Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, milyonları ilgilendiren asgari ücret görüşmelerinin toplumsal yaşam üzerindeki etkisine dönük değerlendirmelerde bulunuyor.
Her yeni yıl öncesi ülkemizde “asgari ücret”in tespitine yönelik hükümet, işçi ve işveren yetkililerinin katıldığı komisyon çalışmaları yürütülür. 2024 yılında uygulanacak “asgari ücret”i tespit etmek için çalışmalar yürütülürken mevcut siyasal-ekonomik gerçekliğimize ilişkin birkaç hususa değinmekte fayda görüyorum. Maalesef Türkiye meselenin ciddiyetini kavramaktan uzak bir şekilde yoluna devam ediyor. Toplumsal paylaşımın, insanca yaşamın hayatın tüm alanlarını ve niteliğini doğrudan belirlediğini görmezden gelerek mevzuyu toplumsal yaşamımızın teknik, önemsiz bir hadisesine çeviriyor. Uyguladığımız politikaların nasıl bir kontrolsüzlükte seyrettiği istatistiklerde görülüyor. Mevzuyu ele alan dil ise önümüzdeki çarpıcı verilerden çok daha korkunç, çok daha vahim. Dolayısıyla insanla, hayatla, ilke ve değerle kurduğumuz ilişkinin mahiyetini de gözler önüne seren mevzu hem konuşulan rakamların çok ötesinde bir anlama ve ağırlığa sahip hem de konuşma/tartışma üslubumuzun ve düzeyimizin çok üzerinde bir yaklaşımı, ilgiyi hak ediyor.
Meseleyi konuşma/tartışma üslubumuzdan ve düzeyimizden başlayalım. Kamuoyu yapılageldiği gibi bir takım rakamlar, istatistikler, hesaplamalar üzerinden teknik bir konu ele alınıyormuşçasına meşgul ediliyor. Türkiye, adeta içinde her şeyin ciddiyetini yitirdiği sahte ve manipülatif bir dilin tahakkümü altında. Son derece sert ve tahripkâr bir krizin girdabında sürüklenen milyonlarca insanın bugünü ve yarını, hükümeti kayırmak üzere çarpıtılan istatistikler üzerinden görmezden geliniyor. Postmodernliğin ultra versiyonlarında görebileceğimiz “olgular yoktur sadece yorumlar vardır” yaklaşımı toplumsal gerçekliği bir tür dilsel fantezi alanına dönüştürüyor. Cumhurbaşkanı “çalışanlarımızı enflasyona ezdirmedik, yine ezdirmeyeceğiz” diyor. Çalışanların temsilcisi durumunda olanların vaziyeti de Cumhurbaşkanının konuşmasını aratmayacak düzeyde. Enflasyonun bir problem olarak varlığı zaten başlı başına çalışanların dolayısıyla toplumun gelir kaybı, hayat standartlarında düşüş yaşadığının en büyük kanıtıdır. Milyonlarca insan yoksulluğun cenderesinde hayata tutunmaya çalışırken “ezdirmedik, ezdirmiyoruz” söylemi meseleyi ciddiye almamaktır. Gerçekliği retorikle başkalaştırma, TÜİK verileriyle makyajlama şeklindeki algı ve örtmece faaliyetleri devam ettikçe krizin daha da derinleşeceği ve yukarıda da altı çizildiği üzere kültürel, siyasal, sosyal sorunları derinleştireceği kaçınılmazdır. Yoksulluk, yoksullaştırma ülke insanının ihmal ve istismar edilmesidir. İnsanların onurlarının, haysiyetlerinin, insan olma kapasitelerinin zedelenmesidir.
Türkiye’nin hayatı bütüncül görme kabiliyeti dumura uğramış durumda. Bir alandaki başarısızlığın sadece o alanla sınırlı kaldığını, hayatın birbirinden yalıtık kompartımanlardan oluştuğunu farz ediyor. Emperyal hayaller kuruyoruz, resmi anlatı eşi benzeri olmayan başarı hikayeleri anlatıyor gel gör ki ülkemizde çalışanların yüzde elliden fazlası asgari ücretle çalışıyor.
DİSK’in 2022 verilerine göre Türkiye’de asgari ücret civarında bir ücretle çalışanların oranı tabloda görülüyor. Kayıtdışılığı, asgari ücretin altında çalışanları da hesaba kattığımızda (sadece ücretli öğretmenlik üzerinden devletin sömürüsünde asgari ücretin altında çalışan 80 bin civarında insan var) asgari ücret yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere temel çalışma ücreti olarak yürürlükte. Dolayısıyla asgari ücretin ne olduğunu konuştuğumuzda altını ısrarla çizmemiz gereken husus bu ücretin Türkiye için ve Türkiye’deki çalışanların kahir ekseriyeti için hayati bir mesele teşkil ettiği gerçeğidir. Asgari ücretle çalışanların oranının Türkiye ile karşılaştırıldığında son derece düşük kaldığı ülkelerle benzer bir tartışma yürütmek akla ziyandır ve gerçeği görünmez kılmaktır. Türkiye’deki yaygınlığını dikkate alarak acil ve ciddi bir şekilde meseleyi ele almalıyız. Resmi bir anlatının çarpıtan dilinden meseleyi çıkarmak temel bir vatan görevidir.
Ne kadar kötü olursa olsun, tablo ne kadar iç karartıcı olursa olsun anlamlı bir çözümün temel gerekliliği gerçekçi olmaktır. Meseleyi ciddiye almak, meseleyle yüzleşmektir. Meselenin doğrudan ve dolaylı etkilerini gözeten bir dikkat, sorunları giderecek makul çözümler zaten doğası gereği yapılması, dikkat edilmesi icap eden hususlar.
Tekrar altını çizmek durumundayım: “Asgari ücret” işçinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin insan onuruna uygun bir yaşam sürmelerini amaçlamak ve bunu yasal bir kararla belirlemek için tespit edilir. Bu süreçte üzerinde titizlenmemiz gereken husus da zaten “insan onuruna uygun bir yaşam sürme” amacının kendisidir. Aksi taktirde amacın görmezden gelindiği bir süreç bürokratik dili, teknik detayları ve çarpıtılmış istatistikleri ile bir iktidar oyunu olarak değerlendirilmelidir. Yürütülen ekonomi-politik ve toplu sözleşme pratikleri üzerinden sosyo-ekonomik anlamda derme çatma bir ‘orta sınıf’ görünümü arz eden kamu çalışanlarının kahir ekseriyetini de alt tabakaya doğru süpürüyor. Sosyo-ekonomik gerçekliğimizin gittikçe kötüleşen bu hali, açık konuşmak gerekirse, başlı başına toplumun geniş kesimlerine yönelen yapısal bir şiddettir. Bütün boyutlarıyla toplumun yaşam standardını belirleyen ve çok daha önemlisi bunu kuşaklar arası transfer ettiren bu ekonomi-politik tam da bu boyutları nedeniyle hayati önemdedir. Yeni kuşakların John Rawls’ın ifadesiyle “toplumdaki başlangıç konumunu” sınıfsallaştıran, kadere dönüştüren mevcut gerçekliğimiz hükümetin sosyal-sınıfsal tercihlerini göstermesi açısından da ibretliktir.
Alt sosyo-ekonomik durumdaki kesimlerin konumlarının pekiştirilmesini ve bir takım sosyal yardım mekanizmalarıyla siyasal iktidara bağımlı kılınmasını önceleyen mevcut ekonomi-politik en büyük beka tehdididir. Ülkemizdeki yoksullaşma, asgari ücretin temel ücrete dönüşmesi uygulanan ekonomi-politiğin beklenmeyen, istenmeyen sonuçları olarak asla değerlendirilemez. Hükümetin bölüşüm/paylaşım düzeneğinin doğal, beklenilen ve istenilen sonucu olarak görülmelidir. Mesele teknik bir rakamın belirlenmesinin ötesinde nerede, nasıl, kimden yana konumlandığınız, kimin için çalıştığınız ve tercihte bulunduğunuz, neyi ne kadar öncelediğiniz gibi son derece açıklayıcı, tanımlayıcı nitelikler taşımaktadır.
“Asgari ücret” asgari yaşam demektir. Asgari ‘en aşağı, en düşük’ anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ‘asgari ücret’ kısır koşullar demek, imkânsızlıklar demek, yoksulluklar, yoksunluklar demek. İnsan onurunun tehdit altında olması, insanların insandışılaştıran koşullarda hırpalanması, insan bilincinin, ufkunun körelmesi, duygu, inanç ve ilişkilerinin yapısal bir şiddetin süreğen baskısına maruz bırakılması demek.
Evlere şenlik bir dil, maliyeti yüksek bir gerçeklik ve sorunları çözme kapasitesini yitirmiş hatta sorunları çarpan etkisiyle büyüten bir mevcudiyet. Ekonomik krizle iyice belirginleşen sosyal-siyasal buhranımız gösteriyor ki yine kritik bir zaman aralığındayız.
Temel sosyal politika göstergesi olan “asgari ücret”in belirlendiği şu süreçte vaziyetimizin ne olduğunu ve ne tür yapısal bir müdahaleyi gerekli kıldığını ifade etmeye çalıştım. Bölüşüm meselesi çok temel ve hayati bir meseledir ve nihayetinde asgari ücretin bir tarafıyla anlamı da buradan gelmektedir. Diğer taraftan çalışma ücretinden çok daha hayati olan husus bu ücretle çalışanların oranıdır. Belli bir üst sınıfın dışında asgari ücretlilerin temel bir alt sınıf olarak şekillendiği günümüz Türkiye’sini çok ciddi riskler bekliyor. İnsanlarımızı ezdirmediysek yaşadığımız enflasyon belasını, düşük hayat standartlarını, çalışanların asgari ücretlileşmesini nasıl açıklayacağız? Ülkenin asgari ücrete mahkumiyetini, asgari ücretin sınırlarını belirlediği bir hayat standardına mahkumiyeti nasıl izah edeceğiz? Ve şüphesiz bütün bunlara sebebiyet veren şeyleri aynıyla yaparak bu anafordan nasıl çıkacağız?