Ankara Enstitüsü Araştırma Direktörü Taha Özhan, İsrail'in Gazze'de sürdürdüğü kanlı saldırıların aynı zamanda insanlık değerlerini de çürüttüğünü belirtiyor.
Dünya Gazzelileri kurtarmadı, kurtaramadı. Ama Gazzeliler dünyanın vicdanını kurtarıyorlar. Sadece bugün değil, muhtemelen yakın dönemde, bir siyasal başlık üzerinden sokaklarının böylesine dolduğu görülmedi. Küresel düzeyde II. Dünya Savaşı’ndan bu yana, ulus devlet sınırlarını bu denli yaygın bir şekilde aşan başka bir olay yaşanmadı. Üstelik katliamlar ikinci ayını doldururken bu vicdan hâlâ meydanlardan çekilmiş değil. Dünyada elbette Gazze’deki katliamlardan çok daha büyük katliamlar yaşandı. Dünya Savaşlarını hariç tutsak bile insanoğlu katliamlar yapmakta hiçbir zaman büyük sorun yaşamadı. Hele modern aklın inşa ettiği düzlemde katliamlar konusunda zirveleri test etti. Mesele insan kanı dökmekse, sadece son 20 yılda Amerika’nın önce Afganistan ve Irak işgalleriyle, ardından da DAİŞ’le mücadele adına yerle bir ettiği bölgelerde çok daha büyük kan aktı. Esed rejiminin, İran milisleri ve Ruslarla Suriye’de oluk oluk akıttığı kan da çok daha büyüktü. Yemen’de Tahran ve Riyad eliyle umursamazca dökülen kan da Gazze’dekiyle mukayese edilemezdi. Benzer şekilde, Ruanda’dan Afrika iç ve vekalet savaşlarına, Kolombiya’dan Endonezya’ya yüzbinlere ulaşan kayıplar da daha büyüktü. Hepsi vahşetti.
Ancak hiçbirisi Gazze kadar küresel vicdanı bu kadar uzunca süre ayağa kaldırmadı. Kaldıramadı. Suriye’de tam bir soykırım yaşandı. 100 bine yakın kişi sadece hapishanelerde işkencelerle hem de kayıt altına alınarak infaz edildi. Sadece bir kısmı “Sezar dosyası” olarak kayıtlara geçti. Muhtemelen bu satırları okuyanların çoğu da “Sezar kim ya da nedir?” diyeceklerdir. Kimyasal silahlar kullanıldı, toplu katliamlar yapıldı. “Guta”yı da “Hule”yi de hatırlayan fazla çıkmayacaktır. Dünya bu katliamları son dakika haberi olarak duydu ve büyük ölçüde unuttu. Dünyanın katliamlar ve hatta soykırımlar karşısındaki bu hafızasızlığına rağmen konu Filistin olunca, özellikle de Gazze gündeme oturunca ortaya çıkan küresel ilginin ve vicdanın varlığı dikkate şayandır. Belki de Gazze, insanlığın vicdanına dair elinde, dilinde ve zihninde kalan son birkaç başlıktan birisi olduğu için görmezden gelinemiyor. Gazze’yi de görmemek için Batı’da tam anlamıyla bir epidemiye dönüşen Saramago’nun “Beyaz Körlüğüne” müptela olmak gerekiyor. Gerçekten de Gazze’ye ve İsrail’e dair hem Batı’da hem de Ortadoğu’da maruz kalınan “Beyaz Körlük” insan haysiyetine dair hayasız bir taarruz anlamına geliyor.
Milenyumla birlikte küresel liberal dalganın eşliğinde siyasal dilini kaybeden Batı, uzun sürmeden bütün dünyayı da “ideolojilerin ölümü” eşliğinde peşinden sürüklemekte gecikmedi. İyi ve kötünün buharlaştığı bu dünyada geniş kitleleri heyecanlandıracak ve misyon yükleyecek ciddi başlıklar tam anlamıyla asimilasyona uğradı ya da hadım edildi. Büyük bir kısmı da gönüllü hayata geçti. Batı’da jeopolitik diskurunu kaybetmiş halde iklim değişimi ve cinsel kimlik parantezine sıkışan, dünyanın geri kalanında ise yeni bir siyasal dil üretemeden asgari demokrasiyi arzulayan ama bu amaç için mücadele yöntemi ve yol haritası geliştirmekte zorlanan toplumsal ve siyasal yapılar oluştu. Bu durumun en belirgin yansımaları ise sokaklarda görüldü. Batı’da sokaklar sahici ve ciddi siyasal dili kaybedince dünyanın geri kalanından her anlamda koptular, Doğu’da ise sokağa çıkmanın ağır faturası demokrasi ve adalet arzusunu asgari insan ihtiyaçlarını sağlayacak istikrar beklentisine indirgedi. Sokakların dolması için hem kitlesel bir vicdana ihtiyaç vardır hem de entelektüel düzeyde sokakları dolduracak, motivasyonu sağlayacak ve istikamet gösterecek tüten düşünce ve ahlak ocaklarına. 90’lardan hatta 80’lerden bu yana, geçen iki yüzyılın hazır entelektüel ve siyasal sermayesinden beslenmenin oluşturduğu kısır döngünün milenyumdan bu yana bunalıma dönüştüğüne şahitlik ediyoruz.
KÜRESEL SİYASAL BUNALIM KRİZİ
Küresel jeopolitik, demokratik ve ekonomik bunalımın farklı düzeylerde yaşandığı bir dönemde, her anlamda artan yönsüzlüğün içerisinde sokakların dolmasını beklemek gerçekçi olmayabilir. İşte Gazze, küresel düzeyde vicdanı takdir edilecek şekilde ayağa kaldırmış olmasından dolayı gerçekten müstesna bir duruma ve belki de bir başlangıca işaret ediyor. Neredeyse dünyanın bütün büyük şehirlerinde insanların devasa veya mütevazı bir şekilde meydanlara çıkmasının siyasal ve toplumsal sonuçları olacaktır. Gazze, bir yönüyle, dünyanın farklı yerlerinde kanayan ne kadar yara varsa, hâlâ peşine düşülen ne kadar dert varsa onların sözcüsüne ve bayrağına dönüştü. Sosyal medya kolaj videolarında iki dakikaya sığan dünyanın farklı şehirlerindeki protestolarda onlarca farklı dildeki sloganların ortak diline dönüştü. Sekizinci haftasına girerken, kesintisiz bir şekilde, küresel düzeyde jeopolitik vurgusu olan, emperyalizmi güncelleyerek hatırlayan, güç matrisine referans veren, ekonomik dinamiklere vurgu yapan, Amerikan Siyonizm’ini ifşa eden, Avrupa’nın Siyonizm’ini ve insan hakları boyasını döken, ırkçılığı gündemine alan, en son Mandela ile telaffuz edilen Apartheid’i kulaklara yeniden değdiren, uluslararası hukuka işaret eden, Siyonizm’i genç nesillere teşhir eden, Holokost’tan 75 yıl sonra toplama kampının ne olduğunu insanlığa hatırlatan, Yahudilerin üzerine ipotek koyduğu soykırımı herkese gösteren ve İsrail’in bütün medya gücüne rağmen sansürsüz tanıtımını gerçekleştiren yeni bir dalga oluştu. Gerek haftalardır devam etmesinden gerekse de kozmopolit şehirlerin tamamında onlarca farklı etnik, dini ve ideolojik kimlikten insanın görünür bir şekilde yer almasından dolayı sahici ve şümullü bir itiraz ortaya çıktı. Özellikle Amerika ayağında, bizzat Yahudilerin de öncülük ettiği bu dalganın orta vadede siyasal ve toplumsal neticeleri görülecektir.
Kısa vadede İngiltere’de kabine değişikliğine yol açan, Amerika’da Biden’ın seçimi kaybetmesi durumunda en önemli etkenlerden birisi olarak şimdiden yüksek sesle dillendirilen, Avrupa’da siyasal, medya ve entelektüel elitlerin tam anlamıyla kaybettikleri bir ahlak ve daha vahimi bir ciddiyet sınavına sokan beklenmedik bir hareketlenmeye yol açtı Gazze. Dünyaya duyarsızlığına ve ilgisizliğine herkesi ikna etmiş olan Çin’in bile ilk kez mütevazı da olsa farklı ve ilgili pozisyon aldığı, BRICS’e bugüne kadarki ilk siyasal açıklamasını yaptıran ve İslam ülkelerinin tam bir felç haliyle jeopolitik iflas ilan ettikleri bir fenomene dönüştü. Gerek çifte standartları ortaya dökmesiyle gerek büyük güçler jeopolitik rekabetinde bir araç haline gelmesiyle gerekse de hükümetleri ifşa etmesiyle artık bir Gazze testi var herkesin önünde. Bütün bu gelişmelerin İsrail katliamlarını durdurmadığı muhakkak. Ancak İsrail’in Gazze üzerinden yükselen küresel vicdana yönelik her türlü doğrudan ve dolaylı girişiminin başarısız olduğu da muhakkak.
İsrail’in Gazze katliamından, on binlerce can kaybına ve yıkıma rağmen, bir her türlü saygıyı hak eden Gazzeliler canlı çıktılar bir de bütün dünyada sokakları dolduran milyonlar. Bunlar dışındaki herkes ve her şey İsrail’in enkazı altında kaldı. Gazzeliler canlarıyla Ortadoğu’da Tel Aviv’le normalleşme sürecinin, sanki yeterince işgal ve diktatörlük yokmuş gibi bölgenin tam bir İsrail düzenine geçmesini engellediler. Sönmüş, tükenmiş ve üzerine ölü toprağı serpilmiş Batı’da siyasal canlanmanın ilk işaretlerinin görülmesine yol açtılar. İsrail desteği artık ancak kolluk kuvvetlerinin, yargının, devletin, medyanın ve sermayenin koruması altında sürdürülebilir bir suça dönüşmeye başladı. İsrail’i savunmak ve desteklemek, ancak İsrail’deki gibi bir Apatheid halini hayata geçirmekle mümkün olabilecek duruma dönüştü. Batı’nın iki yıldır en önemli gündem maddesi olan Ukrayna işgaline karşı geliştirdikleri bütün argümanlar çöktü. İsrail’in Gazze’yi “Nazilerden temizleme operasyonunu” dillendirenler, Putin’in eksantrik “denazifikasyon” tezleri karşısında sefil bir hale bürünmek durumunda kaldılar. Birbiriyle yarışan Amerikan ve Avrupa Siyonizm’i sadece ahlaki ve entelektüel bir iflasın içine girmedi, asgari akla ve ahlaka tecavüz anlamına gelen ebleh argümanların sözcüsü konumuna düştüler. Biden’ın, gerek yaşından dolayı melekelerini kaybetmiş olmasından gerekse de Edward Said’in deyimiyle “Son Amerikan tabusu İsrail”in Evanjelik seçmenle nikâhından mütevellit Amerikan tepkileri şaşırtıcı olmayabilir. Bir taraftan 2024 için Michigan ve genç seçmen kâbusları görürken diğer yandan “tabusuyla” yüzleşmesi kolay olmayacaktır. Amerikan tabularını bir kenara bırakacak olursak, Avrupa Siyonizm’inin dikkat çekici iki mekânı İngiltere ve Almanya’nın tam bir siyasal trajedi ve entelektüel tefessüh içerisine düştükleri görünüyor. İngiltere’de, toplumun ezici çoğunluğunun İsrail karşıtı pozisyonuyla kavgaya tutuşan sağ ve sol partilerin garabet durumunun ne gibi siyasal sonuçlar doğuracağını da göreceğiz.
ALMAN İDEALİZMİNDEN ALMAN FANATİZMİNE
Ancak İsrail’in Gazze katliamına destek konusunda ne Amerika ne İngiltere ne de İsrail, Almanya ile yarışabilir konumda. Mesela İsrail’in en eski gazetesi Haaretz’i Almanca ve Almanya’da yayınlamak pek sorunsuz bir şekilde hayata geçemeyebilir. Rahmetli Edward Said, Almanya’nın halini görseydi Amerika için “son tabu” dediği İsrail’i, “Son Alman Fobisi” olarak isimlendirir miydi? Bunu bilmiyoruz ama Said’in 1999’da Daniel Barenboim’le beraber “İsrail-Filistin barışı” için kurulan müzik okulu Barenboim-Said Akademie’nin 30 metre karşısındaki Deutschse Telekom’da konuşan, demokrasi ve insan hakları gündemleriyle nam salmış Yeşiller Partisi’nden Alman Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un “Alman vatandaşlığı için ‘İsrail’e sadakat’ anlamına gelecek şartlar getirme arzusunu” duysaydı, fobiden başka bir tarif bulmakta zorlanabilirdi. Benzer şekilde Alman Şansölyesi Sholz’un “İsrail bir demokrasidir. İnsan haklarına ve uluslararası hukuka bağlı ve buna göre hareket eden bir ülkedir. Bu nedenle, İsrail aleyhindeki suçlamalar saçmadır” sözlerindeki muhteşem akıl yürütmesi ve ahlaki düzey Almanya’yı ayrı bir seviyeye taşımış durumda. Adorno, “Alman, kendisi inanmadan yalan söyleyemeyen kişidir” derken bugünleri düşünmüş müdür bilemeyiz. Bildiğimiz; Alman siyasal, medya, iş dünyası ve üniversite elitlerinin, bir aydır, İsrail’e desteğini ilan ederek 94 yaşında ahlaki ötenaziyi tercih eden Habermas’ın “iletişimsel eylem” teorisinde dillendirdiği meşrulaştırma krizinde bocaladıklarıdır.
Batılı elitlerin yaşadığı krizi basitçe bir tefessüh olarak görüp geçmek mümkün değildir. Zira yaşanan ahlak ve hukuk iflası sadece Batı’nın meselesi değildir. Çünkü Batı bu krizi yaşarken yeryüzünün başka bir yerinde Batı’da çürütülen ve insanlığın birikimine ait değerlere sahip çıkacak bir damar görülmemektedir. Dolayısıyla insanlık birikimine Batılı elitler tarafından ihanet edilmesinin, küresel düzeyde yaşanan “insanlık halinin bunalımını” artırması muhtemeldir. Ancak Batı’nın içine düştüğü bu derin çelişkiyi irdelemek gerekmektedir. Zira ne popülist demokrasi dünyasında ne de ulusal çıkarları açısından takındıkları tavrın ikna edici bir açıklaması bulunmaktadır. Bu yönüyle bakınca İsrail’in sadece Filistin’i işgal etmediği, Batı elitlerinin aklını ve ahlakını da işgal ettiği söylenebilir. Batılı siyasal elitlerin aklı açık bir şekilde İsrail Apartheid yönetimi altına girmiş durumda. Bu yönüyle, Tel Aviv’in sadece Filistinlilerin topraklarında inşa ettikleri kolonileri bulunmuyor aynı zamanda Batı başkentlerinde de oluşturdukları illegal yerleşim bölgeleri bulunuyor.
Bu koloniler bazen Amerika’nın hiçbir sorununda (mesela Irak’ın işgaline bile hem Senato’da hem de Kongre’de çıkan kadar bile hayır oyu çıkmadan) görülmemiş bir sıfır itirazla İsrail’i koruma altına alıyor. Kendi ülkesinin hiçbir sorunuyla ilgili yapmadığı kadar ateşli konuşmalar yapan Amerikan Kongre üyeleri, İngiliz ve Alman bakanların gerçeklikten tamamen kopmuş fanatik sözlerine şahitlik ediyoruz. Uluslararası kurumlarda bütün dünyanın vicdanı karşısında rezil olmayı göze alarak asgari düzeyde insani yardımları bile veto eden ellerin kalktığını görüyoruz. Bütün bunlar ancak İsrail’in Amerika’da ve Avrupa sürdürdüğü siyasal Apartheid muhasarasıyla açıklanabilir.