Mülteci ve çocuk hakları alanında çalışmalar yürüten Menekşe Tokyay vicdanları kanatan mülteci sorununa dikkat çekiyor: Göçmenler dövülmek, tutuklanmak gibi birçok riskle karşı karşıya kalırken, tehlike listesine bir yenisi daha eklendi: Saklandıkları ormanda aniden çıkan bir yangın sırasında can vermek.
Asırlık bir zeytin ağacıyım ben. Yüz yıllardır Evros bölgesinde, Yunanistan’ın kuzeydoğusundaki Dadia ormanında akranlarımla birlikte barış içerisinde yaşarız. Bir şemsiye gibi onları saran dallarımızın altına mülteciler sığınır zaman zaman. Ülkelerinin onlardan esirgediği şefkati ve gölgeyi biz onlara vermek, beyinlerini kemiren hatıraları, yanı başlarına düşen bombaları unutturmak için çırpınırız adeta. Bir meltem estiğinde, yapraklarımız hışırdadığında onlar da gövdemize sırtlarını dayarlar ve bir ağıt yakarlar, anavatanlarına duydukları özlemi dile getiren…
Tunuslu müzisyen Emel Mathlouthi’den Holm’u söylerler hep: “Gözlerimi kapattığımda ve rüyalar beni elimden kavradığında, yeni bir gökyüzüne yükselip uçacağım ve kederlerimi unutacağım. Sevgi ve umutlarımın büyüyeceği saraylar ve geceler inşa edeceğim.” Biz de onlara eşlik ederiz usul usul, dallarımızı rüzgâra çevirerek. Bir sığınak oluruz onlara. Bunca acının ve çilenin son durağı… Tıpkı Nazım’ın dediği gibi, Dadia ormanlarında zeytin ağaçları ve yırtıcı kuşlar tek ve hür, kardeşçe yaşarız. Maskeli örümcekkuşlarından boz kuyrukkakanlara, çalı bülbüllerine dek… Mültecilere buradan geçişlerinde dallarımızla, şakımalarımızla, yeni yaşamlarında şans dileriz. Buraya Türkiye’den yasadışı yollarla geçerler. Zaman zaman Türkiye sınırları açmakla ve mültecileri Avrupa kapılarına yığmakla tehdit eder. O zaman Meriç sınırına yığılır hepsi. Bazılarını maskeli kişiler dövüp Türkiye’ye geri gönderir. Onlar Yunanistan topraklarına girmesin diye çiftçiler traktörlerle nöbet tutar. Mülteciler, bu esnada Türk ve Yunan sınır görevlileri arasında pinpon topuna döner. Herkes onları birbirine doğru ittikçe iter. “Geri itme”, neredeyse AB’nin göç politikasının söylenmemiş, susulmuş ama temel bir unsuru haline gelir. Onları kurtarmak yerine teknelerini batırırlar. Bindirildikleri botlar su alıp patladığında kendilerini ıslak giysiler ve buz gibi suların içinde çırpınırken bulurlar. Kimi hamiledir, kimi çocuk, kimi asi genç, kimi engelli, kimi sadece yorgun… Bazen de “sahipsiz topraklara” (no man’s land) gönderilirler ve orada aşırı sıcak altında su ve yemeğe erişimleri olmadan günler geçirirler.
İÇİNDEN SAĞ ÇIKTIĞIMIZ YENİLGİLER
Ama bizim gözümüzde hepsi birer insan, hepsi birer dosttur. Anton Çehov’un sözleriyle, “Fevkalade zaferlerim olmayabilir, fakat içinden sağ çıkmayı başardığım yenilgilerimle sizi şaşırtabilirim” dercesine yenilgilerinden sağ çıkanları koruyup kollarız… Ta ki Batı Trakya’daki şu uğursuz orman yangınları bizi bulana ve yapraklarım kömür gibi yere düşene dek. Bir haftada Yunanistan’da 350’nin üzerinde yangın çıktı. O alevlerin arasında yaşamın anlamı bir kat daha arttı. Yaşanan felaketin ardından ülkedeki yıpratıcı göçmen-karşıtı ortamla yüzleşmek, insana da biz zeytin ağaçlarına da çok ağır geldi. Kurşun gibi ağır… Gelişmeleri bir de ağacın dilinden dinlemek ister miydiniz? Ne de olsa ben koruyucu ve kollayıcı bir zeytin ağacıydım mültecilerin geçiş yolunda. Ne onlar bunun farkındaydı ne de alevler… Bana sorarsanız, son yangın, sadece bir orman faciası değil aynı zamanda bir insanlık trajedisiydi. Bizim kol kanat gerdiğimiz ve ormanda gizlenen mültecilerin bir kısmı yanarak can verdi, bir kısmı da Yunanistan’da yükselen aşırı sağcı ve mülteci karşıtı okların hedefi haline geldi. Yanarak can verenlerin çoğunun kimliği bilinmiyordu, muhtemelen de toplu mezarlarda sonlanacak bu dünyadaki çileli yolculukları. Orta Çağ’ı andırırcasına göçmen avına çıkan aşırı sağcı kesimler, şiddetli rüzgârla birlikte yayılan yangını mültecilerin çıkardığını bile iddia ettiler. Hatta içlerinden birisi, Pakistanlı ve Suriyelilerden oluşan 25 mülteciyi kaçırdı, zorla bir römorkun içine kilitledi ve bu görüntüleri de herkesle paylaştı.
Skandal görüntülerde, “Römorkta 25 parça topladım. Bunlar bizi yakacak. Tüm dağ bunlarla doldu. Bizi yakmaya yeminliler. Hep birlikte organize olun, bunları toplayalım” diyordu bir kişi… Hem kulaklarımla hem yangına tüm gücüyle direnen dallarımla duydum o acımasız cümleleri… İçim de dışım gibi bir kez daha yandı. Karavanda yaşam mücadelesi veren bir mültecinin zeytin gözlerindeki çaresizliği herhalde dallarım da, ileride yine zeytin verecek olan meyveler de asla unutmayacak. Bu ırkçı eylem hakkında soruşturma başlatıldı; yapan ve yardım eden kişiler gözaltına alındı. Ülkedeki sağcı hükümet de bu tür nefret suçlarına zemin hazırlarcasına kullandığı mülteci-karşıtı söylemi artık sonlandırması gerektiği konusunda sivil toplum kuruluşları tarafından uyarıldı. Aşırı milliyetçi milletvekili Paraschos Christou Papadakis de Facebook hesabından paylaştığı bir yazıda yangının mülteciler tarafından çıkartıldığını iddia eden ırkçı bir dil kullandı.
YANGINLA MÜCADELEYE YETERLİ KAYNAK AKTARILMIYOR
Yunanistan Komünist Partisi (KKE) Genel Sekreteri Dimitris Kuçubas geldi birkaç gün önce bizim buralara… Ve birçoğumuzu -hem insanları hem de ağaçları- hayrete düşüren bir açıklamada bulundu. Meğer, Yunan hükümeti, son dönemde kamu kaynaklarından itfaiye teşkilatı için yangın uçakları, ilave personel ve ekipman ihtiyacı karşılamak ve yangından korunma eylem planları hazırlamak adına neredeyse hiçbir şey yapmamış. Onun yerine, Dedeağaç’ı bir NATO üssüne dönüştürme planlarına ağırlık veriyormuş. Ana muhalefet partisi Syriza da, hükümeti, yangınlara yeterince müdahale etmemekle suçladı ve bu bölgede etki alanlarını giderek genişleten ırkçı gruplara işaret etti. Şiddet yanlısı aşırı sağ hareket, bizim dallarımızın altında soluklanan, bazen yorgunluktan uyuyakalan, sıfırdan bir yaşam kurmak için büyük bir mücadele veren mültecileri günah keçisi yapmak suretiyle son dönemde giderek yükselişe geçen bir eğilim. Siz, biz zeytin ağaçlarının da kitap okuduğunu bilir misiniz? Geçtiğimiz günlerde, bölgede saha araştırması yapan bir gencin, benim gölgemde soluklanarak okuduğu kitaba göz gezdirdim ben de. Göz gezdirmek de denemez aslında, kitabı onunla beraber okudum.
‘ANAVATANDA NEFRET’
Göçün ve göçmen karşıtlığının gündem olduğu bugünlerde hem radikalleşme süreçlerini hem de bu süreçlerle mücadele stratejilerini anlatan bir kitaptı gencin elindeki… İsmini de gövdemin bir kenarına not etmiş olmalıyım: “Anavatanda Nefret”. Yazarı, Cynthia Miller-Idriss.
Aşırı sağ milliyetçiler, Yunanistan’da ilk kez bizim yanıp kül olan ormanımızda ortaya çıkmış değil. Kitapta, üniversite kampüslerinden dövüş sanatları salonlarına, dijital oyun sohbet odalarına kadar çok farklı alanlarda aşırı sağcıların bir araya geldiğini anlatıyor. Nefret suçları bu ortamda ağırlıklı olarak göçmen karşıtlığından besleniyor. Sağ popülizm ve aşırıcılık, kolay yaygınlaşan ve anaakım haline gelmesi özellikle dijital ekosistemde daha kolay olan, çekici bir eğilim. Bu eğilimde üstünlükçü duygular baskın. En büyük alıcısı ise, geleceğinden kaygılı olan gençler. Biz ve onlar ayrımı “tehlike hissi” üzerinden kutuplaştırılır ve buna şiddet eğilimi de eklemlenir: “Onlar yüzünden ormanlarımız yandı, haydi onlara bunun bedelini ödetelim.” “Onlar yüzünden ekmeğimizden olduk, haydi onları bu mahalleden kovalım.” “Onlar yüzünden zeytin ağaçlarının gölgesini kaptırdık, artık daha fazla göçmen bakıp beslemeyelim.”
Mülteciler, aşırı sağ milliyetçilerin gözünde, anavatanda nefreti körüklemeye yarayan istatistiklerden ibarettir. Çünkü mülteci politikası gibi dünyanın en karmaşık uluslararası meselelerden birinin basit bir çözümü olmadığını, bu yönde atılacak her türlü çözüm adımının ise aşırı sağ popülizmin zeminini kaydırıp onları güçsüzleştireceğini bilirler. Avrupa Birliği topraklarına ulaşmak için canlarını hiçe sayan mülteciler ve göçmenler dövülmek, tutuklanmak, geri itilmek veya kısa bir süre önce olduğu gibi Akdeniz’de kalabalık tekneler içerisinde hayatlarını kaybetmek gibi birçok riskle karşı karşıyalarken, tehlike listesine bir yenisi daha eklendi: Saklandıkları ormanda aniden çıkan bir yangın sırasında can vermek. Derler ki Evros bölgesinde yaşananlar, Avrupa Birliği’nin göç politikasının “karanlık yüzü”nü gösterir aslında. Biz o karanlıklar içinde kök salarak mültecilere kol kanat germeye çalıştık, ama alevler karşısında sözümüzün, gücümüzün hükmü kalmadı. Ormanda yanarak feci şekilde can verenlerin tümü erkekti; içlerinden ikisi de çocuk. Geri gönderilme korkusuyla yetkililerden yardım talep edemediler. Çığlıkları biz ağaçları sağır etti, alevlerin arasına karıştı tüm acımasızlığıyla… Gövdemizdeki yumrular ve köklerimizden fışkıran sürgünlerle onları korumak istedik, başaramadık. Ağustos böcekleri bile ses kesti alevlerin homurtusu karşısında. Sadece Ağustos ayında Türkiye-Yunanistan sınırını 900 kadar kişi geçmeye çalıştı, yüzlerce insan taciri de tutuklandı.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER DE TEPKİLİ
Son yaşanan yangınlarda Yunanistan’ın tutumu ise, BM özel raportörlerinin eleştiri oklarını kendilerine çekti ve ülkedeki sınır koruma politikalarına ilişkin yazılı bir açıklama yapmalarına yol açtı. BM, Yunanistan’a tarafsız ve güvenli sınır koruma politikaları uygulama çağrısında bulunurken, yangın gibi büyük bir tehlike altındaki göçmenlere de hızlı ve etkin bir yardım sağlayamamasını eleştirdi. Yunanistan’ın yeterli sayıda göçmenin kabulünü sağlayamamasından duyulan endişenin de vurgulandığı açıklamada, 11 Nisan’da Eritre, Somali ve Etiyopya’dan Yunanistan’a gelen ve aralarında 6 aylık bir bebeğin olduğu 12 sığınmacının maskeli kişilerce toplandığı, özel eşyalarının ellerinden alındığı, ardından da bu kişilerin zorla Midilli Adası’na götürüldüğü gibi mülteci-karşıtı gelişmeler anımsatıldı. Yunanistan kimilerine göre masmavi deniz, uçsuz bucaksız plajlar, leziz yemekler ile mavi bir cennet ve tatil destinasyonu iken, kimilerine göre yaşamda kendilerine verilmiş ikinci bir şansın kapılarını aralayacak ülkedir. Siz sanırsınız ki dünya dursa, dönemler değişse, tarih farklı bir akış bulsa, zeytin ağaçları orada sessiz sedasız, dertsiz tasasız, kayıtsız durur. Aslında öyle değil…
Ölümsüz ağaç derler bize… Belleğimiz de ölmez, gölgemizde yaşanan mutlulukları da acıları da teker teker anımsarız. Keşke bu son yangınlarda mültecilere karşı gösterilen aşırı sağcı ve kayıtsız tepkiyi, Akdeniz’i mülteci mezarlığına, bizim ormanlarımızı da ırkçı yangınlara teslim eden trajediyi köklerimin ve dallarımın belleğinden silebilseydim… Çünkü ben, kadim zeytin ağacı, yaşamın yüceltilmesinden yanayım.
MENEKŞE TOKYAY KİMDİR?
Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Belçika Katolik Louvain Üniversitesi’nde Avrupa Birliği alanında yüksek lisans çalışmasını gerçekleştirdi ve yüksek onur derecesiyle mezun oldu. Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü’nden doktora derecesini aldı. Avrupa Birliği alanında danışmanlık firmalarında uzman olarak görev aldı. 2003 yılından beri çeşitli dergi ve yayınevleri için çeviri yapmaktadır. Ayrıca, 2010 yılından bu yana birçok uluslararası haber ajansında Türkiye muhabiri olarak görev almakta ve Türkiye’ye ilişkin gelişmelere dair analizler hazırlamaktadır. Mülteci hakları, çocuk hakları, sosyal politikalar, kadının insan hakları, Avrupa Birliği ve Orta Doğu’daki gelişmeler, başlıca ilgi alanları arasında yer almaktadır.