Ankara Enstitüsü Araştırma Direktörü Taha Özhan, bulunduğumuz yıl içindeki jeopolitik risklere ilişkin analizini İsrail’in saldırıları üzerinden sürdürüyor.
İsrail’in Gazze’de soykırıma dönüşen saldırılarıyla bir kez daha teyit edilen bu durum, 2023 biterken Batı-dışı dünyaya Batı’ya dair oldukça net negatif mesajlar vermiş oldu. Hatta toplumsal düzeyde (Batı ayrımı olmaksızın dünyanın tamamında hem sokakların hem de anketlerin işaret ettiği üzere) Batılı aktörlerin küresel düzeydeki meşruiyet algılarının vahim bir çöküş yaşadığı da söylenebilir. Bu durumun ilerleyen yıllarda keskin sonuçları olacağını söylemek mümkündür. Bu sonuçların jenerasyonel etki ile yeni bir değişim dalgası için imkânlar oluşturması da keza öyle. Batı’nın sürdürülebilirliği sorgulanan agresif jeopolitik eksen oluşturma girişimleri orta düzey güçlerle karşılaşmalarında da yeni bir sorun alanına dönüşmektedir.
Batı’da son yıllarda küresel ve bölgesel jeopolitiğin oluşumunda önemli roller üstlenen ve belirleyici olan “Orta düzey güçler”i ya Çin rekabeti ve Rusya savaşında sıradan bir araç olarak gören ya da bu güçlerin kendi bölgelerindeki ağırlıklarını umursamayan yaklaşımlar artmaktadır. Oysa son yılların da teyit ettiği üzere, orta düzey güçlerde gerek bağımsız gerekse tarafsız davranma eğilimlerin güçlendiği bir dönemde, Batı’nın “umursamazlığa” dönüşen tavırlarının yakın dönemde somut maliyetleri oluşacaktır. Küresel sistem üzerindeki Batı kaynaklı risklerin artması görece yeni bir fenomen olmakla birlikte önümüzdeki yılları şekillendirecektir.
Batı’nın gerek küresel ekonomik hizalanmada yaşanacak kaçınılmaz değişimleri sindirim kapasitesindeki sorunları gerekse de asgari düzeyde kurallı jeopolitik düzenin korunmasına yönelik uluslararası zeminin muhafazası başlıklarında Çin’den veya Rusya’dan farksız bir pozisyona savrulması küresel ekonomik ve jeopolitik risklerin artmasına yol açmaktadır. Özellikle Ukrayna savaşında dünya, Batı’nın kolektif bir şekilde sergilediği tavrın arkasında değilse bile karşısında duracak bir pozisyon almadı. Rusya’nın uluslararası hukuku hiçe sayarak başlattığı işgal girişimiyle başta Batı için biriken kredi, İsrail işgali ve katliamlarıyla tek seferde tükendi. Artık İsrail meselesi, Batı ile dünya arasında önemli bir mukayese alanına dönüştü ve büyük bir güven krizi ortaya çıkardı.
Bu güven krizinin göbeğine ise BM’nin yapısı oturmuş durumda. BM bu haliyle, Güvenlik Konseyi vesayeti altında tam bir vetokrasi yönetimiyle işlevsiz halini sürdürmekte zorlanacaktır. Benzer şekilde IMF ve Dünya Bankası’nda da 75 yıl önceki ekonomik güç dağılımının yansımasını korumaya çalışmak gerçekçi değildir. Genişleyen BRICS’in, emekleme aşamasındaki kalkınma bankası bu süreçte zemin kazanacaktır. Felç olmuş BM, eğer reforme edilmezse, önümüzdeki yıllarda Global Güney’de yeni bir güvenlik kurumunun doğumuna yol açabilir. Bu krizde ana mesele, uluslararası kurumlarda ihtiyaç duyulan ve katılımcılığı sağlayacak reformların yapılmaması durumunda Çin’in alternatif olması değildir.
Pekin henüz böyle bir perspektife sahip değil. Gerek üretim gücü gerekse de jeopolitik ağırlığı demokrasi sınırına dayanmış durumda. Asgari düzeyde demokratikleşme süreci yaşanmadığı sürece, cari kapalı haliyle, dünyayla kurduğu ilişki limanlar arası münasebeti aşarak jeopolitik ve ekonomik bir ağırlığa ulaşmasına engel olacaktır. Asıl mesele bu reformların olmadığı senaryoda küresel dağılmadaki ivmenin oldukça hızlı bir şekilde artma riskidir. Bu tehlikeye ne küresel ekonomik hizalanmanın değişmemesini arzu eden Batı ne de cari sıralamanın değişmesini isteyen Çin’in bir cevabı bulunmaktadır. Siyasal perspektifin ve sürdürülebilir ciddi işbirliği zeminlerinin kaybolması kaotik senaryoların güçlenmesine yol açmaktadır.
ÜÇÜNCÜ SENESİNDE UKRAYNA İŞGALİ
Bu kış, Ukrayna ile Rusya arasındaki savaşta askeri ve/veya siyasi bir dönüm noktası olabilir. Savaşın çıkmaza sürüklenmesi, Ukrayna’nın ABD ve Avrupa’daki müttefiklerinin desteklerinde yaşanacak sorunlar ve Kiev’deki iç siyasi gerilimler, Ukrayna’nın kendisini Rusya’nın topyekûn saldırısına karşı savunma yeteneğini azaltma riski taşıyor. Benzer şekilde Zelenski’nin İsrail-Gazze savaşında takındığı pozisyon, Batı dışındaki ülkelerde ve toplumsal destekte kredisini tüketmiş durumda. Bunlardan, Ukrayna’nın başarısı için en önemli olanı Batılı ortaklarının yalpalaması şu an için savaşın gidişatını değiştirebilecek en önemli unsur olarak duruyor. Ukrayna’nın kara savaşında üçüncü kışı çıkarabilmesi için ciddi bir desteğe ihtiyacı bulunuyor.
Biden yönetimi, yaptırımların Rusya’yı felç ederek rejim değişikliğini zorlayabileceğini hayal etmişti. Bunun yerine, dünya ticaret ve finansal akımlarının ciddi bir kısmı Amerikan yaptırımlarını atladılar. Sonuçta, yaptırımlar Rusya’nın petrol gelirlerini zar zor azalttı.
Türkiye, Kazakistan, Gürcistan ve Ermenistan gibi aracılarla Çin’den istikrarlı yüksek teknoloji bileşenleri tedarikini sürdürdü. Rusya ekonomisi, Biden’ın öngördüğü gibi yüzde 50 oranında çökmek yerine, 2022’de sadece yüzde 2,1 daraldıktan sonra 2023’te yüzde 3 büyüdü. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, en azından 2024 ABD seçimlerine kadar uzun bir oyun oynamaya çalıştığının bilincinde olan çoğu Avrupa hükümeti, savunma bütçelerini artırırken mali ve askeri yardımlarını sürdürmeye kararlı görünüyor. ABD Başkanı Biden, Ukrayna desteğini kongreden geçirmekte çok daha fazla zorlanacağı bir döneme giriyor. Yaklaşık iki yıldır Rusya işgaline karşı birlik görüntüsü veren Ukrayna’nın iç dengeleri de sarsılmaya başlıyor. Özellikle askeri liderlikle siyasi liderlik arasındaki sorunlar büyüyor, savaş ortamında seçime gitmeme yaklaşımı gerilimi artırıyor. Demokratların Washington’da iktidarı kaybetme senaryosu ve AB desteklerinin kırılgan hale gelme ihtimali Ukrayna açısından 2024’ün belirleyici olacağını gösteriyor.
Ukrayna işgaline dair tıkanmayı teyit eden bir gelişme de Aralık ayında G-7 ve belli sayıda ülkenin Suudi Arabistan’da Kiev’in geleceğini masaya yatırmak üzere toplandıklarına dair haberin sızdırılmasıyla yaşandı. Türkiye’nin de katıldığı iddia edilen Suudi Arabistan toplantısında ciddiye alınacak bir ilerleme kaydedilmediği anlaşılıyor. Toplantıda, Amerika’nın başı çektiği G-7 blokunun, diğer ülkelerin baskısına rağmen, Ukrayna’da bir uzlaşma formülü için Rusya ile doğrudan müzakere fikrine yanaşmadıkları ortaya çıktı.
Benzer bir durum işgalin ilk döneminde İstanbul’da büyük ölçüde savaşı durdurma ve hatta bitirme zemini oluşmuşken, ABD ve İngiltere’nin baskılarıyla Kiev’in anlaşmaya yanaşmamasıyla yaşanmıştı. Ancak gelinen noktada, ABD ve Avrupa’nın Ukrayna’ya yapmayı planladıkları 100 milyar dolara ulaşan yardım parlamentolarda askıya alınmış durumda. Kiev’in bu yardımı alsa bile savaşacak asker sorununun yanında sürdürülebilir siyasi liderlik meselesi de büyümeye devam ediyor. Her açıdan oluşan baskılar altında, 2024’te Ukrayna işgalinde bir kırılma yaşanma ihtimali artmaktadır.
Seçimlerden Ukrayna işgaline, küresel faiz oranlarının geleceğinden büyüyen ticaret savaşlarına, ABD-Çin geriliminden İsrail katliamlarının bölgesel bir savaşı tetikleme potansiyeline varıncaya kadar bir dizi risk alanının 2024’te belirleyici olacağı görülüyor. Başta ABD olmak üzere bu sene jeopolitik ve ekonomik açıdan belirleyici konumdaki birçok ülke kendi iç gündemleriyle -seçimlerle- meşgul olmak zorundalar. Bu durum riskleri daha da artırdığı gibi birçok ülkeye de farklı fırsat imkânları sunacaktır. Akışkan ittifakların arttığı ve parçalı küreselleşmenin büyüdüğü bir dönemde 2024’ü verimli kullanabilen Orta Düzey güçlerin ciddi mesafe alma imkânı bulunmaktadır. Amerikan seçimlerinin gidişatına dair öncü göstergeler ortaya çıkmaya başladığında, küresel jeopolitik ve ekonomik hareketlenme de ivmelenecektir. Bu senenin baharında, jeopolitik 2024’ün ne zaman biteceğini daha rahat görme şansımız ortaya çıkacaktır.