Eski Yargıtay Birinci Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk “Her adımda yürürlükteki hukukun dogmasının özüne erişebilmek için, ilkin hukuk dogmatiğini iyi bilmek ve irdelemek zorunludur” diyor.
Hukuk öğretiminin nasıl olması gerektiğini belirleyebilmek için, kanımca ilkin bu konudaki yaklaşımlar üzerine eğilmek, sonra da bilim olarak hukuka nasıl yaklaşılmak gerekeceği belirlenmek gerekir. Bu konuda elbette çeşitli yaklaşımlardan söz edilebilir.
Birinci yaklaşım, hukuk düzgülerinin anlamlarını açıklayan “şerhçi (açımlamacı, açıklamacı) yaklaşımdır. Sözgelişi, Fransız Devriminde, Tanzimat döneminde, Türk Kurtuluş ya da Sakarya Savaşlarında yaşananları günü gününe öykü biçiminde (narratif) zamandizinsel (kronolojik) olarak yazıya dökme (vakanüvislik, kayıtçılık, chronique) etkinliği, elbette bir bilim, yani tarih bilimi değil, sadece bilgidir, bilgi aktarmadır. Nitekim bilim dünyasında bu türden etkinlikte bulunanlar da, aslında bilim insanı, yani tarihçi olarak görülmemekte, bu yüzden onlara bir bakıma olup bitenleri devlet adına yazıya dökme (kaydetme) işini yapan, yazımcı (kayıtçı) anlamına gelen “vak’anüvis” (chroniqueur) denmektedir. Elbette dogmatik hukukun dogmalarının, düzgülerinin açıklamalarıyla uğraşmak da bir bakıma bu etkinliğe yakındır. Bu nedenle hukuk düzgülerini madde madde açıklayan etkinlikler (şerh), dogmatik hukuk etkinliklerinin en sıradan örnekleridir; neden-sonuç ilişkisine dayanmadıkları için de bunlar, asla bilim katında sayılmamaktadır. (Kunter, Muhakeme Hukuku Dalı olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul, 1989, n. 2). Bu yüzden böyle bir etkinlik, on dokuzuncu yüzyıl Fransa’sında yaşanan “Açımlamacı Okul” (Ecole de l’exégèse, Şerhçi Okul) kapsamındaki etkinlikler arasında bile sayılamaz.
Hukuk alanında bu etkinliğin süregelen ve alışılan bir adım ötesi ve ikinci yaklaşım ise şudur: Hukuku, varlık bilgisi (ontoloji) açısından biçimsel olarak yürürlükte bulunan, anayasadan genelgelere dek uzanan yazılı düzgülerin bütününü ele alarak incelemek. Hukuka böyle bir yaklaşım ise elbette bir tekniktir. Bu teknik yaklaşım, yürürlükteki hukukun dizgesel (sistematik) yapısını gözeterek düzgüleri belirlemekte, bunlarla ilgili geçmişteki yaklaşımları, uygulamayı, yargılama erkinin görüşlerini gözeterek yorumlamaktadır. Kısaca bu yöntemle yürürlükteki hukuka, somut yazılı hukuk, de lege lata açısından yaklaşılmaktadır. Bu anlayışla sürdürülen hukuk etkinliği, yine bir bilimden çok, bir teknik-sanat olan “düzgü bilgisi” (normoloji) etkinliğidir. Böyle bir etkinlik, kanımızca bilim dünyasının eşiğinde kaldığından ve bütün boyutlarıyla henüz bu dünyaya giremediğinden, yine “dogmatik hukuk” alanıyla ilgili bir uğraştır; yalnızca bir tür “düzgü bilgisi”dir (normoloji); ancak asla hukuk bilimi değildir. Çünkü bu bilgilere ulaşmak için yazılı düzgülere ulaşmak yeterlidir. Kısaca bu ikinci yaklaşım, “dogmatik (inakçı) hukuk yaklaşımı” olup, bütün hukuk öğrenimi boyunca belli bir dönemde uygulanan yazılı hukukun içerik ve kurallarını özetlemekten ibarettir. Bu yaklaşımın da, kanımızca bilimsel yönü ve ağırlığı yetersizdir (Gözler, Kemal, Hukuka Giriş, Bursa, 2018, s. 3-6).
Üçüncü yaklaşım ise, felsefi yaklaşımdır (Çağıl, Orhan Münir, Hukuk Başlangıcı Dersleri, İstanbul, 1963; Aral, Vecdi, Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine, İstanbul, 1975; Güriz, Adnan, Hukuk Başlangıcı, Ankara, 1997). Bu yaklaşıma eğildiğimiz zaman, yayımlanan yapıtlar arasında kimi başkalıklar olmakla birlikte, egemen görüşün gerçekten felsefe ağırlıklı olduğu, değerler dünyasına girilerek “olan” değil, “olması gereken” üzerinde durulduğu görülmektedir. Bu ise elbette hukuka girişten ve hukuk biliminden çok artık bir “hukuk felsefesi”dir (Gözler, Kemal, Hukuka Giriş, Bursa, 2018, s. 2).
Dördüncü yaklaşım ise, bizce “hukuk dogmatiği”dir (dogmatique juridique, Gözler, Kemal, Hukuka Giriş, Bursa, 2018, s. 2, hukuksal dogmatik) ya da Jean-Louis Bergel ve birçok yazarın adlandırmalarıyla “hukukun genel kuramı”dır (la théorie générale du droit). Bergel’in belirttiği gibi, bu yaklaşıma göre, hukuk düzgüleri yine bilimsel olarak ele alınacak, yorumlanacak ve açıklanacaktır. Bu ise bilimin içine girmek demektir. Yeter ki, hukuk bilimi, bu kapsam içinde kalsın, asla ahlak ve politikanın yandaş yargılarına konu edilmesin. Yeter ki, ahlak ve değer yargılarından soyutlansın; ancak hukuk felsefesine bütünüyle teslim olmasın (Bergel, Jean-Louis, Théorie générale du droit, Paris, s. 3-5).
Bu yaklaşımı açıklayabilmek için yine tarih bilimine dönelim. Fransız Devriminin, Tanzimat’ın, Türk Kurtuluş ya da Sakarya Savaşının toplumsal, siyasal ve düşünsel nedenlerini ve tarihsel sonuçlarını belirlemek amacıyla araştırmalara girişildiği anda nasıl tarih bilimine adım atılmış olunursa, aynı düzlemde yürürlükte bulunan ve dogmatik hukukça belirlenen hukuk, yalnızca biçimsel olarak değil, yaşamda eylemli (fiilî), uygulanır olarak ele alınırsa, sözgelimi, bir yasanın ya da yasa düzgüsünün yürürlükte kalmasının ya da yürürlükten düşmesinin, uygulanabilirlik ya da uygulanamama nedenleri hukuk dogmatiğinin, biliminin ışığında, bu bilimin gereklerine göre nasıl olması gerektiği gözetilerek ele alınıp açıklanır; neden-sonuç ilişkileri ortaya konulmaya çalışılırsa, bir başka anlatımla yürürlükteki yazılı ve olan hukuktan (de lege lata) yola çıkılarak olması gereken (düşüncel / ideal, de lege ferenda) hukuk açısından, ancak felsefeye kayılmaksızın sorunlara yaklaşılırsa, bu etkinlik, artık bir teknik, zanaat değil, tıpkı tarih bilimi gibi, bir bilimdir. Adı da, “HUKUK DOGMATİĞİ”dir.
Bu nedenlerle yirminci yüzyılın en etkili hukuk toplumbilimcilerinden biri olan Georges Gurvitch (1894-1965), hukuk bilimini yazılı hukukun değil, hukuk toplumbiliminin yansıttığını belirtmiştir. Çünkü yazılı dogmatik hukuk, özünde olması gereken hukuk dogmatiğine, hukuk toplumbilimine dayanması gereken, onun ürünü olan bir tekniktir. Bu yüzden “genel hukuk kuramı” ya da belki da daha doğru anlatımla “genel hukuk bilimi,” hukuk toplumbiliminden bütünüyle başkadır. Toplumsal gerçekliğin (realite sociale) etik değişkenlere göre düzenlenmesi (anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik vb), değer biçici (normatif) bir çizelgeye (şema) sokulduğu zaman yazılı hukuk kimliği kazanmaktadır. Özetle yazılı hukukun temeli, toplumsal gerçeklik, buna dayanan hukuktur. Bu çizelgede yaratıcı bir çaba yoktur, yalnızca bir belirleme bulunmaktadır. O kadar. Kısaca, hukuk toplumbilimi (toplumsal olgu) ve hukuk felsefesi (etik değer) alanlarında elde edilenler, hukuk kuramının, biliminin ölçütlerine göre kalıplara dökülmekte, düzgülere dönüşerek dogmatik hukuk ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla dogmatik hukuk, hukuk dogmatiğinin sonucu ve ürünü olarak kotarılmakta, büyük ölçüde yazıya dökülmektedir. Dolayısıyla hukukun asıl tohumu, asıl kendisi, hukuk dogmatiğidir (Özbilgen, Tarık, Eleştirisel Hukuk Başlangıcı Dersleri, s. 357; Özbilgen, Tarık, Eleştirisel Hukuk Sosyolojisi Dersleri, I, Genel Esaslar ve Presosyolojik Dönem, İstanbul, 1971, s. 55).
Kanımızca doğru yaklaşım bu dördüncü yaklaşımdır. Yineleme pahasına belirtelim ki, yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda bu yaklaşımı, terim olarak “hukuk dogmatiği” diye adlandırmak daha doğrudur. Zira “hukukun genel kuramı” terimi, her an “genel hukuk kuramı” terimiyle karışıklığa yol açabilecek, ister istemez hukuk felsefesine kayılabilecektir.
Görüldüğü üzere, hukukun her dalında olduğu gibi, dogmatik suç hukuku, suç hukuku dogmatiğinin döşediği yollardan yürümek durumundadır. Unutulmamalıdır ki, hukuk dogmatiği, bir kültür bilimi olarak, evrimi açısından tarihin; değerler ve inançlar açısından felsefenin; yazılı (pozitif) düzgülerin neler ve bunların gelişen dallara göre, nasıl olduğunu anayasa, suç, yurttaşlar (medeni), iş, borçlar vb. açısından inceleyen dogmatik hukukun konusu olabilir. Buna karşılık, bütün hukuk dallarını, bu arada suç hukukunu da ele alan hukuk dogmatiği ise, bir bilimdir. Bu bilimi karşılamak için Batı dillerinde sözel çeviriye göre kullanılan terim “hukukun genel kuramı”dır. Terim, ilkin on dokuzuncu yüzyılda Almanya’da “Allgemeine Rechtslehre,” yirminci yüzyılda “Allgemeine Rechtstheorie” olarak kullanılmış; İngilizceye “general theory of law,” Fransızcaya “théorie générale du droit,” İtalyancaya “teoria generale del diritto,” İspanyolcaya “teoria general del derecho” olarak geçmiştir. Türk hukukunda ise, terimi ilk kullanan yazar, Sadri Maksudi Arsal’dır. Bu terimi “hukukun umumi esasları” olarak Türkçeleştirmiştir (Hukukun Umumi Esasları, Ankara, 1937, s. 4). Daha sonraları ise, yazarlardan bir kesimi, Batı hukukunda geçen terimi sözel çeviriyle ele almışlar ve “hukukun genel teorisi” diye adlandırmışlardır (Selçuk, Sami, Suç Hukuk Dogmatiği ve / ya Grameri, I. Kitap, 2. Baskı, Ankara, 2023, s. 137, dipnot, n. 312). Ancak hukuku iyi algılamak için kanımca bunlar da yetmemektedir. Sözgelimi, eksiksiz ve yetkin bir suç hukuku biliminin, suç hukukunun gramerine de dayanması ve bu hukuka eğilen bilim insanının da, bu grameri iyi özümsemesi zorunludur. Dolayısıyla dil ve özellikle “gramer” kavramına dönerek sorunu, açıklamakta yarar vardır.
Bilindiği üzere, ünlü Fransız tarihçisi ve düşünürü Fernand Braudel (1902-1985), 1963’te yayımladığı yapıtına “Uygarlıkların Grameri” (Grammaire des civilisations) adını vermiştir. Peki, neden? Her şeyden önce bilinmelidir ki, burada kullanılan “gramer” sözcüğü, bir terimdir, ancak hiç de rastgele seçilmiş bir terim değildir. Tam tersine çok boyutlu bilimsel bir “kavram”dır da. Dilbilimci Grevisse’in dünyaca ünlü başyapıtına ve başka kaynaklara başvurulduğu zaman bu terimin, dolayısıyla kavramın “dilbilgisi” olarak Türkçeye çevrilmesi yüzeysel, dolayısıyla yetersiz kalmaktadır. Gerçekten “gramer” (grammaire) terimi ve kavramı (Grevisse, Maurice, Le bon usage, Grammaire française, Gembloux (Namour, Belgique) et Paris, 1969, s.25-27; Robert, Dictionnaire alphabétique et analogique de la langue française, Paris, 1973, s. 799) derinlemesine inilip irdelendiğinde aşağıdaki doğrularla ve gerçeklerle karşılaşılmakta; dilin bütünüyle gramer, gramerin de egemen olunmak ve doğru kullanılmak istenen dilin bütünüyle kendisi olduğu ortaya çıkmaktadır. Zira gramer, ister konuşma, ister yazı ya da ister işaretle olsun, bir dili doğru konuşmak, doğru yazmak, meramı doğru anlatmak için izlenecek “kurallar ve bilgiler bütünü”dür. Çünkü gramer terimi ve kavramı; sesbilim (phonologie, phonétique), biçimsel yapıbilim ya da sözdizim bilimi (morphologie), sözcükbilim, sözlükbilim (lexicologie), anlambilim (sémantique), biçembilim (üslupbilim, stylistique) dallarını da kapsamaktadır. Bunların her biri, şemsiye kavram olan “gramer” üst kavramı altında yer alan birer bilim dalıdır.
Dolayısıyla bütün bu bilimlerin toplamı demek olan gramer terimini ve kavramını “dilbilgisi” olarak çevirmek, bu boyutları içermemekte; yetersiz kalmaktadır. Çünkü gramer, bu durumuyla, dilbilgisi değil, “dilin tümleşik bilimi”dir (science du language). “Dil bilimi” (filoloji) ise, toplumun kültürel öğesi olan dilin tarihsel ve düşünsel açıdan ele alınmasıdır. Bilindiği üzere Fransızcada aynı türün, durumun, eylemin ya da bu eylemin sonucunu ve tümleşik yapısını anlatan sözcüklerin sonuna “-age” son eki getirilmektedir. Sözgelimi, “feuillage” (bütün ağaçların yapraklarının durumu), “servage” (bütün kölelerin durumu, kölelik), “brigandage” (bütün suç işleyenlerin durumu, birlikte haydutluk) gibi “language” da birlikteliği, yani dilin tümleşik bilimini anlatmaktadır (Grevisse, s. 25, 82. Ayrıca bkz. Dizionario della lingua italiano, Roma, 1974, s.775, 776; Bailly, René, Dictionnaire des synonymes de la langue française, Paris, 1974, s. 350; Dauzat, Albert / Dubois, Jean / Mitterand, Henri, Nouveau dictionnaire étymologique, Paris, 1971, s. 351).
Nitekim Philadelphia ve Pennsylvania’da yaşayan, eylemi ve zamanın sürekli akışını yakalayan, tek bir ana bağlı kalmaya direnen, çok katmanlı portrelerde soyutlama ve figürasyonu birleştiren çalışmalarının kökleri, büyüdüğü Doğu Avrupa’nın ve şu anda yaşadığı ABD’nin sanatsal geleneklerine dayanan Rus kökenli,1963 doğumlu Alex Kanevsky’nin şu sözleri gramerin önemini ve gücünü çok güzel özetlemektedir: “İnsanoğlu bir gün virgülü yitirdi: Söyledikleri birbirine karıştı. Noktayı yitirdi: Düşünceleri uzayıp gitti, ayıramadı onları. Bir gün de ünlem işaretini yitirdi: Sevincini, öfkesini, bütün duygularını yitirdi. Soru işaretini yitirdi bir başka gün: Soru sormayı unuttu, her şeyi olduğu gibi kabul eder oldu. İki noktayı yitirdi bir başka gün: Hiçbir açıklama yapamadı. Yaşamının sonuna geldiğinde, elinde sadece tırnak işareti kalmıştı. “*İçinde de başkalarının düşünceleri vardı yalnızca.”
Bu yüzden bir dil, rehber olarak az çok sesbilim, biraz sözcükbilim, biraz sözlükbilim olarak bilinirse, bu bir bakıma dogmatik dildir. Bir adım ötesine geçerek bunlara biçembilim de katılırsa, o dilin bilim dünyasına adım atılmış olur. Eğer gramer terimi ve kavramının kapsadığı yukarıda belirtilen alanları da gözeterek o dile bu altkatmanıyla, altdayanağıyla (Latince substratum (alt katman, dayanak, Almanca ve Fransızca, substrat, İngilizce: substrate, Yunanca, hypokelmenon, Osmanlı Türkçesi (OT), mabih-ül kıyam. Lalande, Vocabulaire technique et critique de la philosophie, PUF, Paris, 1980, s. 1055, 1056) yaklaşılırsa, tam anlamıyla o dilin dogmatiğine, dolayısıyla bilim alanının içine girilmiş olur.
Bu sergilemenin ortaya koyduğu sonuç, konuşulan ve yazılan dili doğru, düzgün kullanmak, uygulamaya yansıtmak isteyen bir kimse, deyiş yerindeyse o dilin bütün temel kurallarını içeren gramerini, bir bakıma dogmatiğini iyi bilmek zorundadır. Bunları bilmeyen biri, anadilini bile iyi bilemediğinden doğru kullanamaz; uygulamaya onu doğru yansıtamaz. Bu nedenlerle, tarih bilimin dâhisi Fernand Braudel (1902- 1985), “gramer” kavramının bu kapsayıcılığından esinlenmiştir. Gerçekten bilindiği üzere Annales Okulunun doruklarından biri olan ve tarih yazımını, birçok düşünürü ve bu arada “Uygarlıklar Çatışması” yapıtının yazarı Samuel P. Huntington’u (1927-2008) da etkileyen Braudel, His scholarship focused on three main projects: The Mediterranean (1923–49, then 1949–66), Civilization and Capitalism (1955–79), and the unfinished Identity of France (1970–85). üç ana tasarıma odaklanmıştır: Akdeniz, uygarlık ve kapitalizm, Fransa’nın tükenmemiş kimliği. Braudel’e göre, tarihin yazılmasında toplumsal, ekonomik etkenlerin etkisi asıldır ve büyük ölçektedir.
Yapıtın “Sunuş” yazısında Braudel’in tarih söylemiyle (discours) ilgili olarak şunlar vurgulanmıştır: “Braudel’in kitabında, artık başrolde kahramanlar değil, uygarlıklar vardır. Bu kitapta artık, çok gerekmedikçe savaşlara yer verilmemiş, ama uygarlıkların kazanımları ayrıntısı içinde incelenmiştir (...) Böylece ortaya macera yanı düşük, kazanım, inşa ve birikim yanı yüksek bir tarih çıkmaktadır. Ağustos böceğinden çok, karıncayı önemseyen bir tarih.” (Braudel, Fernand, (Mehmet Ali Kılıçbay), Uygarlıkların Grameri, İmge yayınları, Ankara, 2017, Sunuş, [Mehmet Ali Kılıçbay], s. 14, 15).
Sergilediği bu görüşlerle, kısaca coğrafya yapılarını, iklimi, günlük yaşamda kullanılan araçları, gereçleri, tarihin öznesi yapan Braudel, uygarlık kavramının düşündürücü, kapsayıcı ve köklü bir tanımına ulaşmaktadır: “Her dönemde, dünyayı ve nesneleri temsil etmenin bir biçimi, egemen bir ortak anlayış (zihniyet, bakış), toplumun tüm kitlesini harekete geçirmekte, ona nüfuz edip toplumun bütününü kuşatmaktadır. Davranışları belirleyen, tercihleri yönlendiren, önyargıları üretip köklü kılan, bir toplumun eylemlerini eğip büken bu anlayış, bütünüyle bir uygarlık olgusudur; bir dönemin tarihsel ve toplumsal kaza ve koşullarının ürünü olmaktan çok, çoğu zaman adeta bilinçaltına yerleşmiş eski inançların, korkuların ve kaygıların uzak mirasının ürünüdür, yani tohumları geçmişin içinde yiten ve kuşaktan kuşağa aktarılan görkemli bir aşılanmanın ürünüdür. Bir toplumun belli bir anın güncel olaylarına, bu olayların onun üzerindeki etkilerine, bunların onu almak zorunda bıraktıkları kararlara karşı tepkisi, mantıktan, hatta bencil çıkardan daha çok, ortak bilinçaltından fışkıran ve çoğu zaman formülleştirilmesi olanaksız olan bu buyruklara uymaktadır.” (Braudel, s. 53).
Kendi alanım olan hukuka, dolayısıyla suç hukukuna gelince. Demek, “ağustos böceğinden çok, karıncayı önemseyen” bir hukuk, suç hukuku da, dogmatik suç hukukundan çok, hukuk, suç hukuku dogmatiğini, gramerini özümsemeli, dogmatik hukuk, bu bilincin ışığında üretilip uygulanmalıdır. Bu nedenle sözgelimi, suç hukukuyla uğraşan bir yapıtın adı, “suç hukuku grameri”ni de kapsayan “suç hukuku dogmatiği ve / ya grameri” olmalıdır. Çünkü hukuk, dolayısıyla suç hukuku dogmatiği (ya da grameri) de, sağlıklı bir dogmatik suç hukukunu oluşturmak için, hiç kuşkusuz ilkin suçun doğduğu toplumsal ortam ve suç eyleminin en önemli oyuncusu olan suçlu insan gerçeklerinden yola çıkmak zorundadır. Bu da yetmez, bu eylemin hangi nedenle suç olarak ortaya çıkıp düzenlendiğini de belirlemek gerekir. Böyle bir incelemenin sonunda görülecektir ki, insanlığın, insanın yarattığı, insana özgü değerleri korumak amacıyla bunları değersizleştiren, hiçleştiren kimi eylemleri suç olarak benimsemesi, elbette anlaşılır bir olgudur.
Bütün bunların ulaştırdığı sonuç şudur: Hukuk dogmatiğini iyi özümsemeyen bir toplumun bireyleri, doğru hukuku bilemez ve onu dogmatik hukuka, düzgülere doğru olarak yansıtamaz. Düzgülere yansıtılamayınca ya da doğru yansıtılsa bile doğru yorumlayamayınca da hukuk, tutarlı olarak uygulanamaz. Dolayısıyla bir bilim yuvası olan hukuk fakültelerinin işlevi, her hukuk dalının dogmatiğini, bilimini öğretmektir. Böylece dogmatik hukuk değil, hukuk dogmatiğiyle, kısaca hukuk bilimiyle donatılan bir hukukçu, yasa yapıcının herhangi bir hukuk dalıyla ilgili ve kimi zaman sık sık değişen düzgüsel düzenlemelerini bu hukuk biliminin, gramerinin ışığında ele alacak, onu bilimsel ve eleştirel yaklaşımla doğru yorumlayarak uygulamaya yansıtabilecektir. Unutulmamalıdır ki, hukuk düzgüleri, yasal ya da başka boyuttaki düzgüler, kimi zaman siyasal koşullara göre çok sık değişebilir. Ancak bilim, bilinçli, yavaş ve sağlıklı gelişen biricik kaynaktır.
İşte bu nedenlerle bir bilim yuvası olan hukuk fakültelerinde temel olarak hukuk dogmatiği ya da grameri öğretilmeli, bir düzgü bilgisi olan dogmatik hukuk da, hukuk dogmatiği ya da grameri ışığında ele alınıp değerlendirilmelidir. Bununla birlikte hukukta, özellikle de suç hukukunda sorun bu noktada da bitmemektedir. Çünkü başka sorunlar da gündeme gelmektedir. Kimi insanlar suç işlemezken kimileri neden suç işlemektedirler? Suç işleyenler nasıl biridirler ve neden suç işlemektedirler? Macro ve mikro açıdan suçu doğuran nedenler nelerdir? Suçu önlemenin yolları var mıdır, varsa nelerdir? Toplumlar, tarih boyunca en eski bir olgu olan suçlarla nasıl başa çıkmak istemişler ve izledikleri suç politikası neler olmuştur? Bu soruların yanıtları üzerine oluşturulacak suç politikaları ve bunlara dayanan hukuk düzenlemeleri, kısaca dogmatik hukukun dayanacağı genel suç kuramı, suç yargılaması ve yaptırımların yerine getirilmesi nasıl olmalıdır?
Özetle, her adımda yürürlükteki hukukun dogmasının özüne erişebilmek için, ilkin hukuk dogmatiğini iyi bilmek ve irdelemek zorunludur. Yineleme pahasına belirtelim ki, nasıl ana dilin gramerini, dogmatiğini iyi bilen onu iyi konuşur, iyi yazıya dökerse, hukuk dogmatiğini iyi bilen bir hukukçu da dogmatik hukuku doğru anlar, doğru uygular. Yasa yapıcı da, elbette doğru yazıya dökülen dogmatik hukuku, kolayca anlaşılabilir biçimde iyi kaleme almak durumundadır. Avusturya gibi kimi ülkelerde yasa dilinin o dilin gramerini iyi bilen uzmanlarca kaleme alınmasının nedeni budur ve de yerindedir. Önce sağlam bir hukuk dogmatiği, sonra da gramerin kuralları içinde berrak ve saydam bir dil. Hukuk öğretimine böyle yaklaşmadığımız sürece, 142 ülke arasında hukukun üstünlüğü açısından 117’nci, kamu gücünün sınırları açısından 137’nci, yolsuzluklar açısından 77’nci, kamuda şeffaflık açısından 107’nci, temel haklar açısındna133’üncü, kamu düzeni ve güvenlik açısından 75’inci, düzenleyici yaptırım açısından 116’ncı, hukuk davalarında adalet açısından 119’uncu, ceza davlarında adalet açısından 107’nci sıralarda kalmaya mahkûmuz (World Justice Project. Rule of Law Index 2023). Bu durum ise, kuşkusuz çok üzücü ve düşündürücüdür.