Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Kültür Konseyi Derneği’ne ilişkin değerlendirmelerde bulunuyor.
Yazık oldu 13 yaşındaki gencecik Kültür Konseyi Derneği’ne. Kendi yağında kavruluyordu. İstanbul Beşiktaş Barbaros Bulvarı’ndaki merkezinde salı akşamları yapılan etkinliğinde uzmanlar, dünya, evren, memleket ve millet meselelerini masaya yatırıp değerlendiriyordu. Bir akademi gibi çalışıyor, hizmet veriyordu. Yapay Zeka’dan Musikiye, Türk Dünyasından Balkanlara, eğitimden kültüre, şehre, çevreye, topluma kadar her konu konferansla, sempozyumla, sohbetle, kitapla, filmle değerlendirilerek yansıtılıyordu. Çünkü ‘kimliğimizi oluşturan, tarihten süzülüp gelen, günümüzden geleceğe uzanan, maddi ve manevi değerler bütünü kültürümüzdür. Herhangi bir sınıra bağlı kalmaksızın tarihimize mekan teşkil eden, kültürümüzle etkileşim içindeki her yer kültür değerlerimizin coğrafyasını oluşturur. Kültür Konseyi Derneği kültürümüzü oluşturan bütün unsurların, dünya üzerinde yayılan kültüre, coğrafyamızın sathında tespiti, korunması, tanıtımı ve günümüz değerleriyle ifade edilerek gelecek nesillere aktarılması amacı ile’ kurulmuştu.
İNSANI VE ÇAĞI ÖNCELEYEN SİVİL TOPLUM
Maddi imkansızlıktan dolayı kendini feshetme kararı aldı. Sadece mütevazi yerin kirası 30 Bin TL olmuştu. Diğer masraflarla bu rakam katlanıyordu. Resmi ve özel girişimler sonuç vermedi. Cumhuriyetimizin 100. ve Türkiye Yüz Yılının ilan edildiği günümüzde “Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul”un verildiği bir zaman dilimi algılandığında bazı dernek ve vakıflar yıllardır balayı yaşarken, sadakatı değil, liyakati , üretimi, paylaşımı , insanı ve çağı önceleyen sivil toplum kuruluşları sıkıntıya girdi. Böylece hayat pahalılığı, zamlar, enflasyon; bağımsız, kültür, sanat, medeniyet hareketine endeksli sivil toplum kuruluşlarını da vurdu. Kültür Konseyi Derneği de bunlardan biriydi. Devlete ve millete hizmette örnek bir bürokrat, aydın ve sivil girişimci Kültür Konseyi Derneği Başkan Dr. Metin Eriş bir çağrı yaparak üyelerini topladı. Durumu anlattı. Üyeler de yönetimin derneği kendi kendini feshetme kararını o gün orada öğrendi. Prof. Dr. Kenan Gürsoy ve diğer konuklar kulaklarına inanamadı, hayretler içinde kaldılar. İlk konuşmayı yapan Metin Eriş, Kültür Konseyi’nin 93 kitap, 350 kitapçık neşrettiğini, Türk Dünyası Kültür Başkenti ilan edilen başta Eskişehir ve Kastamonu’da birkaç gün süren sempozyumlar gerçekleştirildiğini, çoğu kentte (Ankara, Amasya, Cizre, Edirne, Malatya, Sakarya, Şanlıurfa, Tekirdağ vs) şehir ve kültür toplantıları yaptığını anlatarak üyelere söz verdi. Her konuşmadan sonra da Metin Eriş kısa kısa açıklayıcı bilgiler verdi. Sonrasında her biri ayrı ayrı kıymet olan katılımcı hocalarımız Cumhuriyetimizin 100. Yılında görüşlerini aktardı. Oturumumuz böylece başladı.
DERMAN VE ÖKTEM DİYOR Kİ
1937’de bir devlet adamının “Ülke gökten indirilenle değil, çağdaş kanunlarla yönetilecek” dediğini, bununla milletin inancının etkilediğini ve hatta yıktığını belirten Prof. Uğur Derman; Harf inkılabının yanlış olduğunu, Latince ile birlikte kalabileceğini, problem parlamentoda görüşülürken Kazım Özalp’in o gün yeni alfabede kü harfinin olmamasına dikkat çekerek hatırlattığı sıkıntıları bugün bile yazı dilinde sorun olduğunu, maruf sanatçı hattat Necmettin Okyar’ın deyişiyle eski harflerin sayı değeri bulunduğunu hatırlattı. Emrah Nadir Sepicigil buna itiraz etti. Metin Eriş ise yönetimler birtakım iyileştirmeler yaparken, kötüleşmeyi de zaman zaman beraberinde getirdiğini söyledi. Prof. Dr. Niyazi Öktem, dünyaya Mustafa Kemal Atatürk ve Gandi’nin damga vurduğunu, tasarruflarının hala toplumlara yansıdığını, bir ülkenin cemaat, tarikat, tekke ve zaviylerle kesinlikle yönetilemeyeceğini, eğitim ve sosyal düzenlemelerin çağa uygun yapılması gerektiğini anlattı. İslam coğrafyasında bir zamanlar Abbasi ve Endülüs Müslümanlarının ilimde çok ilerde olduğunu belirten Prof. Dr. Niyazi Öktem, batıya yansıdığını, ancak bugün yerlerde süründüğünü anlattı ve savaşçı devletlerde ilim olmayacağını vurguladı. Dr. Metin Eriş araya girdi ve “1950 ve 60’lı yıllarda liselerde olgunluk sınavı vardı. Bitirme imtihanları yapılırdı. O yıllarda okuma yazma oranı fazla değildi ama, bugün okuma yazma oranının %95 olduğu ülkemizde okuma oranı yok denecek kadar dibe vurdu. Daha önceki eğitim-öğretim kaliteliydi” dedi.
KİŞİ VE KURUMLARI TANIMAK
Dr. Metin Eriş bana söz verdi Kültür Konseyimizin bu son toplantısında. Dedim ki “Sanırım 1968 yılı idi. Bugün gazetesinde çalıyordum. Gazetemizin patronu Mehmet Şevket Eygi’nin canının çok sıkkın olduğunu gördüm. “Ağabey hayırdır!” dedim. O yumuşak ama serzenişli diliyle “Gazete yarın çıkmıyor. Çünkü kağıt alacak beş kuruşumuz yok. Müslümanlar başının çaresine baksın!” dedi ama yüreğim çız etti. Çünkü Bugün, o yıllarda İslamcı görüşün önemli sesi idi. Dolayısıyla ideolojik duyarlılığım yirmili yaşın verdiği heyecanla üst seviyedeydi. Gazetemiz yayınlanmazsa ben İslamiyet’in de çok ciddi sıkıntılar içine gireceğine inanıyordum. Böyle bir şartlanmışlığım vardı. “Ne yapılabilinir?” diye sordum. Bana döndü ve dedi ki “Senin Kapalı Çarşı’da çok sayıda hemşerilerin var, hepsinin de hali vakti yerinde.
Onlardan bir haftalığına gidip borç iste.” Bu hatırlatma üzerine koşarak çarşıya gittim. Kimseden borç istemediğim gibi, Bugün Gazetesi birkaç aydır benim ne maaşımı veriyor, ne de sosyal güvencemi sağlıyordu? Sözleşmem ve sarı basın kartım yoktu. Gazetemi bile para ile alıyordum. Hemen Kapalı Çarşı’nın girişinde ağabeyiyle birlikte kebabçılık da yapan meslektaşım Muin Nursen Eriş’e koştum. Yoktu. Ağabeyi Metin Bey vardı. “Ne için Muin’i aradığımı” sordu. Anlattım. Bana gayet bir nazik ifade ile “Şevket Beyden git sor bakalım, borcunu ne zaman ödeyebilir?”. Gazete çok yakındı, Nuruosmaniye Caddesi, Cağaloğlu Meydanına çok yakındı. Yeşilay binasındaydı. M. Şevket Eygi “Basın İlan Kurumundan ödeme gelince hemen ödenir” cevabını aldım. Koşarak Yine Metin Eriş Ağabeye gittim. Borcu senetsiz sepetsiz aldım ve getirip Şevket Beye verdim. M.Şevket Eygi tebessüm bile etmedi. Bunun her Müslüman için bir vazife gibi olması gerektiğini vurgulayan bir lisan-ı hal içinde parayı aldı. Gazete yayınlandı. Ödemeyi bir hafta değil de bir ayda ancak geri iade edebildi. Şunu fark ettim bu olayda, Metin Eriş kişi ve kurumları çok iyi tanıyordu, böylesi ilişkilerde heyecana ve hamasete yer yoktu. Demem o ki tefekkürün ve idealizmin yanında insana yatırım yapmak önceliğimiz olmalıydı.
Bu olaya ek olarak gerçekleştirdiğimiz ulusal ve uluslararası sempozyumlardan da örnek verdim. Berlin’deki bir etkinliğe Türkiye’den kamu desteğiyle 12 kişi gidip, etkinliği 6 kişinin izlemesini, Hive Urgenç Üniversitesi’nde gerçekleştirdiğimiz uluslararası bir programa Büyükelçilikten kültür yahut eğitim ataşesinin veya görevlendirilecek bir başkasının bile davetli olduğu halde gelmediğini anlattım. Ayrı çizgide Kazan’daki programa iştirak edemeyen Moskova Büyükelçimizin konsolosluk raporuna dayanarak etkinliğimizi takdir ettiğini, vakfımıza kaynak aktarmak için Dış İşlerine yazı yazıp yönetimimiz yüreklendirdiğini hatırlattım.
Hangi makam, unvan, imkan içinde olunursa olunsun insana yatırım yapmadıkça böylesi örneklerin artarak devam edeceğini söyledim. Çünkü her şey insan için.
İNSANA YATIRIM VE EĞİTİM
Gazeteci kökenli Prof. Dr. Süleyman Doğan eğitimin ideolojik tasarımlı olmaması gereği üzerinde durdu, 2. Abdülhamit’in ülkede en büyük eğitim reformunu gerçekleştirerek yeni okullar açtığını, günümüzde ise eğitimin karmakarışık olduğunu, her yeni bakanın müfredat değiştirdiğini, azınlık veya yabancı okulların da sorun olduğunu, Tevhid-i Tedrisat kanununun bir kırılma dönemi yaşattığını söyledi, Harf Devrimi ve Köy Enstitülerinin önemini vurguladı. Prof. Süleyman Doğan İngiliz Casusu Lavrens’in Osmanlıyı parçalamak için Müslüman ahalinin arasına karışarak, toplumu etkilendiğini söyledi ve teheccüt namazı bile kılarak fitneyi büyüttüğünü anlattı. Eğitimin hala ideolojik bir yapılanma içinde bulunduğunu belirten Prof. Doğan, kendisinin bir imam hatip mezunu olduğunu belirterek, ancak sayıları her geçen gün artan İmam Hatip Okulların ilerde böylesi bir eğitim politikasıyla kapanma tehlikesiyle karılaşabileceğini ileri sürdü.
Metin Eriş, kendisinin de İstanbul’da Galatasaray ve Sankt George Avusturya lisesi gibi bir yabancı okuldan mezun olduğunun altını çizerek bu mekteplerin öyle anlatıldığı gibi de olmadığını anlattı.
Sonra Prof. Dr. Niyazi Eruslu da anlatılanların çoğuna katıldığını belirterek, liyakat, üretmek ve çok çalışmanın önemini üzerinde durdu.
EMİR ‘OKU’ YAPILAN ‘OKUMAMAK’
Giresun’un bir köyünde doğup büyüdüğünü hatırlatan Prof. Dr. İbrahim Balcıoğlu ise “Cumhuriyet olmasaydı, ben bugün bir akademisyen olamaz, köyümde yaşıyor olacaktım. Cumhuriyetimizin elbette bazı eksiklikleri var ama her şeye rağmen iyi noktadayız. Çünkü Cumhuriyet bizleri dönüştürdü.” Diye değerlendirdi günü.
Çay ve kuru pasta ikramını Hamidiye suyu takip etti toplantıda. Yazar Oğuz Çetinoğlu ise mükemmel olmak için eksiğimizin bilinmesi gerektiğini, tarafları birbirine çekiştirerek sonuç alınamayacağını, eğer Cumhuriyet kurulmasaydı devletsiz kalınacağını, Türk Dilini kaybedersek vatanımızı da kaybedebileceğimizi savundu ve “en büyük noksanımız okumamak” dedi.
Konuklar arasında Gebze ve Dilovası’ndan gelen konuklar da vardı. Ahmet Gürdalı da görüşlerini paylaştı. Kültür Konseyi Derneği ve Metin Eriş’in isminin Dilovası ve Gebze’de kütüphaneye verileceğini, bu amaçla dev bir kütüphane kurulduğunu, bütün kitapların da oraya bağışlandığını anlattı. Bu konudaki gayretleri için de Gazeteci İsmail Kahraman’ın kulağı çınlatıldı.
Öğretim Üyesi Fethi Murat Doğan ise Kültür Konseyinin hep birleştirici ve üretici olduğunu söyledi.
Metin Eriş de Türkiye’de manayı ve maddeyi birbirine yaklaştıracak, hatta birleştirecek aydınlara ihtiyaç olduğunu, çok kötü bir zaman diliminden geçildiğine dikkat çekti.
EMEĞİN VE EMEKÇİNİN HAKKINI VERMEK
Vakit öyle hızlı geçiyordu ki, her konuşmacı toplantıya ayrı bir lezzet katıyordu.
Prof. Dr. Şafak Ural da “Dünyanın gittiği bir yer var. Bu gidişin ve dönüşün farkındayız. Sorunlarımızı da biliyoruz. Bu dönüşe ayak uyduramazsanız çözülürsünüz, çözülüyoruz. Türkiye, Mustafa Kemal Atatürksüz ve Dinsiz olamaz. Kültür Konseyinin kendini feshetmesine üzgünüm.” dedi
Metin Eriş bu konuşmaya da cevap verdi. “Yıllar önce Kocaeli’nden İstanbul’a yürüyüşe geçen işçi konfederasyonu üyeleri, 15-16 Haziran 1970 eylemiyle çoğu sektörü ve fabrikayı etkiledi. Hepsi zarar gördüler. Ancak tek Sümerbank ayakta kaldı. Çünkü emekçinin hakkını veriyor, hukukunu koruyordu. Sümerbank’a hiçbir şey olmadı, tam tersi büyüdü, büyümeye devam etti.
BİR BÜYÜK ELÇİNİN ANLATTIKLARI
Prof. Dr. Büyükelçi Kenan Gürsoy, tarihi bir dönemden geçildiğini, Mehmet Çiftçigüzeli arkadaşımızın hatırlattığı gibi insanı öncelememiz gerektiğini, dolayısıyla felsefe eğitiminin bulunla öne çıktığını, sosyal bilimlerin ve konuların yıl boyunca konuşulması icap ettiğini, bilinçli hareket edilmesi gerektiğini, dolayısıyla tefekküre ihtiyaç duyulduğunu, yeni bir düşünce iklimi oluşturulması hususunu hatırlattı.
Mehmet İzzet Efendi’nin “bize fasulye değil, demirci lazım” olayını hatırlatan Prof. Dr. Kenan Gürsoy, “Medeniyet evrenselliğe açılmalı; var oluş ve kendini yeniden inşa var ise kamu için önem arz eder. Temel kültürdür. Mustafa Kemal’in ilk kurduğu fakültenin adı Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesidir. Dil, tarih ve coğrafya milletler için önemlidir. Özgün medeniyet buradan çıkar. Medeniyeti hümanizm olarak görebilenler de olabiliyor. Medeniyet dil, tarih ve coğrafya üzerinden olursa medeniyettir. Medeniyet bir yere hapsedilmemelidir. Şahsiyet ve çalışmak öncelikli olmalı, evrensellik de bir projenin öznesidir.” Dedi.
Bu açıklama üzerine Metin Eriş “Bu işte, sayın hocamızın anlattığı husus Aydınlar Ocağı’nın Türk İslam Sentezidir. Ama bazıları bunu sulandırdı, mizah konusu yaptı. Doğrusu ise Türk-İslam Sentezi günümüz için bir yeni medeniyet inşasıdır.
ADIM ADIM ANADOLU
İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Birsel Küçüksipahioğlu, “Temel ailedir. Çünkü biz Türk-İslam kültüründen geliyoruz. Tarihimize bakalım, bir zamanlar Doğu Roma İmparatorluğu Göktürk Devletini önemsediğinden elçi gönderiyor. Batıyı etkileyen, kurumlarını yenileyen Endülüs Medeniyeti de bir İslam kültürüdür. Günümüze gelince batıya hayranlık toplumu etkiliyor. Yarıştırıyor. Bu da insanın kendini farklı yerlerde görmesinden kaynaklanıyor. Cumhuriyet insanımıza ve toplumumuza çok şey kattı. Bugün eğitimimiz kalitesiz. Eğitimde kalite halk ile örtüştürülerek gelişir” diye konuştu notlarıma göre.
Metin Eriş her konuşmacıdan sonra kendi görüşünü ve yorumunu aktardı. Bu defa da şöyle dedi “Babama yurt dışı tecrübesi kazanmak için Avrupa gideceğimi söyledim. “Olur” dedi. “Tek şartım önce Anadolu’yu şöyle bir gez, dolaş, toplumunu tanı.” Be de kabul ettim. Trenle Ankara’dan bir arkadaş grubu ile yola çıktık. Kompartımana bir köylü geldi selam vererek. Sohbete başladık. Ben durumu anlattım. Bunun üzerine bizi kendi ineceği durakta indirdi, evine götürdü, hanımına “Tanrı misafiri var” diyerek yatak yorgan hazırlattı. Önce korkmuştuk, ama sonra Türk insanının konukseverliğine ve sevgisine şahit oldum. Bu benim hayatında önemli bir yer işgal etti.”
Sosyal Antropolog Prof. Dr. Gülçin Anmaç da Kültür Konseyinin feshine çok üzüldüğünü, yeni hizmetlerin derneği beklediğini, konseyin devamının şart olduğunu yorum ve sorularla açmaya çalıştı.
EL VERMEDEN GİDİLMEZ
Kültür Konseyinin bir başka lokomotifi Şadi Polat da bir zamanlar ülkemizi ve batıyı meşgul eden şark meselesinin (oryantalizm-batının doğuya bakışı ve oksidantelizm doğunun batıya bakışı) çok konuşulması gerektiği üzerinde durdu ve eğitimcilerimizin eğitilmesi gerektiğini hatırlattı. Türklerin Anadolu’ya 1071 Malazgirt Savaşı ile gelmediğini savunan Şadi Polat Müslüman Türk Devleti olarak geldiğini, o sırada Anadolu’da yaşayan din ve inançları farklı, ancak kültürleri aynı olan diğer kavimler ile buluşup kaynaştıklarını, bugüne kadar da devam ettirdiklerini bildirdi.
Yılların Kültür Konseyi Derneği Çalışanı Tülay Tecirli Hanımefendi ise bu sivil toplumu kuruluşundan, başkan ve üyelerinden, hatta konuklarından çok şey öğrendiğini berterek şunları söyledi; “Rize’de Tevfik İleri Sempozyumunda idim. Rasim Cinisli Bey de oradaydı. Beni Kültür Konseyine tavsiye etti. Dedi ki “Metin Eriş, çok çalışır, ama ne yorulur, ne yorar. “Gerçekten Metin Bey ile keyifle çalıştım, çok şey öğrendim. Bir defasında Rasim Cinisli Beye çay, ikram etmiştim. Çayı sevdiğini biliyordum. İkincisini verecektim “Ben sonra alayım” dedi. Çünkü çay iyi demlenmemişti, demlenmesini böylece kendisine yakışan bir letafetle bana hatırlattı. Ben buradan el vermeden gitmem” şeklinde konuştu.
Bugün için Almanya’da hayatına devam eden İş adamı, önemli müteşebbis, Türk Sanat Müziği ve Sanatı hamilerinden Ömer Faruk Berksan’ın mesai arkadaşı, özel kalem müdürü ve Kültür Konseyi Derneği Yönetim Kurulundan Halil Kütük de Çamlıca Vakfı’nın Kültür Konseyi Derneği’ne hep destek olduğunu, bu katkının yıllarca devam ettiğini anlattı ve “Ancak üyelerimizin yeterli duyarlılığa sahip olmadığını gördüm, yaşadım. Ama bugün bütün güzel insanlarımız burada, mutluluk verici bir gelişme, harika bir şey” dedi.
EVLİ EVİNE, KÖYLÜ KÖYÜNE Mİ?
Toplantı üç saatten fazla sürdü. “Müzakerelerin zemini hazırlanmalı” diyen Kültür Konseyi Derneği Başkanı Dr. Metin Eriş’e Prof. Dr. Birsel Küçüksipahioğlu çiçek verdi. Sonra resim çektirdik, vedalaştık. Evli evine, köylü köyüne gitti. Kültür Konseyi Derneği de tarihe karıştı. Artık bu toplantıya katılan her konuk manen tek başına da olsa bir sivil toplum kuruluşu temsilcisi ve Kültür Konseyi Derneğidir. Öte yandan dostluklarımız, fikri üretimimiz, paylaşmamız, dayanışmamız artarak sürecek, çünkü buna mecbur, hatta mahkumuz. Onlarca Dr. Metin Eriş yetiştirmek, insana yatırım yapmak boynumuzun borcu. Kültür Konseyi Derneği münevverlerimizin, ülke ve toplum yönetiminde sorumluluk alan ve alacak olan kıymetlerimizin nefes aldıkları, ufuk gösterdikleri, birikimlerini yansıttıkları, müzakere ettikleri bir zamanların İstanbul’daki Marmara ve Küllük gibi bir aydınlar mahvili idi, karanlıkların üzerine gidilen bir aydınlık mahvil idi.
GAZİANTEP-İSTANBUL- ANKARA-KOCAELİ HATTI
Peki Dr. Metin Eriş(1936 -Gaziantep) kimdi? Yelkovanın Uçundan Düşen Takvim Yaprakları adlı kitabıyla iki cilt halinde hatıralarını yayınlayan, 14 kitabın yazarı Dr. Metin Eriş İstanbul İTİA mezunu. Çeşitli okullarda yabancı dil, matematik, ticaret dersleri ve işçi sendikalarında eğitim verdi (1963-1969). Ticaret ve Sanayi Bakanı Mehmet Turgut’un özel kaleme müdürü oldu (1972). İÜ İktisat Fakültesi Siyaset İlmi Kürsüsünde doktora yaptı. BASF-Sümerbank Türk Kimya Sanayi AŞ Genel Müdür Yardımcısı olarak çalıştı. Emekli oldu (2000) ve iki yıl daha aynı şirkette müşavirlik yaptı.
Çok sayıda sivil toplum kuruluşunda görev alan Dr. Metin Eriş bütün Türkiye’yi dolaşarak vatan topraklarını tanıdı, toplum ve hayatla yüzleşti, yazmayı tutku haline getirdi, iç dünyasını yeniden şekillendirdi, yurt içi ve dışı tecrübeleri kazandı, bir dönem ülkeye damgasını vuran Aydınlar Ocağı ve Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’nın kurucuları arasında yer aldı, görevi dışında sosyal faaliyetlere hep öncelik tanıdı, yabancı ve diğer şirketlerde yöneticilik yaptı, yeni yüzyıla doğru çok yönlü arayışlarını artırdı, Türk Dünyasını ve özellikle Bulgaristan Türklerini yakından tanıdı, bataklıktan bile gök yüzünde parlayan yıldızları fark etti; çöküş, düşüş ve tevekkül üçgeninde hayatının sürdürdü, sürdürüyor. Yorulmak bilmeyen bir aşk ve vecd içinde hala çalışıyor, fikir ve eser üretiyor, dün işe başlamış gibi mesaisini hiç aksatmıyor.