Kültür Tarihi Araştırmacısı Taner Ay, Kırım sürgününde bir etnik temizliğin amaçlandığının muhakkak olduğunu belirtiyor.
Bolşevikler, ‘Fabrikalar işçinin, topraklar köylünün’ demişti ama, yalan çıktı. Çünkü, ortada bir ‘devrim’ yoktu. Anarşizmin 20’nci yüzyıldaki en büyük kuramcılarından ve eylemcilerinden biri olan Peter Arşinov’un yazdığı gibi, onların ‘devrim’ dedikleri garâbet, aslında bir iktidar değişikliğinden başka bir şey değildi (Mahnovşçina, s. 32, 1998). Kapitalizm yıkılmadı, aksine ‘komünizm’ kılıfı altında reforme edilip bir polis rejimine dönüştürüldü. Ücretli emek, emeğin köleleştirilmesi ve sömürü ise Çarlık dönemine nazaran daha büyük zulümlerle sürdürüldü. Bolşevikler bir de ‘ulusların kaderlerini tayin hakkı’ sözünü vermişlerdi. Ne var ki, ülkenin batıdan doğuya bütün topraklarını Rus olmayan uluslar için büyük bir hapishâne yaptılar.
‘Devrim’den önce Rus asıllı olmayan okur yazarların çoğunluğunun Bolşevikleri desteklemelerinin nedenlerinin başında kulağa pek hoş gelen ‘ulusların kaderlerini tayin hakkı’ palavrası geliyordu. Bağımsızlıklarına düşkün Kırımlı aydınların bir kısmı da bu yüzden Bolşeviklerden taraf oldu. Ama, Bolşevikler işe önce Kırım’ı Slavlaştırmakla başlayacaktı. Bazı yazarların Lenin’i Kırım’ın Slavlaştırılması politikasının dışında bırakmaya çalışmalarına karşın, söyledikleri hakikata aykırıdır. Çünkü, düşman yaratmak, sol içi muhalefeti bile şiddetle bastırmak, aydınları toplama kamplarına tıkmak ve yeni sisteme ‘polis rejimi’ karakterini kazandırmak gibi bütün ahlâksız uygulamaların fikir babası oydu. Bir örnek vermem gerekirse, Kırım’ın 1920 yılında Bolşevikler tarafından işgalindeki birkaç hafta içinde, tahminen en az 50 bin kadar kişinin Lenin’in talimatlarına istinaden kurşuna dizildiklerine ilişkin bilgiyi alıntılayabilirim (Komünizmin Kara Kitabı, s. 142, 2000). Bu sayı bazı kaynaklarda 60-70 bine çıkıyor. Sadece 1924 başında erken yaşta öldüğünden, ‘emperyal’ kararlarının uygulamasının bütün sonuçlarını görememişti. Ne var ki gözü arkada da gitmemiştir. Çünkü, yarım bıraktığı aşamalı ve hileli Slavlaştırma işini Stalin ‘başarıyla’ tamamlamıştır.
Kırım nüfusunun 1939 yılında 1.123.806 olduğu belirtiliyor. 1940 yılına ait bir resmî belgedeyse 1.126.800 rakamı veriliyor. 1939 yılında Kırım’daki Rus nüfusu 557.449, Türk nüfusu 218.492 ve Ukraynalı nüfusu 153.478 olarak saptanmıştır. Toplamda 929.419 olup, iki veri arasında 194.387 fark bulunuyor. Bu farkı da Bulgar, Rum, Ermeni, Alman, Litvanyalı ve diğer halklar oluşturuyor. Kızıl Ordu Kırım’a 1944 yılının Nisan ayında girdi, Türklerin büyük sürgünüyse 18 Mayıs 1944 günü saat 03.00 sularında başlattılar. Edige Kırımal, Kızıl Ordu askerlerinin iki hafta içinde kadınların ve çocukların ırzlarına geçtiğini, evleri yağmaladıklarını yazar (Kırım Tükleri, s. 14, 1970). 18-20 Mayıs’taki etnik temizlik operasyonunaysa binlerce NKVD görevlisi katılmıştır. Tanıklara nazaran, NKVD görevlileri, her evin kapısını çalıp onlara bir adres vermiş ve herkesin 15-20 dakika içinde orada toplanmasını emretmişlerdir. Evlerinden çıkmak istemeyenler hemen orada vurulup öldürüldüğünden, büyük çoğunluğunu yaşlıların, kadınların ve çocukların oluşturduğu Türkler, evlerini, bahçelerini, tarlalarını, bağlarını, eşyalarını ve hayvanlarını bırakmak zorunda kalmışlardır. NKVD’den Stalin’e ve Molotov’a gönderilen telgraflara nazaran ilk gün saat 20.00 itibariyle 90 bin kişi istasyona götürülmüş ve onlardan 48.400’ü 17 katara bindirilerek yola çıkarılmışlardır. 19 Mayıs’ta toplanan 140 bin kişiden 119.424’ü sabah 44 katarla, saat 18.00’de de 165.515 kişiden 136.412’si 50 katarla Kırım’dan gönderilmişlerdir. 20 Mayıs’taki telgraftaysa, operasyonun saat 16.00’da tamamlandığı, toplamda 180.014 kişiden 173.287’sinin 63 katarla hemen yolla çıkarıldığı, geriye kalanların da 4 katarla az sonra hareket edecekleri belirtilmektedir. Ne var ki, sürgün işlemlerinin tamamlandığı sanılırken, Azak Denizi ile Şivas arasındaki Arabat isimli köyün unutulduğu anlaşılır. Trenler gittiğinden, Kobulov’un emriyle Arabat köyünde kim varsa, hepsi köhne bir geminin ambarına hapsedilirler. Ama, gemi açık denizde bir NKVD operasyonuyla batırılacak ve Arabatlıların boğularak ölmeleri sağlanacaktır (Sibirya’dan Nazi Kampları’na, s. 27-29, 2007). Kırım’dan kaç kişinin sürgün edildiğine ilişkin resmî rakamlar arasında bile farklar bulunuyor. Sürgüne gönderilenler için 183.155, 187.859, 188.626, 191.014, 191.044, 193.865 ve 238.500 gibi rakamlar yazılmakta. Ama, kayıt dışı bırakmalar ve gizlenen infâzlar gibi nedenlerle tam rakamı bulmak mümkün değildir. En dikkat çekici husus, insanların sürgün yerlerine çok kötü koşullarda götürülmeleridir. Bir etnik temizliğin amaçlandığı muhakkaktır. Sürgünlerin tıkıldıkları hayvan nakline mahsus vagonlarının kapıları günlerce açılmaz. Açılırsa da, NKVD aileleri dağıtmak için ara sıra açtırmıştır. Aynı aileden birkaç kişiyi farklı yerlerde indirip, onları kaybederler. Bunun nedeni, sürgünler arasındaki olası dayanışmayı, aileleri dağıtarak veya küçülterek önlemektir. Bu yüzden de vagondan indirilenlerin çoğundan bir daha haber alınamamıştır. Vagonlarda oturmak veya uzanmak ise mümkün değildir, herkes ayakta, sırt sırta giderler. O durumda uyurlar, o durumda ihtiyaçlarını giderirler. Ter, sidik ve dışkı kokusuna tahammül imkânsızdır. Bitlenmeyen kimse kalmaz, birkaç gün içindeyse hastalıklar başlar. Yolda 7.889 Kırım Türkü hayatını kaybeder. Ölüm oranı, çocuklar, yaşlılar ve hastalar arasında yüksektir. Ölümlerin nedeniyse, susuzluk, havasızlık ve pisliktir. Ölenlere gömülme izni verilmemiştir, hepsi vagonlardan aşağıya atılmışlardır.
Kırım Türklerinin çoğunluğu, kaynaklara nazaran 151.136, 151.424 veya 151.529 kişi, Özbekistan’da daha önceden belirlenen istasyonlarda dağıtılırlar. Özbekistan’a gönderilenlerin yolculuğu 11 günde, diğerlerininse 8 Haziran’da tamamlanmıştır (Kırım’da Türk Soykırımı, s. 70, 2003). Sürgünlerden 8.597 kişi Mari ÖSSC’ye, 4.286 kişi Kazakistan SSC’ye, 29.286 kişi de Rusya SFSC’nin çeşitli oblastlarına yerleştirilmişlerdir. Bu rakamlar sıhhatliyse, sürgün edilen Türklerin toplam sayısı 194 bine yakın çıkıyor. O yılın sonuna kadar 818 aile ve 1945 yılında da ordudan tardedilen 2 bin kadar Kırım Türkü daha Özbekistan’a getirilmiştir. Sürgünler her yerde çok kötü karşılanmışlar, bazı yerlerdeyse taşlanmışlardır. Onlara karşı şiddetin devlet tarafından kışkırtıldığı muhakkaktır. Sonbaharda sürgünlerden 18.881 aile kolhozlara, 7.883 aile sovhozlara ve 10.527 aile de diğer işletmelere ‘köle emeği’ olarak yerleştirilirler. Sürgünlere 1944 ile 1947 arasında aile başına 1.539 ruble kredi dağıtıldığı doğrudur ama, bu para ancak 16.3 kilo un almaya yetmektedir. Bir sürgün, ‘At arabalarında bizi çalışmaya götürürlerdi. Çocukları da alırlardı. Başımızda polis gibi adamlar nöbet beklerdi . Bizi hep çalıştırırlardı. Sıcak yemek de vermezlerdi. Korkardık başımızı çevirmeye, bir bakardık arkamızdaki ölmüş. Her gün ölenler olurdu. Onları gömemezdik bile. Yer yok derlerdi. Bu yüzden hepsini kurtlar, çakallar yedi. Sadece ölenleri mi? Hayır. Hastalanıp yere yığılanları da çakallara bırakırlardı’ diyor (Sibirya’dan Nazi Kampları’na, s. 79, 2007). Bir kaynakta ilk yıl içinde 10.105 kişinin açlıktan öldüğü belirtiliyor. Bir başka kaynaktaysa, 1994’ten 1947’ye kadar çeşitli nedenlerle sürgünde hayatlarını kaybeden Türklerin sayısının 44.887 ile 109.956 arasında olduğunun tahmin edildiği ifâde ediliyor.
18-20 Mayıs operasyonunda saptanabildiği kadarıyla 8.730 köy, 2.500 cami ve 680 okul yerle bir edilmiştir. Sürgüne gönderilenlerin 2 milyar 440 milyon ruble parasına ve 1 miyar 400 milyon ruble değerindeki mallarınaysa devlet el koymuştur (Stalin ve Türk Dünyası, s. 228-229, 2007). 14 Aralık günü alınan bir kararla Türkçe yer isimlerinin hepsi Rusça isimlerle değiştirilir. Hayvanlar kırılır, ürün tarlalarda çürür. Bu yüzden, felâketin daha fazla büyümemesi için, gidenlerin yerlerine 101.707 aileden 406.828 kişi ‘zorla’ getirilir. Slav ırkından olanların 244.734’ü Ukrayna SSC’inden, 162.096’sıysa farklı farklı Rusya Federasyonu SSC’lerinden toplanmıştır.
Stalinistler, Kırım Türklerinin 1944 yılındaki sürgününün gerekçesi olarak, onlardan 20 bin kadarının gönüllü olarak Almanların safında Kızıl Ordu’ya karşı savaşmalarını gösterirler. Rakam uydurma olmakla birlikte, vâkıa kısmen doğrudur. Alman askerî belgelerine nazaran 203 yerleşim yerinden ve 5 esir kampından toplamda 9.255 kişi müdâfaa-i nefis taburlarına yazılmışlardır. Köylerden müdâfaa-i nefis taburlarına yazılanların bir kısmının Bolşeviklerin zulmünden ve 1931-1932 sunî kıtlığından büyük acılar çekmiş ailelerden gönüllüler oldukları kesindir. Bunda ayrıca Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan beri Kırım’da yürüttüğü İslam politikasının da payı bulunuyordu. Ama esir kamplarından katılanlar için aynı şeyi tanıklıklara nazaran söylemek pek mümkün değildir. Esir kamplarındaki Türklerin Alman saflarında Ruslara karşı savaşmaya nasıl ve hangi koşullarda zorlandıklarına ilişkin Cengiz Dağcı’nın ‘Korkunç Yıllar’ı (Varlık Yayınları, 1956) ve ‘Yurdunu Kaybeden Adam’ı (Varlık Yayınları, 1957) birinci ağızdan tanıklıktır. Oysa, Almanlara karşı Kızıl Ordu’da ve partizan hareketinde savaşan çok daha fazla Kırım Türkü vardı. Sadece 18-20 Mayıs operasyonunda bile 524’ü yüksek rütbeli subay olmak üzere Kızıl Ordu mensubu 8.995 Kırım Türkü sürgün edilmiştir.
Kırım’dan Türklerin ardından 12.422 Bulgar, 15.040 Rum, 9.621 Ermeni ve 1.119 Alman sürgüne gönderilir. Buna diğer uluslardan 3.652 kişiyi de eklememiz gerekiyor. Fakat sürgünler arasında etnik ayrımcılık yapılmış, sadece Türkler yok edilmek istenmiştir. Örneğin, Türklerin yanlarına eşya ve para almaları yasaklanmışken, Ermenilerin yanlarına 300 kilo eşya ve altınlarını almalarına izin verilmiştir. Ama, bundan çok daha önemli bir ayrıntıyı, A. Buket Coşkuner’in söyleşi yaptığı Arire Hanım, ‘Onları bizim gibi kırmadılar, aşağılamadılar. Sürgün mahalline bizim gibi kirli pasaklı gelmediler, temiz geldiler’ şeklinde ifâde etmişti...