Kültür Tarihi Araştırmacısı Taner Ay "Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi için 'Kozyatağı Tekkesi' maddesini yazan M. Baha Tanman, burasının yaz aylarında faaliyet gösteren bir tür 'sayfiye tekkesi' olduğu kanısındadır" diyor.
1913 tarihli “Kadıköyü Hakkında Tetkikat-ı Belediye”ye nazaran, o yıllarda Kozyatağı'nda 317 hâne ile 20 dükkân vardır. Bu mahallenin nüfusuysa, 567'si erkek ve 470'i kadın olmak üzere toplam 1.037 kişidir. Mahallenin inkişâfında Rıfaî tarikatına bağlı Abdülhalim Efendi Tekkesi'nin önemi büyüktür. Bu tekke Şeyh Süleyman Abdülhalim Efendi tarafından kurulmuştur. Yapıda inşâ târihini veren bir kitâbe bulunmamasına karşın, vakfiyesi 1284'de (1867-1868) düzenlenmiştir. “Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi” için "Kozyatağı Tekkesi" maddesini yazan M. Baha Tanman, burasının yaz aylarında faaliyet gösteren bir tür "sayfiye tekkesi" olduğu kanısındadır. Tekkede cuma namazlarından sonra ayin icra edilmektedir. Bu ayinlere Kazasker Camii'nin bânisi Kasidecizâde Süleyman Efendi, Nafıa Nâzırı Mustafa Zihni Paşa, Maarif Nâzırı Zühdü Paşa, Maliye Nâzırı Ahmed Reşad Paşa, Nafıa Muhasebecisi Sadi Bey ile Refik Halid Karay'ın babası olan Maliye Nezareti serveznedarı ve Bank-ı Osmanî Nâzırı Karakayışzâde Mehmed Halid Bey gibi Erenköyü-Bostancı arasındaki köşklerde oturan tanınmış kişiler katılıyordu.
Tekkenin önündeki ağaçlıklı yerin, eski bir namazgâh olduğu düşünülmektedir. Burası sonradan bir kır kahvehânesi olmuştur. Bu kahvehâneye en sık Reşat Nuri Güntekin uğramaktadır. Ramazan ayındaysa teravih namazından sonra kahvehânede Karagöz ve Hacivat oynatılır, ulu çınarların dalları arasına gazlı gemici fenerleri asılırmış. Tekkenin hemen altındansa, Ferik Hacı Hüseyin Paşa'nın uçsuz bucaksız çayırlığı başlardı. Ferik Hacı Hüseyin Paşa'nın bir köşkü tekkenin doğu yönündeki arkasında, diğer köşkü de bugünkü Bayar Caddesi'nin üzerinde Erenköyü'ne inerken sağ taraftaydı. Bu ikinci köşkte, küskünlükleri nedendir bilinmez, karısı İhsan Hanım bir başına ikamet edermiş. İhsan Hanım'ın Köşkü uzun yıllar boyunca metrûk ve harap durumda kaldı. Namazgâh olduğu düşünülen yerin tam karşısındaysa eskiden bir ayazmanın bulunurmuş. Sonradan Kadıköyü’nün Rumları ve Yahudileri için piknik mahalli olmuş. Cumartesi ve Pazar günleri de Moiz Efendi piknikçilere laterna çalıp onları eğlendirmiş.
Benim gençliğimde bile mahalde iki büyük çeşme vardı. 1860 inşâ tarihli olanını hassa mîrlivâlığından emekli olan Seyyid Paşa, 1902 inşâ tarihli olanınıysa Ahmed Reşad Paşa yaptırmıştı. Namazgâh duvarının kıble tarafındaki eski çeşmenin geniş, derin ve büyükçe mermerden yapılmış, değirmene gelenlerin hayvanlarının ve sokak hayvanlarının su içtikleri bir yalağı bulunuyordu. Bu yalak blok mermerden yapılmıştı. Yalak, sonradan çınarların bitişiğindeki binânın giriş kapısının önündeki dolgu kısmın altında kalmıştır. Çınarların tam karşısındaki değirmeni anımsayanlara da rastlamıştım. Bu değirmenin yıkıntılarının ‘40’lı yıllarda durduğu eski fotoğraflardan anlaşılıyor. Ayazmanın kuzey doğusundaysa az yukarıdan Nadir Ağa'nın çitliği ve çayırlığı başlıyordu.
Kozyatağı'ndaki en görkemli konak, Ahmed Reşad Paşa'nınkidir. Konağın inşâsına 17 Kasım 1886 günü başlanmış, dört yıl sonraki açılışınaysa devrin sivil ve asker devlet erkânı katılmıştır.
Refik Halid Karay'ın pederi olan Maliye Nezâreti serveznedarı ve Bank-ı Osmanî Nâzırı Karakayışzâde Mehmed Halid Bey, Ahmed Reşad Paşa'ya komşudur. Günümüzdeki Erenköyü Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahânesi'nin karşısındaki geniş adayı kaplayan arazinin cümle kapıları bakımından soldaki kısmında Karakayışzâde Mehmed Halid Bey'in, sağdaki kısmındaysa Ahmed Reşad Paşa'nın köşkleri bulunuyordu. Karakayışzâde Mehmed Halid Bey buraya 1900'de yerleşmiş olmalıdır. Refik Halid Karay, “Köşk o tarihte İstanbul'un en güzel bahçelerinin birinin ortasında, gayet bakımlı, varlıklı hâldeydi. Fıskiyeli ve çağlayanlı havuzlar, limonluklar, çeşitli kameriyeler, gerçekten hoştu, eksiksizdi,” diye yazmıştı. Adnan Giz ise, “Bir Zamanlar Kadıköy” isimli eserine, “Malikâne ‘40'lı yıllarda satıldı. ‘86 yılının Eylül ayında gezdiğim zaman köşk çoktan yanmış, bahçe perişan, içindeki binâ harap olmuş ama toprak inşaatçıların eline düşmemişti,” notunu düşmüştür.
Bugün Erenköyü Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahânesi'nin bulunduğu arazi ve arazideki köşk ise Feshâne Nâzırı Muhittin Paşa'nın mülküydü. Muhittin Paşa'nın Şehtab Hanım'dan olma büyük kızı Ruhiye Hanım, Adanalı Yeğenzâde Sadi Bey'e âşık olunca, bu aşk için “Aman Adanalı” türküsü yazılıp bestelenmiştir.
Yeğenzâde Sadi Bey’in köşkte Ruhiye Hanım ile dillere destan bir düğünle evlenip, aileye içgüveysi girmişti. Ama bu evlilik Yeğenzâde Sadi Bey yüzünden uzun sürmemiştir. Çünkü, Sadi Bey'in köşkte yatağına girmediği hizmetçi kalmamıştır. Boşanırlar. Ruhiye Hanım bir süre sonra üzüntüden kansere yakalanır, Viyana'da geçirdiği bir ameliyat sonrasında otuz beş yaşındayken vefât eder. Muhittin Paşa'nın kızlarından Fevziye ise, bu arazide bir süre sütçülük yapmış, sonra ahırları yıktırıp fıstık çamı yetiştirmeye başlamıştır. Fevziye Hanım hiç evlenmemiştir, yaşlılığında Çamsever soyismini alıp müzik dersleri vermiştir.
Reşat Nuri Güntekin, “Çalıkuşu” romanını önce “İstanbul Kızı” ismiyle dört perdelik bir oyun olarak yazmıştı. Bu eser 1338 yılında Vakit gazetesinde “Çalıkuşu” ismiyle roman olarak tefrika edince büyük ilgi gördü. Onun “Çalıkuşu”nu Kozyatağı Tekkesi'nin hemen üstündeki ve eski ayazmanın karşısındaki kır kahvehânesinde kaleme aldığı söylenirse de, bunun sıhhati şüphelidir. Ancak, Reşat Nuri'nin “Çalıkuşu”ndan sonra Erenköy Kız Lisesi'nde öğretmenlik yaparken sık sık Kozyatağı'ndaki kır kahvehânesine gelip bazı yazılarını orada kaleme aldığı da bilinmektedir. “Çalıkuşu”nun kahramanı Feride'nin çocukluğundaki yaz mevsimlerini teyzesi Besime Hanım'ın Kozyatağı'ndaki köşkünde geçirmesiyse dikkat çekici bir ayrıntıdır.
Reşat Nuri’nin altındaki masaların birinde okuyup yazdığı asırlık beş çınarın ikisi bugün bir buçuk metre kadar yüksekten kesilmiş ve çürümüş, üçüncüsüyse çeşmenin eski yerinde şiddetli bir fırtınada yıkıldı yıkılacak durumdadırlar. Reşat Nuri, kahvehâneden Erenköy Kız Lisesi’ne bağlı bahçeli köşklerin arasından geçip dönüyordu. Yürürken aklının Neşvet Hanım ile Hadiye Hanım arasında gidip geldiği muhakkaktır. Bu yüzden, ’25 yılında yazdığı “Dudaktan Kalbe” romanına Hadiye, ’26 yılında yazdığı “Akşam Güneşi” romanınaysa Neşvet sızmıştır. Ama, alaturka mûsikî dinleyen, masada patlıcan yemeği yoksa huysuzlaşan, kendisinin yaptığı hurma tatlısını pek seven ve günde dört paket Yenice sigarası içen Reşat Nuri, ikisinin de tipi değildi. Buna karşın, Neşvet, “Dünyada en çok sevdiğim, en çok hayranı olduğum hocam, kocam olamaz!” deyince, Reşat Nuri, ’27 yılında kendisinden yirmi yaş küçük olan öğrencisi on sekizlik Hadiye’ye evlilik teklifinde bulunur. Bir sonraki paragrafa geçmeden önce de, sarışın, mavi gözlü, şiir yazan ve liseden sonra felsefe okuyacak olan Neşvet Hanım’ı mutlaka araştırın derim, çünkü karşınıza yaman bir sürprizle çıkacaktır.
Reşat Nuri’nin ölüme maalesef dudaklarının arasından düşürmediği Yenice sigarası neden oldu. Oysa, İslam Çupi üstadımızın da yazdığı gibi, sigaranın, bir zamanlar Bâb-ı Âli’nin büyüklerine inandırıcılık ve saygınlık kazandırdığına inanılıyordu. Bu yüzden mi yoksa tiryakilikten mi, bir şey söylemek mümkün değil ama, Mustafa Ragıb Esatlı’nın, Reşad Ekrem Koçu’nun, Haluk Cemal Beydeşman’ın, Müfit Duru’nun ve Cengiz Tuncer’in, sigara söndürmeyenlerden olduklarını biliyoruz. Onlar da içtikleri sigaranın markasına göre ayrılıyorlardı. Örneğin, Müfit Duru’nun Kulüp, Reşad Ekrem’in ve Haluk Cemal’in Birinci, Cengiz Tuncer’in ve İlhami Soysal’ın Yeni Harman tiryakisi oldukları kayıtlara geçmiştir. İslam Çupi ise, Reşat Nuri’nin pek sevdiği Yenice’yi, Bâb-ı Âli’nin kıranta istihbarat şeflerinin ve yazı işleri müdürlerinin ceplerine koyuyor.
’29 yılında Kel Mahmut çetesi yakalandıktan sonra, Kozyatağı kırlarının kaçamaklar için daha güvenli hâle geldiği muhakkaktır. Ama, bu kaçamakların bir kısmı kanlı bitiyordu. 9 Eylül 1938 günlü Son Posta gazetesindeki bir habere göre, Erenköyü’nde Kemal’in köşkünde çalışan Hasan, üç çocuk anası karısı Fatma’yı ıssız Kozyatağı’nda sevgilisiyle oynaşırken yakalayınca, onu bıçaklayıp öldürmüştür. 6 Ağustos 1942 günlü Son Posta gazetesindeki bir haberdeyse, Erenköyü Karakolu’nda polis olan İsmai Hakkı’nın Suâdiyeli sevgilisi Refia’yı Kozyatağı’na çıkarmasının ikisinin ölümlüyle sonuçlanması anlatılmıştır.
Gazetedeki habere göre, “hafif meşreb ve havai tabiatlı” Refia, sevgilisini kıskandıracak şekilde davranınca, İsmail Hakkı, beylik tabancasıyla önce Refia’yı, ardından da kazaen kendisini vurup öldürmüştür. ’80 sonrasındaysa Kozyatağı’nın çayırları beton ormanlarına dönüştü. Orada artık ne aşk cinayetlerine yer kalmıştı, ne de aşk sarhoşu yazarlara…