ESOGÜ İlahiyat Fakültesi Kelam Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Namık Kemal Okumuş “Dinin insanın anlam dünyasına hitap eden varlık konusunu gündemine alması insanın bunu anlamlandıracak yetenekle donatıldığını göstermektedir” diyor.
Doğrudan muhatap alınan insanın olası donanımları gereği sorumlu kılındığı şüphesidir. Ayrıca, yetkin bir donanımla halk edilen beşerin bu önerilere karşı yetkin bir kişiliğe sahip olduğu da yakından bilinmelidir. Üstelik insanın yeteneği oranında devreye alınan din sunumunun zaman içinde değişimle muhatap kaldığı da ötelenmemelidir. Hatta hakikat kabulü ile ona yakın duran anlayışımızı betimleyen dindarlıklarımızın besin değeri ile kimyası hakkında farklı tutumların olduğu da yakından tespit edilebilecektir. Bilindiği kadarıyla, insan özelinde yakından bahsedilen bu algının bazı mülahazalar sonrasında adeta grup dindarlığına odaklandığı da şüphesizdir.
İnsanı doğrudan muhatap alan dinin insanın anlam dünyasına hitap eden varlık konusunu gündemine alması, mutlak olarak insanın bunu anlayıp anlamlandıracak yetenekle donatıldığını göstermektedir. Belki de, insanı merkeze alan din ve din anlayışlarının farklılığı, bahsedilen süreçlerde ortaya çıkan beşer algısıyla ilgili bir husustur. Kişisel hatta toplumsal kabullerle âdeta hakikatin yerini almaya namzet olan beşer dindarlıklarının donanımı denilen kimyasal tetkiklerinin yapılması, öğrenme sürecine imkân tanıma noktasında her daim elzem olan inceleme ve araştırma konusudur demek lazımdır.
Etrafındaki yaratıcılığı görebilecek varlıkların başında gelen insanın, her daim etrafı gözlemleyerek yaratıcı fikrine ulaşabileceği sabitesi, ilâhî bir dinin insanın yetenekleri ve düşünsel özgürlüğü bağlamında temel değer olarak gördüğü olgudur.
Öyle ki, uzayın keşfinden önce bu tür varlıkların yaratılmış olmasını başıboşluk öğesini dışlayarak kavrayabilen bir zekâ hatta irade, olsa olsa insanın en güçlü yanı olarak lanse edilebilir. Benzer şekilde, yer altı dünyası, okyanuslar ve diğer yaratılan unsurları keşfeden insanın, kesinkes olarak bunların yaratıcısı olması gerektiğine ulaşması, beşer adına son derece anlamlı bir kazanım ya da düzen anlamında eşyanın normal döngüsüdür.
Hem din, bu tespiti yapacak derecede normal olan insanı muhatap almakla, söylediği ve gösterdiği şeylerin akıl ve iradeden bağımsız durmadığına işaret etmektedir. Bu zorunlu ve de bağımlı ilişkinin bizleri besleyen sualleri ise, varlığın bizim dışımızda yaratılıp tanzim edilmesi bize ne söylemektedir? arayışından hareketle, ne umarak düşünme faaliyetine başlayan kişiler, gezi ve gözlemleri sonucunda neyi bulmuşların cevabına ulaştıracaktır.
Buna göre, Yüce Tanrı ve insan arasındaki anlam ve anlama/farkındalık dünyasını kodlayan yasallık olan ilim ve dindarlık ilişkisi, akıl ve iradenin hatta zekânın doğrusal bir ilişkisi olmalı değil midir? Belki de, bahsedilen soruların cevabı anlamında olabilecek sunum, gelinen her aşamada olgusal kazanıma varan dindarlıkların din denilen asıl unsurdan beslendiği oranda hakikatin yanında durabilen beşer pratiği olabileceği yabana atılmamalıdır.
İlkesel belirlenmişlik ile örneksel sunumların din denilen olguyu gündeme taşıyan en değerli pratik aşamasıdır demek gerekmektedir. İnsanı muhatap alan bu katkıların aynı zamanda insanın yeteneğine uygun olması ise, muhatap olunan değer kümesi hakkındaki tanrısal tecrübeden kaynaklanmakta gibidir. İşin farkında olan bizler için öne alınacak en değerli tutum, din ve dindarlıkların kalitesi üzerinde biraz akıl yürütmek lazımdır diyebileceğimiz fırsatların önümüzde cereyan ediyor olmasıdır.
Kaliteli dindarlık olgusu, sadece Müslümanlarda görülen bir yaşanmışlık midir, yoksa herkeste görülebilir bir tercih mi? Dindarlıkları besleyen ana merkez olan vahyin beşerin kaliteli dindarlığa ulaşması adına neler yaptığını görmek için temel ilke, yaşanabilir örneklik, olumlu ve beklenilen sonuç ve yaşanabilir süreçleri deruhte ettiğini akıldan çıkarmamalıyız. Her daim uygulanabilir olan bir din olgusunun yaşanabilir bir pratiğe dönüştürülmesi ise, din olgusunun tek taraflı bir lütuf değil gerekli bir katkı olduğunu haber vermektedir.
Zira bizler farkındayız ki, insanın bütün donanımlarına rağmen ona yapılan Tanrısal katkı, din denilen bildirimlerde kendisini göstermektedir.
Bu durumun insanın başıboş olmadığına vurgu yapması ise; veren, verilen ile alan ve alınan arasındaki uyumlu durumu göstermektedir. İşte, istenilen dindarlıkların vahyin öğretici ilkeleri kapsamında insanın donanımlarını beslemesinin olası yararları denilen şeylerin; akıl, idrak ve irade üzerinden hayata taşınanları olumlaması ve de iyi şeyleri besleyen bir yapısının olmasını gerekli kılmaktadır tespitine imkân sunmaktadır.
İnsanı bu denli donanımla hayata tutunduran Yüce Allah’ın onun bu yeteneklerine güvenerek mutlak manada irade ve eylem özgürlüğü tanıması ise, biz insanlar için kalitenin diğer adı mesabesindedir diyebiliriz.
Gelinen bu aşamanın doğrudan muhatap alınan insan için son derece kıdemli bir seçki olması, yaratılan en değerli ve dahi donanımlı varlık olan insanın olduğundan haber vermektedir. Onun din anlayışını besleyen dindarlıklarının katkısı olan bir süreklilik olması, her daim ilkesel kazanımdan yola çıkan bir seçki olacağından da bahsedebilecektir. Din anlayışlarımızı besleyen hatta betimleyen dindarlık olgusunun ilkesel tutumdan çok geleneksel kabule yakın durması, oluşan dindarlıkların kimyasının dahi bu kesimlerden tedarik edildiğini ortaya koymaktadır.
Yüce Allah’ın önerileri, seçilen elçilerin pratikleri ile muhatabın sağlıklı tercihlerine yakın olan din olgusunun adeta dinsel gelenek addedilen kesimlerin kabulünün üzerinden tedarik edilmesi, olan ve olması gerekenin ne denli ayrı düşebileceğine yapılan açık işaret gibidir. Bilakis, var edilen en donanımlı varlık olan insana sunulan bu hedef ve hedefe uygun olan kazanımlar, kendisine emanet edilen dünyayı daha bir önemli hatta en tecrübeli yaşamsal pratik alanı olarak değerli kılmaktadır. Öteki dünyanın kalıcı, bu dünyanın geçici olması, büsbütün olarak sistemik açıdan anlamlı ise de, reel açıdan dünyadan vazgeçmemeyi öne almaktadır.
Bahsedilen hususun devamında ilave etmek gerekir ki, insanı merkeze alan irade, seçim ve tercih sonrasında din ve dindarlıkların besin değerinin de farklılaşabileceği açıkça ortada durmaktadır. Ayrıca, aktive edilen dindarlıkların olası dinsel bildirimlerden beslenme yerine, kendi çapında kutsal kabul edilen kişi, grup, mahfil, bölge ve kesimlerin tedariklerini öne alan tuhaf eğilimlerin olduğunda da kuşku bulunmamaktadır. İşbu kazanımın hem din anlayışımızı, hem de olası dindarlıklarımızı adeta kutsayan bir sürece sokacağı da yakından tedarik edilmelidir.
Oysaki insanı muhatap alan dinin her daim dünya hayatındaki öğrenimleri de merkeze almak suretiyle, öte dünya için olası hazırlığa kapı araladığı da yakından bilinmelidir. Aksi durumlarda ise, doğrudan muhatap alınan insanın olası kimyası hakkındaki negatif katkıların öne alınacağından kuşku duyulmamalıdır. Zira öte dünyanın bütün kazanımları, vakitlice kısa bir döneme denk gelse de, işin merkezinde duran bu dünyadaki faaliyetlere bağlıdır. Hâsılı, insanın yaratılış ve donanım değerlerini gösterecek olan imtihanın bu dünyada olması bile dediklerimizi teyit etmektedir.
Muhatap olan bireyin din ve din anlayışlarını betimleyen değerlerin karakterini yakalayabilme adına, insanı öne alan psikoloji ve sosyolojiden de haberdar olunası elzem bir aşamadır. Belki de; hem ontoloji, hem de epistemoloji babında devreye girebilecek olan her şey, öncelikle anlama, ardından da çözüm bandında donanımla halk edilen muhatabı aydınlatacağından kuşku duyulmamalıdır. O açıdandır ki, işi bilen Tanrı tarafından formüle edilen bu denklemin doğrudan muhatap alınan insan tarafından çözülebilmesi, yaratılan varlıklar içinde en donanımlı unsur olan insana olan güveni de tazelemekten ibaret olmalıdır.
Devreye giren olgu ve yapılan tespitlerin işlevselliğini anlama adına netice itibariyle söz etmek lazımdır ki, merkeze taşınan bu yetenek sonrasında Yüce Allah’ın güvenine muhatap olan insanın yetenekleri sayesinde yaşanan bir dünyayı tedarik edebileceğine de yakından şahitlik edilmelidir.
Olanı kavramaya yönelik etkin olan araştırma süresinde gelinen son nokta, insanın yetenek ve donanımları ile sorumluluklarının kolaylıkla kavranabileceğinden haber vermektedir. Muhataplığı gereği doğrudan sorumlu kılınan insanın düşünme ve kavrama yeteneği sonrasında kolaylıkla varılabilen bu aşamada, her daim seçenek sunulan insanı engelleyen şeylerin kolaylıkla aşılabileceğinden de emin durumdayız.
Haddizatında insanın bu durumu, onu robotik varlık olarak lanse eden dindarlıkları da kolaylıkla devre dışına alabilmektedir. Belki de, sunulan çözüm önerileri kapsamında dünya hayatımızı huzura çeviren dinin yerine, öne alınan negatif dindarlıkların edimidir ki, özgürlükten değil, âdeta kölelikten memnun kalan tuhaf dindarlıklar da hayat bulabilecektir.
İşbu sebepledir ki, tercih kümesinde son derece aktif olup ardından da etkinlik sahibi olan insana sunulan hakikat noktasında sağlıklı adımların atılası da söz konu edilmelidir. O yüzden de, beşer donanımı akabinde kolaylıkla varılan bu aşamada her daim demek gerekir ki, işin merkezinde yola alan herkes için son derece anlamlı tutumların işlevsel kılınacağı da yakından bilinmelidir. Hatta bize kadar sunulan bu teyidin deşifresi adına, hem örneklik hem de yetkinliğin edimi noktasında önde olan şeyin insan kalitesinin yanında iradesi de olduğunun bilincinde olmalıyız.
Ve dahi, Tanrısal bildirimle öne alınan onun muhataplığı konsepti, dünya hayatında seçili kudret olan insan için her daim huzuru temin eden bir işlem olduğundan da uzak durmamak gereklidir. Belki de, olası teminin en yetkin sorumlusunun donanım sahibi insan olduğundan haberli olmanın en doyurucu katkısı, Yüce Allah’ın beyanları ile muhataba duyulan güvenidir tespitinden öne çıkmaktadır.
Hâsılı, iradesel tasarrufun akabinde kolaylıkla gelinen bu aşama, düşünen insan açısından son derece sağlıklı olan bir aşamaya da işaret etmektedir. Hatta güçlü ve de etkin olan donanımından sonra yegâne muhatap varlık olarak halk edilen insanın bu kabulü, hemen her durumda daha sağlıklı düşünebilme adına evla bir dokunuştur demek lazımdır.