‘Tuhaf Günler Peşimizde’ kitabının yazarı Halil Turhanlı, Pulitzer ödüllü romancı James Agee’nin anaakım gazeteciliğe meydan okuyan bir gazeteci oluşuna dikkat çekiyor.
Özyaşamsal romanı Ailede Bir Ölüm (çev. Tomris Uyar, Ayrıntı Yayınları, 1996) ile 1958 yılında kurmaca dalında Pulitzer ödülü kazanan romancı James Agee aynı zamanda Hollywood’un altın çağında, 1940’larda etkili bir sinema eleştirmeniydi. Time ve Nation dergilerinde uzun yıllar sürdürdüğü film eleştirileri bazen analitik, bazen duygusal ve şiirsel, kimi kez düpedüz kışkırtıcıydı. Hollywood’un görsel hikâye anlatma geleneğini, kentsel melodramları, Charles Chaplin ve Buster Keaton’ın sessiz komedilerini, ucuz bütçeli korku filmlerini, hızlı harekete dayalı serüven filmlerini sevdi ve destekledi.
Hollywood filmlerini eğlence endüstrisinin, kitle kültürünün basit ürünleri olarak görmedi Bunların bir şekilde ve belirli oranda hayatı özümsediklerini, zamanın ruhunu yansıttıklarını, bu filmlerde klişelerin ötesinde hayata dair bir şeyler bulmanın mümkün olduğunu düşünüyordu. Film eleştirisinin sanat eleştirisinin önemli bir dalı haline gelmesine katkıda bulundu; 1960’larda film eleştirisini doruğa çıkaran genç kuşak eleştirmenler Agee’e gerçekten çok şey borçludurlar. Ayrıca çok yetenekli bir senaryo yazarıydı. John Huston’ın yönettiği Afrika Kraliçesi’nin Charles Laughton’ın yönettiği tek film olan ve bugün kült statüsü kazanmış bulunan Avcının Gecesi’nin senaryolarında onun imzası vardır. Bütün bunların yanısıra anaakım gazeteciliğe meydan okuyan çok farklı bir gazeteciydi.
Çocukluğunu Güneyde yaşadı; Knoxville, Tennessee’de dünyaya geldi Henüz altı yaşındayken babasını bir araba kazasında kaybetti. Onu ve kardeşlerini sofu Hıristiyan anneleri yetiştirdi. 1955’de, kırk beş yaşında doktoruyla randevuya giderken taksinin arka koltuğunda geçirdiği kalp krizi sonucu öldü.
Yeni Anlaşma (New Deal) liberali olan Agee, 1932’de Harvard’dan mezun olduktan çok kısa bir süre sonra Henry Luce’nin Fortune dergisinde çalışmaya başladı. Fortune’un iş dünyasını yönelik yayın politikası Yeni Anlaşma uygulamalarıyla, bu uygulamaların ardındaki düşüncelerle uyuşmuyordu. Büyük ekonomik buhran döneminde dahi Amerikan ekonomisine iyimser bir bakışa sahipti; buhranı önemsemiyor, yoksulları korumaya yönelik politikalara açıkça karşı çıkmasa da sonuçta ekonomiye devlet müdahalelerini gereksiz buluyordu.
Henry Luce’nin Fortune ile hedeflediği okur kitlesi iş dünyasıydı. Ama entelektüel alt yapısı sağlam sol liberal eğilimli yazarların, gazetecilerin en sıradan, hatta düpedüz sıkıcı konuları bile ilginç kılabildiklerini ve bu tür yazıları iş insanlarının da okuduklarını biliyordu. James Agee gibi Yeni Anlaşma liberallerini istihdam etmesinin nedeni buydu.
1936’da Fortune, Agee’yi derin Güney’de ortakçı aileleriyle röportaj yapmakla görevlendirdi, o da fotografçı Walker Evans’ı yanına alarak gitti. Evans o sırada ABD Hükümeti için Çiftlik Güvenlik İdaresi’nde fotografçı olarak çalışıyordu. Bu görevi dolayısıyla Güney’deki kır yoksullarının yaşadıkları zorlukları daha önce de belgelemişti. Agee ise Güneye hiç yabancı değildi. Şimdi Fortune onu bir kez çocukluğunun coğrafyasına geri gönderiyordu.
Agee ve Evans, Temmuz ayında, sıcakların iyice bastırdığı günlerde Alabama’ya, Hale ilçesine vardılar. Orada dört hafta kaldılar, bu süre boyunca üç ortakçı ailesinin günlük yaşamlarını gözlemlediler; aslında gözlemekten daha fazlasını yaptılar, onların hayatlarına katıldılar. Let Us Now Praise Famous Men (Şimdi Ünlü Adamları Övelim) Güneydeki çiftlik ekonomisi, tarımdaki büyük emek sömürüsü üzerine bir incelemedir.
Agee’nin metni lirik ve felsefi, Evans’ın fotoğrafları etkileyiciydi. Aralarındaki muhabir ve fotoğrafçının alışıldık işbirliği değildi. Onlar buhran döneminde yaşanılan trajediyi gösterebilmek için belgesel geleneğin kurallarına karşı duran ve radikal bir estetik özgünlüğe sahip yeni bir biçime öncülük ettiler. İmge ve sözcüklerden oluşan melez bir biçim. Yoksulluğu ne estetize ediyor, ne de teşhir ediyorlardı. Edebiyat eleştirmeni Alfred Kazin bu deneysel metin- fotoğraf eser için “alışılmadık derecede hassasiyetle ve ahlaki yoğunlukla yazılmış belge” demişti.
Agee popüler olma kaygısı taşımıyor; okurunu popüler kültür tüketicisi olarak görmüyordu. Bu durumda geniş bir okura ulaşmayı bekleyemezdi. Fortune’un beklentilerini karşılamayacağını da tahmin ediyordu. Yanılmadı, ama zaman içinde ve ölümünden sonra Let Us Now onu kült bir yazar yaptı. Yoksul ortakçı aileleri hakkında yazarken gerçeğin ancak bir kısmını anlatabildiğinin de farkındaydı; buna rağmen kitap Büyük Bunalım dönemi üzerine çalışan tarihçilerin yararlandıkları bir kaynak niteliğini kazandı.
Her şey Agee’nin tahmin ettiği ve beklediği gibi oldu. Fortune onun yazdığı taslağı hemen geri çevirdi. Telif hakkına sahip olan Henry Luce herhangi bir yayınevinin yayımlamasına da uzun süre izin vermedi. Kitap olarak ancak 1942’de Houghton Mifflin yayınevince yayımlandı. İlgi görmedi.
Yirmi yıl sonra yeniden yayımlandığında hatırı sayılır bir okur kitlesi buldu. Yeni baskıda Walker Evans’ın ilk baskıda yer almayan bazı fotoğrafları da vardı, Evans bir de önsöz yazmıştı. Bu kez neden ilgi görmüş, okunmuş ve tartışılmıştı? Bunun birkaç nedeni var. Birincisi dönem deneyselliğe, yenilikçiliğe ve öncü girişimlere açıktı. Yayıncılar da bu tür çabaları geri çevirmiyorlardı. Deneyciliği övgüyle karşılayan bir eleştirmenler kuşağı da kültür dünyasında etkisini duyuruyordu.
İkinci neden özellikle genç kuşaklar arasında radikal eğilimlerin yayılmasıydı. Yoksullarla dayanışma ideal, düşünce ve duygu olarak yükseliyor ve benimseniyordu. Kitapta hikâyesi anlatılanlar Güneydeki yoksul siyahlar değildi, ama sivil haklar hareketine katılan gençler o coğrafyadaki acımasız emek sömürüsü gerçeğini dile getiren bu kitabı bir tür rehber edindiler. Ülkenin değişik kesimlerinden bölgeye gelirken çantalarında bu kitap vardı. Anılan kuşak kitabı politik olarak okudu
Aslında benzer bir çalışmayı on dokuzuncu yüzyıl sonlarında sosyal reformcu Jacob Riis gerçekleştirmişti. How the Other Half Lives’de (Diğer Yarısı Nasıl Yaşıyor’da) 1880’lerin New York’unun en yoksul insanlarının içinde bulundukları kötü yaşam şartlarını, dalgalar halinde gelen göçmenlerin son derece sağlıksız koşullarda barındığı ve bazıları aynı zamanda iki-üç aileye birden kiralanan konutları, suç oranı yüksek kötü şöhretli sokakları, bakımsız mahalleleri hem yazılı metinle anlatmaya çalışmış hem de kendi çektiği fotoğraflarla görüntülemişti, Riis’in amacı da elbette bu insanları teşhir etmek değildi. Orta ve üst sınıfların kent yoksullarının içine bulundukları sefalete dikkatlerini çekmek, aynı kentte yaşadıkları halde görmezden geldikleri bu insanların varlığını hatırlatmak ve böylelikle sosyal reformları başlatmak amacını taşıyordu. Agee ve Evans’ın girişimlerinin geçmişte bir benzeri arandığında Riis’in bu çalışması hatırlanabilir. Çabalarının 1930’lardaki bir benzeri olarak Erskine Caldwell ve Margaret Bourke-White’ın ortak çalışmaları You Have Seen Their Faces’den (Yüzlerini Görmüştünüz’den) söz edilebiliriz. Onlar da aynı şekilde kır yoksullarını belgelemiş, yoksulların hayatlarını anlatmışlardı. Ama şöyle bir farktan söz edilebilir: Agee’nin metni bol alıntılı ve daha zengindir.
Ayrıca o daha iyi bir üslupçudur. Caldwell 1930’ların sosyal gerçekçiliğinin sınırları dışına çıkamaz, bu geleneğin içinde kalır.
Kır yoksullarının yaşadıkları ekonomik güçlüklerin belgelenmesi ve toplumun ekonomik bunalımdan görece daha az etkilenen diğer kesimlerine sunulması, bu yolla toplumda değişik sınıflar kesimler arasında duygudaşlık ve dayanışma duygusu yaratılması Yeni Anlaşma politikalarının bir parçacını oluşturuyordu. Bu kapsamda estetik açıdan öncü çalışmalar yapılmıştı. Let Us Now bu çalışmaların ilk akla gelenlerinden biridir. Agee ve Evans yeni politik olanaklar sunan bir çalışma gerçekleştirmişlerdi.
1930’ların politik tarzına, estetik formuna meydan okuyorlardı. Sosyal gerçekliği farklı bir estetik form içinde sunuyor; zengin bir metin ve çarpıcı fotoğraflarla dönemin sosyal gerçekçilik anlayışına bir alternatif öneriyorlar; mevcut temsil sistem ve stratejilerinin kifayetsiz olduğunu ortaya koyuyorlardı
Agee yerleşik gazetecilik, anlayışına meydan okuyan “öznel gazetecilik” anlayışını benimsemişti.
Gazetecinin tarafsız ( nesnel ) olamayacağını vurguluyordu. Ona göre tarafsızlık iddiasında bulunan gazeteci aslında doğru söylemiyordu, tarafsız habercilik mümkün değildi. Öznel gazetecilik ise özünde olgusal haberciliğinin ötesinde haberlerin yorumla, analitik bir yaklaşımla sunulmasıydı ve bu bir gelenekti. Kitle iletişim çağında basının ticarileşmesiyle birlikte bu gelenek zayıflamış, giderek kaybolmuştu. Yirminci yüzyılda haber odalarına ‘tarafsız’ gazetecilik egemen olmuştu. Artık duygusal olmayan nesnel gazetecilik gerçeği iletmenin tek meşru yolu sayılıyordu. Şu da var: Kitle iletişim çağında nesnellik adı altında kitleye anonim bir sesle konuşmak etik açıdan da sorgulanması gereken bir anlayıştı.
Let Us Now Agee’nin öznel gazetecilik anlayışının bir örneğiydi. Ortakçı ailelerinin içinde bulundukları güç koşulları belgelemekle yetinmemiş, belirli bir mesafeden bakmamıştı. Etik ve politik sorumluluk yükleyen öznel gazetecilik anlayışı sayesinde onların ıstırap dolu hayatlarına katılmıştı.