Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Hatem Ete “Bugün itibarıyla Cumhur İttifakı Erdoğan’ın siyasi akıbetini tehdit eden en önemli dinamiğe dönüşmüş durumda” diyor.
Cumhur İttifakı Türkiye’nin olağanüstü bir döneminde bireysel ihtiyaçlarını ülkenin siyasal iklimiyle örtüştürme imkânı bulan iki lider arasında kuruldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 2012’den beri kendisini ve iktidarını hedef alan operasyonlar sonucunda ciddi bir “güvenlik” kaygısı taşıyordu. Özellikle FETÖ kaynaklı operasyonların dozu yükseldikçe bu kaygı idari ve siyasi kararlarında daha belirleyici hale geliyor, güç konsolidasyonuna yönelik arayışlarını besliyordu. Cumhurbaşkanlığı makamının anayasal yetki çerçevesini yetersiz bularak AK Parti ve ülke idaresinde ihtiyaç duyduğu güce fiili olarak erişse de bu gücü ve etkiyi başkanlık sistemi üzerinden anayasal bir statüye kavuşturamıyordu.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 1 Kasım seçimlerinden sonra il başkanlarının çoğunun desteğini alan parti-içi muhalefetin genel kurultay baskısı altında genel başkanlık koltuğunu kaybetme riskiyle boğuşuyordu.
Meral Akşener etrafında birleşen parti-içi muhalefet yoğun bir gerilim ve çatışmanın sonunda 15 Temmuz darbe teşebbüsünden 1 ay önce, 19 Haziran 2016’da olağanüstü tüzük kurultayı gerçekleştirmiş, MHP kurultayın iptali için yargıya başvurmuştu. Yargı genel merkeze karşı muhalifleri haklı bulsa, MHP kurultaya gidecek ve Bahçeli -kuvvetle muhtemel- genel başkanlığı kaybedecekti.
15 Temmuz darbe teşebbüsü, siyasal gündemi ve iklimi radikal bir şekilde değiştirerek, her iki lidere de farklı bir siyasal bağlam üzerinden hedeflerine ulaşabilecekleri elverişli bir siyasal zemin üretti.
FETÖ ile mücadelenin yegane siyasi hedefe dönüştüğü bir ortamda; 2009 yerel seçimlerinden beri bütün siyasal süreçlerde Erdoğan’a karşı muhalefetle birlikte hareket eden, bu çerçevede, 2010 referandumunda CHP ile birlikte Hayır blokunda yer alan, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a karşı CHP ile birlikte çatı aday formülünü hayata geçiren, 2011 seçimleri sırasında doğrudan partisini hedef alan FETÖ’nün iddialarını 17/25 Aralık 2013’ten itibaren siyasi söylemlerinin merkezine yerleştirmekte beis görmeyen Bahçeli, radikal bir kararla, FETÖ tehdidine karşı Erdoğan’a destek vermeye başladı.
15 Temmuz sonrasında FETÖ tasfiyesine odaklanmış siyasi gündem, Bahçeli’ye Erdoğan’a destek karşılığında liderliğini koruma ve toplumsal desteğinin üzerinde bir nüfuz kullanma imkânı sağladı. Erdoğan da kritik bir dönemde Bahçeli’den aldığı destek üzerinden, iktidarını daha büyük bir siyasi, toplumsal, kurumsal, bürokratik ve sembolik desteğe/meşruiyete dayandırmış oldu.
15 Temmuz darbe teşebbüsünden yaklaşık üç ay sonra, 11 Ekim 2016’da Bahçeli MHP grup toplantısında, Erdoğan’ın uzunca bir süredir gündeminden düşürdüğü başkanlık teklifini kamuoyuna duyurdu. Erdoğan ve Bahçeli’nin yetkilendirdiği küçük bir ekibin kapalı bir süreç sonunda hızlıca hazırladığı sistem değişikliği paketi 16 Nisan 2017 referandumunda yüzde 51,4 gibi küçük bir farkla kabul edildi.
Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi MHP-içi muhalefetin gerçekleştirdiği tüzük kurultayından 1 yıl; Bahçeli’nin önerisi, katılımı ve desteğiyle hazırlanan 16 Nisan 2017’deki başkanlık sistemine geçiş referandumundan 2 ay sonra, 21 Haziran 2017’de, olağanüstü kurultayı iptal ederek Bahçeli’nin genel başkanlığını garantiye aldı.
Böylece, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün üzerinden bir yıl geçmeden, Erdoğan ve Bahçeli, kurdukları ittifak üzerinden hedeflerine ulaşırken Türkiye’yi de yeni bir siyasi eksene oturttular. Bu ittifakla Türkiye siyasetinde yeni bir dönem başladı. Siyasal öncelikleri, söylemi, politikaları, kurumları ve kadroları ile yeni bir dönem.
İTTİFAKI MAHKUMİYETE DÖNÜŞTÜREN YANLIŞ TERCİHLER
Bahçeli’nin 11 Ekim 2016’daki başkanlık önerisiyle fiilen, 20 Şubat 2018’de de resmen kurulan Cumhur İttifakı Türkiye’yi daha ileriye taşıma hedefiyle değil, Türkiye’yi krizden çıkarma misyonuyla kuruldu. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün görünür kıldığı zaafları ve krizi giderme, yaraları sarma duygusundan beslendi.
Kuruluş gerekçesi ve üstlendiği misyon dolayısıyla sürekli ve kalıcı olamayacak, konjonktürel ve süreli olması gereken bir ittifaktı. Ancak, birçok yanlış tercih ve karar neticesinde, 15 Temmuz sonrası siyasal psikolojiye yaslanılarak, geçici bir süreliğine müracaat edilebilecek bir ittifak sürekli hale getirilerek kalıcılaştırıldı ve kurumsallaştırıldı.
Bunu sağlayan en kritik tercih, başkanlık sistemine geçiş oldu. 15 Temmuz’un ürettiği beka sendromu baz alınarak kurgulanan başkanlık sisteminde denge-denetleme mekanizmaları, kurumsal teamüller ve siyasi müzakere süreçleri ayak bağı görülerek bütün yetkiler Cumhurbaşkanında toplandı. Aşağıda detaylandıracağımız üzere alelacele kotarılan bu kurgu birçok alanda ciddi maliyetler üretti, ancak Başkanlık sisteminin siyaset üzerindeki esas etkisi, Cumhurbaşkanlığını yüzde 50+1 desteğe endeksleyerek siyasi partileri ittifak kurmaya zorlaması oldu.
İkinci kritik tercih, seçim arifesinde teknik gerekçelerle kurulabilecek geçici ve süreli bir ittifak yerine siyasetin her alanını belirleyen kalıcı ve kurumsal bir ittifakta karar kılınması oldu. Muhalefetin parçalı olmasından hareketle inşa edilen Cumhur İttifakı beklenenden hızlı şekilde hemen karşıtını üretti. Başkanlık sistemi ve Cumhur İttifakı Millet İttifakının kuruluş gerekçesine dönüştü. Millet İttifakının kurulması ve güçlenmesi Erdoğan’ı Bahçeli’nin desteğine mahkûm ederek Cumhur İttifakının sürdürülmesini zorunlu kıldı. Böylece, Bahçeli başkanlık hediyesi karşılığında Erdoğan’ı kendisine mahkûm etti ve sistemin işleyişini ve geleceğini Cumhur İttifakının devamına endeksledi.
Üçüncü kritik tercih, iktidarın ve ittifakın beka söylemi ve güvenlikçi siyasetin süreklileştirilmesine bel bağlaması oldu. İttifakın resmi söylemi olarak benimsenen beka söylemi ve çözüm olarak müracaat edilen güvenlikçi siyaset süreli bir tehdidi bertaraf etmek üzere müracaat edilebilecek geçici enstrümanlardı.
Spesifik bir tehdit durumunu esas aldığı için geçici, tehdidi gidermeye odaklandığı için de reaktifti. Beka söylemi ve güvenlik siyasetine dayanarak düzen sağlanabilir(di) ama yeni bir düzen kurulamaz(dı). Ancak Cumhur İttifakı “düzen sağlamak” için elverişli görülebilecek enstrümanlarla “düzen kurma”ya yöneldi. Kriz ve olağanüstü durum psikolojisinin süreklileştirilmesi, sahici bir krizi gidermek üzere kurulan iktidarı kriz bağımlısı haline getirdi.
Olağanüstü bir dönemde tedavüle sokulan istisnai enstrümanların iktidar normuna dönüşmesi, Erdoğan’a kısa süreli ve kısmi bir avantaj sağlasa da zaman geçtikçe telafisi zor maliyetler üretti.
31 MART’TAKİ UYARI VE ÇIKIŞ İMKANI
31 Mart 2019 yerel seçimleri bu sistemin, ittifakın ve siyasetin sınırlarını gösterdi. Yerel seçimler, özellikle de İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerin seçim süreci ve sonucu, bu üç sac ayağa dayandırılan siyasetin ürettiği maliyetleri açığa çıkardı. İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerde rakibi CHP’ye karşı kaybederken Amasya, Kastamonu, Çankırı, Karaman gibi Anadolu şehirlerinde de müttefiki MHP’ye karşı kaybetti. Böylece, İttifak üzerinden yürütülen söylem ve siyasetin büyükşehir seçmenini muhalefete, Anadolu seçmenini de MHP’ye yönlendirdiği ortaya çıktı.
Seçim sonuçlarının en yalın mesajı, toplumun kriz ve olağanüstülük psikolojisinin süreklileştirilerek yeni norm ve düzen olarak dayatılmasına itiraz ettiğiydi. 31 Mart seçimlerinden sonra beklenen sahici bir muhasebeye ve kapsamlı bir siyaset değişimine yönelinmesiydi. Ancak, seçimleri kaybettiren söylem, siyaset ve ittifak sürdürüldü ve muhalefetin sayısal çoğunluğa kavuşmasını engellemeye yönelik -çoğunlukla etkisiz- ittifak mühendisliklerinden medet umuldu.
Erdoğan; 31 Mart 2019 seçimlerinde alınan büyük yenilginin üzerinden 18 ay geçtikten sonra, içinde bulunduğu çıkmazı aşma umuduyla, Kasım 2020’de Berat Albayrak’ın beklenmedik çekilmesi sonrasında reform arayışını dillendirmeye başladı. Erdoğan’ın reform arayışı, uzunca bir süredir, Cumhur İttifakı bünyesindeki donmayı çözerek beklenmedik sert reaksiyonları tetikledi. 15 Temmuz sonrası düzenin mimarı Bahçeli ve İttifakın resmi söylem ve siyasetini oldukça vülgarize bir biçimde temsil ederek ittifakın en müşahhas siyasi aktörüne dönüşen Süleyman Soylu, Erdoğan’ın reform arayışını sabote etmeye yönelik hamlelere yöneldi.
Erdoğan’ın reform arayışının 15 Temmuz sonrası söylem, siyaset ve ittifak yapısında değişime yol açma potansiyeli, bu düzenin devamından yana olan aktörleri harekete geçirdi. Bahçeli, HDP’nin kapatılması başta olmak üzere bir dizi hamleyle Erdoğan’ın hareket alanını daraltırken; başta İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener olmak üzere muhalefetin Erdoğan’ın reform arayışına potansiyel partner olmayı reddetmesi, Erdoğan’ı dört ay sonra Mart 2021’de reform arayışını sonlandırmak zorunda bıraktı. 31 Mart seçimlerinin gerektirdiği muhasebe ve değişimi gerçekleştirmek üzere 18 ay sonra reform gündemi üzerinden “çıkış” arayan Erdoğan, ittifak bileşenlerinin direnci ve muhalefetin ilgi göstermemesi dolayısıyla reform arayışından vazgeçmek durumunda kaldı.
Bu süreç, Erdoğan’ın hareket marjının oldukça daraldığını ve mevcut durumdan rahatsız olsa bile yeni bir yol bulmakta zorlandığını b ortaya koydu. Bu dört aylık tecrübenin verdiği en güçlü mesaj; 15 Temmuz sonrası düzenin üçlü sacayağı olan Cumhur İttifakı, başkanlık sistemi ve beka/güvenlik siyasetinin siyasal değişim ihtimalinin önündeki engellere dönüştüğü, bunlardan vazgeçmeden anlamlı bir “çıkış” üretilemeyeceği oldu.
Bu tecrübeden hemen sonra 24 Mart’ta gerçekleşen AK Parti kongresi, Erdoğan’ın siyasal çıkmazını bütün açıklığıyla sergiledi. Kongre; slogan seçimi, konuşma içeriği ve kadro terkibi ile Erdoğan ve AK Parti’nin sıkışmışlığı yansıtan bir kongre oldu. Siyasi bir çıkış bulmak isteyen ama çıkış yollarının -çoğunlukla- kendi ittifak bileşenleri ve 15 Temmuz sonrasında kurguladığı iktidar yapısı tarafından kapandığını/kapatıldığını fark eden Erdoğan’ın arada kalmışlık ve karar ver(e)meme hali kongreye yeni bir mesaj üretememe, yeni bir şey söylememe olarak yansıdı.
Kongre, ayrıca, Erdoğan ve AK Parti’nin gelecek seçimleri kazanmak yerine kaybetmemeyi, yeni bir siyasal vizyon üretmek yerine statükoyu korumayı, taban genişletmek yerine mevcut tabanı korumayı önceleyen bir siyasal psikolojiye sıkıştığını gösterdi. Bu yönleriyle kongre bugüne sıkışan, sadece gün atlatmayı önceleyen, bekleyen, yol arayan bir Erdoğan profilini bütün açıklığıyla yansıttı.
Bu üç örnek, Erdoğan’ın siyasi çıkmazını bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. 15 Temmuz’un olağanüstü siyasi ikliminde avantaj ve fırsat olarak görünen Cumhur İttifakı, başkanlık sistemi ve beka/güvenlik siyaseti, bugün, Erdoğan’ın iktidarını ve akıbetini tehdit eden en önemli dinamiklere dönüşmüş durumda. Bu dinamikler, zamanın ruhu ve günün ihtiyaçları değiştiği halde, Erdoğan’ın mevcut düzeni sürdürmesine yol açıyor.
Erdoğan’ın, Cumhur İttifakının ve Türkiye’nin bugün yaşadığı krizin en önemli sebebi, geçici bir süreliğine müracaat edilebilecek bir söylem, siyaset ve ittifakın kalıcılaştırılmış olmasıdır.
Başkanlık Sistemi, Cumhur İttifakı ve güvenlikçi siyasetin Türkiye’ye, Erdoğan’a ve AK Parti’ye ürettiği maliyeti ve bu çıkmazdan çıkışın mümkün olup olmadığını yarınki yazıda değerlendirmeye devam ediyorum.
HATEM ETE KİMDİR?
Lisans, yüksek lisans ve doktora öğrenimini ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde yapan Hatem Ete, 2007-2008’de doktora araştırma bursuyla Columbia Üniversitesi’nde bulundu. 2008-2014 arasında SETA’da Siyaset Araştırmaları Direktörlüğü, 2014-2017 arasında da Başbakan Başmüşavirliği yaptı. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde Öğretim Üyesi ve Ankara Enstitüsü’nde Araştırma Direktörü olarak görev yapmaktadır.