Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İlhami Güler, özü itibarıyla ‘Tanrılık bir iş’ olan hukukun rahmaniyeti gerektirdiğini ve özünün insaf, merhamet, adalet olduğunu belirtiyor.
İnsanlığın medeni gelişmesi, -toplumsal örgütlenme yani devlet kurma olarak- evrimsel bir süreç içinde kişi kültünden, lider/karizma/kahramanlıktan uzmanlığa, hukuka, kuruma, kurala; tek akıldan ortak akla, zorbalıktan/güç kullanmaktan uzlaşıya/konsensüse/icma’ya doğrudur. Kur’an, “Şûra” ilkesi ile (3/159, 42/38) bu sürece destek vermiştir; ancak, Müslümanlar, bu tavsiyeye kulak asmayıp; ikinci moda devam etmişlerdir (Halife-Sultan-İmam-Zıllullah)
1- KAHRAMAN-KARİZMA-LİDER
Toplumda her türlü ilişkinin, olay ve olgunun kendine has bir tekilliği olup; ahlaki açıdan hakkaniyete dayalı kendine has/tekil vicdani bir çözümü olması gerekirken; İnsan doğasının içgüdüselliği/hayvansılığı, vicdan kapasitesinden daha güçlü olduğundan dolayı, toplumun devamı için “Toplum Sözleşmesi” olarak “Devlet=Hukuk” a ihtiyaç duyulmuş ve icat edilmiştir. İnsanların adalet ihtiyacı, “Hakem” bulmayı; güvenlik ihtiyacı ise, “Kahraman-Kişi-Karizma” yani adam bulmayı intaç etmiştir. İkisini bir arada bulduğu “kişi”ler, dillere destan olmuştur (Nûşîrevan-Hz. Ömer). Kabile hayatında Reisin/şefin; devlet hayatında da Kralın ve ailesinin otoritesi, -özü itibari ile- gücünden ve halkın güvenlik ihtiyacını karşılamasından, onları korumasından doğar. Halk, “sürü” olarak kendine bir “çoban tutar”. Çobanı doğuran, sürüdür.
Sürü, insanların bireysel onur ve sorumluluk taşımamalarından; kurda karşı korunma uzuvları (boynuzları) ve kendilerini koruma cesareti olmamasından doğar. “Sürü, -uzun vadede- kurdu da çobanı da sahibini de besler.” Sürüleşmenin arkasında yatan diğer bir neden, konformizmdir. Kitle/sürü, elini sıcak sudan soğuk suya vurmak istemeyebilir; suya sabuna dokunmayı tercih etmeyebilir, elini taşın altına sokmamayı tercih edebilir, “oyuncu” değil; “seyirci” olmayı tercih edebilir. Çobanlık, zorla elde edilebileceği gibi; gönüllü/seçimle de olabilir. Çoban, “tutulur”. Çobanlık, tarım toplumlarında niteliksiz-mülksüz insanların itibar ettiği –koyunlara karşı- bir sorumluluk mesleğidir.
Bu tarz bir yönetim ilişkisini “Efendi-Köle” veya “Tanrı-Putlar” ilişkisi metaforları ile de izah edebiliriz. Hegel, çatışmada yaralanmayı veya ölümü göze alan “Efendi”; göze alamayan ise, “Köle” olur der. Politik hayatta da muhalifleri veya düşmanları ile çatışmayı göze alan, kahraman/karizma/lider olur; muhalifler, kahramandan korkar, boyun eğer, nefret eder; taraftarları ise, bu güce saygı duyar ve bazıları da tapar. Sümerler’de, Mısır’da, Persler’de, Roma’da, Japonlarda ve Abbasilerde (Zıllullah) Krala Tanrısal nitelikler verilmişti. Şiilerde İmam’a, Tarikatlarda Mehdi, Gavs, Kutup ve Şeyhlere de Karizmatik nitelikler verilmiştir.
Kral/Lider/Kahraman/Karizma, Tanrısal mutlak güce haiz olunca; onunla yakın ilişkide olanlar, avâneleri, aracılar/ortaklar (şirk-et) olarak putlaşırlar. “Şefaatçi”ler olurlar. Hukukun değil; Liderin yetki verdiği herkes (bürokrasi), lideri taklit eder; toplum, mafyalaşır; çeteler, türer. “Hal, sâridir.”, “Balık, baştan kokar”, “İmam, bunu yaparsa; cemaat, daha ne yapar.”, “Kıratın yanında duran ya suyundan ya da tüyünden alır… Özetle, lider, toplumu kendine benzetir. “Araplar’ın, “En-nas, ala dini mülukihim= İnsanlar, meliklerinin dini üzeredir.” sözü, bu gerçeği ifade eder. Bu durum, tersinden de doğrudur: “Tencere, yuvarlanır; kapağını bulur.” Oysa, siyaset felsefesinin dediği gibi: “Kontrolsüz güç, güç değildir.”, “Güç tefessüh eder; mutlak güç, mutlak tefessüh eder.” Tanrı bile, kendini ahlaki kurallarla (sünnetullah) sınırlamıştır. İnsanların da ahlaki/hukuki kurallara uymasını istemiştir: “…Bunlar, Allah’ın koyduğu kurallardır (hududullah), sakın bunları aşmayın; kim bunları aşarsa onlar, zalimlerin tâ kendileridir.” (2/229).
2- KURUM-KURAL-HUKUK
1215’te İngiliz Lordlarının kral John’a kabul ettirdikleri “Magna Carta (Büyük Sözleşme)”, Krallığın mutlak yetkilerinin insanlık tarihinde “Sözleşme/Hukuk” ile ilk defa sınırlandırılması idi. 1789 Fransız İhtilali, krallığın zorla devrilmesi ve yerine halk yönetimi olarak “Cumhuriyet”in kurulması oldu. Giderek Batıda devlet, “Toplum Sözleşmesi (Rousseau)” mantığı/kabulü ile “Anayasa/Kurallar” çerçevesinde bir “Hukuk” aparatı/aygıtı kurumu olarak gelişti. Bunu laiklik, demokrasi ve kuvvetler ayrılığı kurum-kural ve hukuku takip etti.
Devlet yönetimini –bir emanet olarak- alanında uzmanlaşmış, ehliyet ve liyakat sahibi kişilere tevdi etmek, Kur’an’ın da emridir (4/58). Bu da mantıki/zorunlu olarak her iş/alan/sorun için yetki ve sorumlulukları, ahlaki hakkaniyete/hukuka dayalı olarak oluşturulmuş kurallara bağlı kurumlar oluşturmayı gerektirir. Kuralsız, yetkisiz sorun çözme, vicdani olabileceği gibi; keyfi, içgüdüsel ve güç istenci ile de olabilir. Modern toplumun, modern devletin ve bugünkü politik ortamın doğurduğu sorunları, lider/kahraman/karizma ile çözmek, neredeyse imkânsızdır. Ortak akıl, kurum ve konsensüs zorunludur. Hukuk, kurum ve kurallı yönetim, yavaş işler; konsensüs sağlamak zor olabilir, ancak, doğru çözümler üretmek bakımından daha avantajlıdır. Hukuk devletlerindeki “Denge ve Denetleme” kurum ve kuralları, muhtemel zorlukları aşmak için vazedilmiştir. Kişi/Kahraman/karizma/lider, karar vermede hızlıdır, ancak, liderin kapasitesine göre, verilen kararların sonuçları, -geri getirilemeyecek oranda- ağır, tehlikeli ve külfetli olabilir.
3- SONUÇ
Hukuk, özü itibari ile Tanrılık bir iştir. Rahmaniyeti gerektirir. Rahmaniyete özenmedir. Özü, insaf, merhamet ve adalettir. “Dediğim dedik, öttürdüğüm düdük” anlamında “güç istenci” olarak her alanda “Tek-Adam”lık ise, -istiğna ve istikbar olarak- şeytanlığa yakındır. Kur’an, sınırsız güç istenci/tuğyan olarak, “Tağutluk” ile, şeytanlığı bir tutar. (4/60, 5/60, 16/36…)
Türkiye, bir kahraman/liderin (M. Kemal) öncülüğünde “Cumhuriyet” devrimi ile devleti hukuk, kurum ve kurallarla kurma istikametine yönelmiş; ancak, bu kahramanın ölümünden sonra, -ironik bir şekilde- putlaştırılarak yolda kalınmış; bir müddet yalpaladıktan sonra, kişi kültüne -siyaset başta olmak üzere- her alanda geri dönülmüştür. Halkı Müslüman olan ülkelerin çoğunda lider, kahraman, karizma, kral, Ayetullah, kaid, zaim… yani kişi kültü devam etmektedir. Bundan dolayı da kurum-kural ve hukuka bağlı bir “Devlet” kurup, toplumsal güvenlik, adalet ve huzurlarını sağlayamıyorlar.