? Eğer çözüm siyasi ise teröre ilişkin bir şeyler söylemek gerekmez mi? Mesele siyasetin işiyse, siyaset dışı aktörleri adres göstermenin amacının ne olduğu gibi onlarca soru gündeme gelir. Bunlara ilişkin sağlıklı cevaplar verildiğinde, “Ortak devletimiz Türkiye Cumhuriyeti devletidir” ifadesi anlamlı olur.
Diğer bir konu ise çözüm önermek ve çözümü tartışmak yerine acıları hikâyeleştirme yaklaşımı. Bu ülkede nelerin yaşandığını hepimiz az veya çok biliyoruz. Herkesin hissesine bir şeyler düştü ve çözüm bulunmazsa düşmeye de devam edecek. O zaman temel meselemiz, bunların tekrarlanmaması için ne yapılacağını konuşmak. Yoksa acıları dillendirmek çözüme katkı sunmuyor. Yıllarca, yüksek sesle, “ağladıkça dağlarımız yeşerecek, göreceksin” şarkısını söyledik. Onlarca yıldır ağlıyoruz ama ‘yeşeren’ bir şey yok. Dağlarımızın yeşermesinin yolu ağlamak değil, siyasetin söz söylemesi, inisiyatif alması, terörün araçsallaştırılmaması ve terörün adres gösterilmemesidir.
Umarım siyaset zihni bir dönüşüm yaşar ve üzerine düşen rolün gereğini yapar.
ADNAN BOYNUKARA KİMDİR?
1987-2009 yılları arasında farklı kurumlarda mühendis ve yönetici olarak çalıştı. 2009-2015 yılları arasında ise Adalet Bakanlığı’nda Yüksek Müşavir olarak görev yaptı. 25 ve 26. dönemlerde Adıyaman milletvekili olarak TBMM’de bulundu.