Eski Adıyaman Milletvekili Adnan Boynukara “Sağlıklı bir siyasi tartışma yok. Herkes kendi pozisyonunu karşıtlık üzerinden tanımlıyor. Bu ise demokratik değerler anlamında olumlu bir değişimi ifade etmiyor” değerlendirmesinde bulunuyor.
Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de çok kullanılan ama uygulaması konusunda sorunlar yaşanan kavramlardan birisi de demokrasi ve demokratik değerler meselesi. Tüm toplumsal kesimlerin bu kavramlardan anladığı, beklentileri ve kavrama sarılma gerekçeleri oldukça farklı. 2000’lı yılların başında, AB’ye üyelik koşullarının ortaya çıkmasıyla birlikte, toplumsal kesimlerin büyük bir kısmı demokrasi kavramını kullanmaya başlamıştı. Temel birçok meselede anlaşamayanların, bu kavramlarda ortaklaşması ve kavramları oldukça sık kullanmaları düşünülmesi gereken bir konuydu. O dönemde, “Birbirinden oldukça farklı toplumsal kesimlerin bu kavramlara yükledikleri anlam nedir” sorusu üzerine tartışmalar yapmıştık. Daha sonra bu sorunun cevabını bulmak için farklı toplumsal kesimlerle yüz yüze görüşmeler gerçekleştirdik ve meseleyi anlamaya çalıştık.
DOĞRULANAN HİPOTEZLER
Yaptığımız araştırma, iki temel hipotez üzerine kurulmuştu. İlki; demokrasi ve demokratik değerler konusunda Türkiye’de üzerinde ittifak edilen tanımların olmadığı, bu nedenle de demokratik değerlerin toplumsal gruplara ve kişilere göre farklılık taşıdığıydı. Araştırma sonucunda bu hipotezimiz doğrulanmıştı. Her siyasi grup, kendi önceliklerinin o dönemin koşullarında ve AB ile yürütülen görüşmelerin sonucu ortaya çıkabilecek ‘özgürlük’ ortamında yer bulacağını umuyordu. Demokrasi ve demokratik değerler konusunda tedirgin bir duruş hakimdi. Birçok kesim, salt içinde bulunduğu tedirginliği giderme imkânı bulacağı için sürecin tarafı olmuş ve bu kavramlara sarılmış gibi görünüyordu.
İkincisi; söylem bazında yaygın olarak kullanılan demokrasi ve demokratik değerlerine ilişkin dilin dönemlere, şartlara, olaylara, kısacası konjonktüre göre değişebildiğiydi. Bu hipotez de doğrulandı. Mesela, bireysel özgürlükler konusunda ortak bir fikir söz konusuyken, spesifik alanlara ilişkin konular gündeme geldiğinde, biraz önce ‘demokrat’ tavır takınan, demokrasi değerleri vurgusu yapan birçok kişinin itiraz ettiği ve karşı çıktığı görülüyordu. Mesela; muhafazakârlar cemevine, Aleviler ve seküler kesimler başörtüsüne itiraz ediyordu. İtirazla yetinmeyip, bireysel bir hakkın talep edilmesini ülkenin geleceğiyle ilişkilendirenler ve devletin ‘beka’ sorunu olarak görenler dahi çıkıyordu.
İki hipotezin de doğrulanmış olması üzüntü vericiydi. Çünkü ortaya çıkan durum, ülkenin geleceği ve toplumsal barışın sağlanması açısından sorunlu bir toplumsal yapıya işaret ediyordu. Görüşülen kişilerin ‘kanaat önderi’ pozisyonunda olmaları ise daha acıydı. Görüşülen kişilerin pozisyonları, yürütülen tartışmaların düzeyi ve kullanılan argümanlar gibi faktörler, içinde bulunulan durumun değişme olasılığının çok düşük olduğunu ortaya koyuyordu. Bu durumu, herkesin kendi öncelikleri ve gündemi konusunda hassas olduğu, ‘ötekinin’ önceliklerine ve gündemine kulağını kapadığı, hatta kendisi için tehdit olarak görüp karşı çıktığı şeklinde okumak mümkündü. Bu ise oldukça sorunlu bir düşünsel yapıya işaret ediyordu.
VARMIŞ GİBİ GÖRÜNEN ORTAK PAYDALAR
Üzerinde anlaşma sağlanmamış olsa dahi, araştırma sonucunda tespit edilen ortak paydaların tümü, kamusal alanın farklı etnik ve dini kimliklerin temsili konusunda daha özgür olmasına ilişkindi. Bu taleplerin üzerine oturduğu ana mihenk ise hukuk çerçevesinde işleyen ve şiddeti kabul etmeyen düzenlemelere ilişkindi. Görüşme ve tartışma süreçleri içinde gündeme gelen ve ortaklaşılan ana başlıkları; ifade ve örgütlenme hakkı, şiddet içermeyen taleplerin ifade edilmesi, yoksulluğun ortadan kaldırılması, ekonomik kalkınma, Kürt meselesinin -ulusal bütünlüğü bozmadan- çözümü, din-devlet ilişkilerinin gözden geçirilmesi, sivil-asker ilişkilerinin revize edilmesi, yeni bir anayasanın hazırlanması, Siyasi Partiler Kanunu’nun değiştirilmesi, azınlıkların temsiliyeti sorununun çözülmesi, eğitim sisteminin yenilenmesi, YÖK’e ilişkin tartışmalar şeklinde somutlaştırmak mümkün.
Ortakla paydaların hangi perspektifle, hangi değer setti üzerinden yenilenmesi gerektiği konusu ise tartışmalıydı. Çünkü ortak payda diye çıkardığımız başlıklar, yoğunluklu olarak, sloganik düzeyde dile getiriliyordu. Tartışma derinleştiği zaman, ortak paydalarda dahi farklılığın ortaya çıktığı görülüyordu. Çünkü ‘ötekine’ ilişkin pozisyonlar çok keskindi. Herkes sahip olduğu talepleri, kendi pozisyonunu esas alarak ifade ediyor, ‘ötekini’ ise mahkûm edilmesi gereken olarak görüyordu.
BUGÜN DURUM NASIL?
Mevcut durumu anlamak için demokrasi ve demokratik değerler konusunu siyasi aktörlerin söylemleri üzerinden analiz etmekte yarar var. İletişim imkânlarının çeşitlenmesi ve sosyal medya mecraları oldukça çok veri içeriyor. Yapılan açıklamalar, paylaşımlar ve kullanılan kavram setleri dikkatlice analiz edildiğinde 2000’li yılların başına göre durumun daha sorunlu olduğu açıkça gözleniyor. Bunu birkaç nokta üzerinden somutlaştırmak mümkün.
İlki; demokrasi kavramının ve demokratik değerlerin dahi sorunlu görüldüğü bir sürecin içinden geçiyor olmamız. Bu durumu iktidarla ve iktidarın oluşturduğu siyasal iklimle ilişkilendirenler çok. Ama bu tek başına doğru değil. Bunun için iktidar dışı aktörlerin söylemine bakmak yeterli. Sloganik düzeyin ötesine geçmeyen bir kavram kullanımı söz konusu. Derinlemesine söylem analizi, durumun giderek olumsuzlaştığını ortaya koyuyor. Tek ortak nokta hamaset dili. Hamaset ise farklı tarihi isimler kullanılarak sürdürülen ortak bir tutum haline gelmiş. Herkes, kendince geliştirdiği hamaset dili üzerinden sağa-sola ‘ayar vermeye’ çalışıyor. Bu durum, geleceğe ilişkin umutları tüketiyor.
İkincisi; siyasal tartışmaların, karşıtlık pozisyonuna kurban edilmesi. Sağlıklı bir siyasi tartışma yok. Herkes kendi pozisyonunu karşıtlık üzerinden tanımlıyor. Bu ise demokrasi ve demokratik değerler anlamında olumlu bir değişimi ifade etmiyor. Var olan durum, karşıtlık üzerine bina edilen pozisyonu ve buna ilişkin ‘tahkimatı’ korumaya, bozmamaya yönelik bir tercih. Karşıtlık pozisyonunun kilitlendiği konu, “kimin aday olacağı” meselesi. Siyasi tartışmaların ötelendiği ve “adayın kim olacağına” odaklanılan bir pozisyondan demokrasiye ve demokratik değerlere ilişkin bir tutum çıkması çok zor.
Üçüncüsü; siyasi aktörlerin tümüne yakınının demokrasi ve demokratik değerlere vurgu yapmaktan kaçınmaları. Bu kavramlar temelinde topluma bir gelecek sunmak yerine, demokratik siyasal mücadele, “ben, hesap soracağım” düzeyine indirgemiş durumda. Sorunlu konuları hukuka götürme, yargıya taşıma, yargı üzerinden sorunu çözme ifadelerini kullanan, neredeyse yok. Kimi konuşmaları analiz ettiğimizde karşılaştığımız tablo, “yaklarına yapışacağım”, “bunlardan hesap soracağım”, “burnunuzdan fitil fitil getireceğim” gibi hukuk ve demokratik değerlerle ilgisi olmayan onlarca ifade. Normal koşullarda hukuk devleti bu tür ifadelere izin vermez. Hukuk dışı işlere imza atmış birileri varsa, onları hukukun karşısına çıkarmaktan bahseder.
Bu tür ifadelerin kullanımına ilişkin arka plana baktığımızda gördüğümüz şey, en hafif ifadeyle, hukuki süreçleri değersiz görmedir, kendini hukukun yerine koymadır. Herkesin kendi yaptığı yanlışın hesabını vereceğini düşünerek bu tür konularda daha sağlıklı bir dil geliştirmekte yarar var. Herkesin kendini hesap sorma makamında gördüğü bir ülkenin, içine gireceği hali düşünmek dahi insanı ürkütüyor. Bu nedenle; hiç kimsenin aklına, demokratik bir devletin olmazsa olmaz özelliği olan hukukun uygulanması, hukuki süreçlerin işletilmesi gibi konuların gelmemesi önemli bir düşünsel sorun. Kendi siyasal tabanını tahkim edip etmeyeceği tartışmalı olsa dahi, bu dilin geleceğe ilişkin bir şeyler söylemediği kesin. Bununla birlikte, hem sorunlu bir düşünsel arka planı ortaya koyduğu hem de kutuplaştırıcı siyaset tarzına hizmet ettiği açık.
Dördüncüsü; bürokratik kadroların tutumu. Toplumun bir parçası olmalarına rağmen, içinden çıktığı topluma bu denli tepeden bakan, sorun üreten, vatandaşın önüne bariyer koyan başka bir kesim yok. Her şeyi bildiğini ve kendisinin devletin asli sahibi olduğunu sanan bu insanların neler yapacağını öngörmek çok zor. Sözlü ve fiili şiddet eğilimleri yüksek olan bu insanların en temel avantajı, kendilerine ilişkin eleştirileri devlete yapılmış eleştiri gibi anlayan ve bu nedenle de refleksif davranan siyasi elit. Siyasi kadrolar olan bitenin ne olduğunu tam olarak algılayamadıkları için bu kadrolar dün de bugün de yarın da sınırlarını aşma konusunda sıkıntı yaşamıyorlar.
Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu dört noktanın bize gösterdiği sonuç, herkesin birbirinin kötü bir kopyası olma hevesinde olduğu ve bürokratik kadroların kendilerini müstağni vehmettikleri gerçeğidir. Demokrasi ve demokratik değerler açısından bu durum bir umutsuzluk halidir. Diğer bir nokta ise muhalefet blokunda ortaya çıkan odaklanmanın, daha demokratik bir Türkiye arayışına işaret etmemesidir. Mevcut durum, sadece karşıtlık ve ekonomik sorunlarla ilişkili tercih sonucu gibi görünüyor. Bu durum dahi, sağlıklı bir demokrasi ve demokratik değerlere ilişkin pozisyonların ne denli kıymetli olduğunu teyit ediyor. Yolu ise köklü bir zihniyet değişimi.
ELE GEÇİRME ARZUSU
Aradan geçen bunca zamana rağmen demokrasi ve demokratik değerler konusunda bir ilerleme kaydedilmemiş olması, ülkenin geleceğini önceleyen herkesin üzerinde durması gereken bir konu. Başka türlü, var olan sarmaldan çıkılması mümkün görünmüyor. Çünkü demokrasi değerlerini öncelemeyen siyasi faaliyetlerin odaklandığı tek şey, devlet denilen aygıtı kimin ‘ele geçireceği’. Sanırım, asıl sorun bu. Demokrasi ve demokratik değerlere ilişkin sağlıklı bir işleyiş incelenmiyorsa, amacın ‘ele geçirmekten’ farklı bir şey olduğu söylenemez. Çünkü ele geçirme arzusu, hukuku ve mevzuatı önemsemez, ayak bağı olarak görür. Hukuku ve mevzuatı ayak bağı olarak görmek, ele geçirme arzusunun sonucudur. Yanlış veya eksik olabilir, ama her koşulda var olan hukuk/mevzuat bir düzeni ifade eder. Yönetenlere düşen, eksiklikleri gidermek ve işleyişin mevzuat içinde kalmasını sağlamaktır. Çünkü siyaset hem yönetim süreçlerinde hukuku işler kılmak hem de siyasal tabanı hukuk, demokrasi ve demokratik değerler çerçevesinde etkilemeye çalışmaktır. Dünya demokrasi tarihi, ele geçirme arzusunun yol olmadığına ilişkin onlarca örnekle doludur. Sonuç itibarıyla 2000’lı yıllarda yaptığımız araştırmanın sonuçları bugün de geçerli ve sorunlar da büyük oranda aynı. Dolayısıyla ülkenin ve vatandaşın işi zor.
ADNAN BOYNUKARA KİMDİR?
1987-2009 yılları arasında farklı kurumlarda mühendis ve yönetici olarak çalıştı. 2009-2015 yılları arasında ise Adalet Bakanlığı’nda Yüksek Müşavir olarak görev yaptı. 25 ve 26. dönemlerde Adıyaman milletvekili olarak TBMM’de bulundu.