Ekopolitik Düşünce Merkezi’nin kurucusu Tarık Çelenk “Çözüm reçeteleri aslında belirlenen sorunların özünde saklıdır ve açılmayı beklemektedir” diyor.
TARIK ÇELENK
Ahlaksızlığın ummanı olan bu Şark’ı yaşadıkça tanıyorum. Burada insanı fenerle arayanlar yanılmamışlar. ‘Müslümanız diyen insan yığını’ yok mu? onlar Şark’ın en aşağı tabakasını teşkil ediyor. Müslümanlık, yaşanan şekliyle Müslümanlık Şark’ı bitirmiş. Buraya artık ne ilim girer ne ahlak ne de Allah uzanır bunlara. Bunların önce her şeyi bırakıp insanlık devrine girmeleri lazım.”
“Allah korkusu, dünya hâdiselerinin benzeri olan bin türlü hâdiselerin korkusuna bağlandı ve böylelikle dindar geçinen bu zümrenin elinde, Allah katledildi. Dünya denilen, bu hile ve riya pazarında, ahiret metaının muhtekirleri süratle çoğaldı.
Bütün kirlerinin üstüne dindarlık libasını giyinenler, din hayatının sarrafları veya karaborsacıları kesildiler. Mallarının sürümünü sağlayanlara cenneti peşkeş çektiler. Kendileri ile alışveriş yapmayanları ise cehenneme gönderdiler ve sanki kendileri Allah’ın umumî vekâletine sahipmişler gibi, iman ile isyanın sınırlarını sımsıkı ayırdılar.
Gerçekte, Allah karşısında edep düşman olan bu hareket, onları kibir ve zulümlerine esir etmek suretiyle, Allah iradesinden ayırdı; gönüllerini tıkadı ve bunları, karanlıkların önderi yaptı. Din, çok defa sapıklıkla birleşti ve din hayati, her türlü aydınlığın, kültürün, medeniyetin, insaniyetin düşmanı oldu.”
Nurettin Topçu’yu (1909-1975) tanımayanlar, İslam dünyasına ve ‘Mahalle’ye yönelik bu sert eleştirileri, bugün yapıldığını zannedebilirlerdi. Veya günümüzde davadan uzak kalmış, bu nedenle karşı mahalleye yaranmaya çalışan ve vefasızlık yapan muhafazakâr bir düşünürün sözleri de sanabilirlerdi. Muhtemelen mahalledeki birçok kişinin, içten içe bu tespitlerin ne kadar doğru olduğunu kabul ederek sessizce onaylayacağını tahmin edebilirsiniz de.
Ancak, Topçu bu eleştirileri abartmakla beraber 1960’lı yıllarda dile getirmiştir. Üstelik, sadece Topçu değil, Mehmet Akif Ersoy ve Cemil Meriç gibi İslamcı ve muhafazakâr aydınlar da bu sorunlara dikkat çekmiştir. Cemil Meriç’in sağ cenaha ilişkin sözleri, en açık biçimde Bu Ülke adlı eserinde görülebilir. Meriç, bu kitleyi ‘düpedüz cahil, bağnaz, okumaz, yobaz’ diye tanımlar. Bazı mahalle mütefekkirleri veya muhafazakâr devrimci ‘ağır ağabeyler’ ise, “kol kırılsın yen içinde kalsın” diyerek bu durumun hep farkında olmuş, ancak sadece içten içe mırıldanarak ilgilileri uyarmadan bu dünyadan göçüp gitmişlerdir.
Savunma sanayi dışında hem içeride hem dışarıda yaşanan olaylar karşısında rasyonelliğini kaybeden mahallelinin (geniş grup kimliğinin) krizinin artık bir memleket krizine dönüştüğünü sıkça vurgulamaktayız. Tarihimizde vicdanı ve ahlakıyla ayakta kalabilen muhafazakar aydınlar, müsteşrikler ve gayrimüslim Osmanlı mütefekkirlerinin notlarından da anladığımız kadarıyla, bu mahalle krizi son yılların iktidar krizine indirgemek kolaycılık olacaktır. Bu durum en az 200 yıllı aşan sorunun bir parçasıdır. Bu konuda birçok yazı ve kitap da yayınlamaya çalışmaktayız.
Mahalleden samimi dostlar sıklıkla şu soruyu soruyorlar: ‘Peki, krizi çeşitli yönleriyle tanımlıyorsun, ancak neden çözüm yollarını göstermiyorsun?’ Bu eleştiriyi haklı buluyorum. Aslında cevaplar, dikkat edildiğinde krizin kendisiyle birlikte açılan parantezlerin içinde saklı durmakta.
Bu soruyu bana sıklıkla soranlar arasında, iktidara yakın az sayıdaki muhafazakar burjuva ile dış dünyaya penceresi açık seküler burjuva da mevcut. Onlara kısa bir yanıt olarak şunu söylüyorum: Krizin çıkış anahtarı, nitelikli, siyasetten ve devlet rantından beslenmeyen muhafazakar sermaye sahiplerinin, yani burjuvanın elindedir.
Sorun, geçmişi yüzyıllara dayanan göçebe ve yıkıcı köylülüğün nasıl dönüştürülebileceği meselesinde yatmaktadır. Bu dönüşümün temelinde ise bir zihniyet problemi bulunmaktadır. Batı’da, katma değer üreten muhafazakar kültürü koruyan, mekan ve zaman sürekliliğine sahip köylü aristokrat zihniyeti ile bizdeki zihniyeti kıyaslamak bile mümkün değildir.
Bilindiği gibi bazı yorumcular Rus tarım topluluğu görgü devrimini gerçekleştiren Deli Petro ile bizim II. Mahmut ve Atatürk benzerliklerini tartışmaktalar. Bu 3 devrimin temel açmazı bir zihniyet dönüşümünün görgü ile birlikte gerçekleşmesi hususunda yetersiz kalmalarıdır. Bunda rıza üretememe, acelecilik, milli burjuvazi yetersizliği ve entelektüel esnek alan kullanımı gibi sorunlar vardı. Anadolu taşrasının nitelikli bir tüccar sınıfı üretememesinde merkezi iktidarın kendilerini sadece asker ve çiftçi yazmasının, ticareti, kültürü ve sanatı ise gayrimüslimlere bırakmasının rolü vardır. Ancak aynı Anadolu taşrası ne yazık ki bu miras üzerine kendilerine tehcirden intikal eden gayrimüslim mirasını geliştiremedi yağmaladı ve yok etti.
Ülkemizde ve İslam dünyasında nitelikli, vizyon sahibi ve ahlaklı bir burjuvazi olmadan, zihniyet dönüşümü için gerekli entelektüel yatırımlar finanse edilemez. Tabii, bu yatırımların iktidar denklemlerine tehdit olarak görülmeyen bir siyasi anlayışın da var olması elzemdir. Bugün dünyanın en büyük enerji kaynaklarına ve zenginlerine sahip olan Müslümanlar, ağırlıklı olarak Afrika ve Ortadoğu’da bulunmaktadır. Ne yazık ki Müslüman burjuvazi, popüler futbol takımlarını finanse etmek veya Londra’da Chelsea bölgesinde gayrimenkul almak dışında başka bir faaliyet göstermemektedir. Ülkemizdeki yeni muhafazakar zenginler ve güçlü siyaset sınıfı ise köylülük ve görgüsüzlük gerilimini yaşamaktadırlar.
Endülüs, Horasan ve Bağdat’ta İslam zihniyet devriminin finansmanı arkasında hep bağımsız tüccarlar ve prensler mevcuttu. Ülkemizdeki yeni zenginler veya taşra tüccarlarının bu sorumluluğu yerine getirecek siyasi özgür alanları ve vizyonları mevcut değildir. Bu işin teolojik arka planı da sorunludur. Bugünkü Eşari ve Selefi karışımı dar kapsamlı itikat doktrini ötekine ilişkin bilgi dahil her türlü alışverişte kalın duvarları örmüştür. Bu durum dindar tüccarları ancak Kur’an kursları ve medreseler gibi yerlere öteki dünya için yatırımlara motive etmektedir. Bakınız Batıdaki köktendinci Püriten zenginlerin doktrinleri doğrultusunda öteki dünya ve insanlık için dünyanın en köklü eğitim kurumlarını nasıl inşa ettiğine.
Geleneksel aile sistemimiz ve yetiştirilme tarzımız sorunlar barındırmaktadır. Kız çocuklara gerekli değer verilmemektedir. Çocuklara 3 yaşından itibaren iyi ve kötü ayrıştırma bilinci kazandırılamamaktadır. Sadece iyiyi içselleştirip kötüyü ise hep dışarıda arama yetisi yerleşmiştir. Birey olma özgüveni telkin edilememektedir. Erkek çocuklar ya hep ağa-bey olacaksın ya da senden bir şey çıkmaz telkinleriyle yetişmektedir. Merak etme ve kendi başına sorun çözme yeteneği kazanılamamaktadır. Mahallenin gurup kimliği bu sayede otorite ile özdeşleşmektedir.
Sıkça yıkılan tarih yok edilen yeşiller yerleşik bir kültür, değerler ve ahlak bırakmamaktadır. Kendi ile özdeştirdikleri otoriteye bu kitle hesap soramaz ikaz edemez durumdadır.
Göçebe taşralılığı zihinler ve davranışlarla içselleşmiştir. Sabit ve geleneğe dayalı mekan ve zaman algısı çökmüştür. Bu anlamda mahalleli bir siyasi için sürdürebilirlik kısa vadeli politikalar üzerine inşa edilmiştir. Göçebe zihniyetli siyasetçi, tüccar ve mahalleli için kamu kaynakları rantı engin bir denizdir. Siyasete sadece bunların kurnazca paylaşım sorunu olarak bakılmaktadır. Sonuç hazine rantı denizinin bitmesi ve çevre felaketi olarak bize ve sonrakilere tecelli etmektedir.
Bahsettiğimiz gibi mahallenin krizi tarihsel temellidir. Tarihsellikte göçebe köylülüğü (görgü-merak-öteki), teolojik doktrin sorunları, devlet-insan ilişkilerindeki mimarinin geçmişi ve bugünü söz konusudur. Tüm bunlar temel bir vizyon veya zihniyet sorununun bileşenlerini teşkil etmektedir.
Konuya özetle ve sadeleştirerek yaklaşırsak, çözüm için ana bileşenleri şu şekilde sıralayabiliriz:
n Köylü fıkıh zihniyetinin ‘öteki’ ve yabancı gördüğü düşünce, felsefe, kültür ve sanata, din insanları tarafından muhafazakâr tüccarlara otonom yatırımlar yapmasının teşvik edilmesi. Esnaf zihniyetinde dar anlamda ahiret inancı yerine, daha geniş ve ufki bir ahiret inancının yerleşmesi. Bu sayede nitelikli kültür sanat yatırımı için sermaye birikiminin sağlanması.
n Mavera (görünmeyen evren) ile masiva (görünen evren) arasındaki ilişkiyi kuran epistemolojik bir mimarinin inşası. Bağdat dönemini hatırlatırcasına, yabancı düşünce kaynaklarının tercüme ve kodifikasyon çalışmalarının yeniden başlatılması.
n Mimari, şehircilik, çevre, sanat, estetik, ticaret ve siyaset anlayışının bu doğrultuda yenilenmesi.
n Aileden başlayarak eğitim paradigmasının değiştirilmesi. İyi ve kötünün geçişkenliğinin sağlanması, mükemmeliyetçilik ve post-emperyal travmalarının yalanlarından kaçınılması.
Bu maddeleri çoğaltmak mümkündür. Daha önce de belirttiğimiz gibi, çözüm reçeteleri aslında belirlenen sorunların özünde saklıdır ve açılmayı beklemektedir. Sorumluluk, öncelikle mahalleyi ikna edebilecek, kendilerine güven kazandırmış siyasetçiler, kanaat önderleri, din insanları ve nitelikli kendilerinden sermayeye düşmektedir.