23’üncü Dönem İstanbul Milletvekili Ufuk Uras “Bach’ın Goldberg Varyasyonları gibi artık yeni bestelere ve icracılara ihtiyacımız var. Yoksa siyasi tahayyüllerimiz, değişim diye yola çıkıp geri dönüşüm kutularında son yolculuklarını tamamlayabilir” diyor.
2024’e gelindiğine kestirimde bulunacak bir dünya geride kalacak mı bilemeyiz, ama bu yılın dünyasını muhtemelen Uzak ve Ortadoğu’daki gerilim dinamikleri şekillendirecek gibi gözüküyor. Uluslararası ilişkilerde tümdengelimden yola çıkarak tüme yeniden varmak daha doğru bir yaklaşım gibi. Küresel düzeydeki kavganın saflaşmaları yerel tutumları üretiyor ve yeniden belirliyor. Kaos, rastlantı ve belirsizliklerin uluslararası ilişkileri belirlediği bu dünyanın düzenli olduğu varsayımından yola çıkmak, bu disiplini bilimin girebileceği en zor alanlardan biri haline getirebiliyor.
Yaklaşan yerel seçimlerle ilgili birçok önemli küresel kurumun CEO’su, kendileri açısından bir siyasi risk ve sürpriz beklemiyorlar. Bu değerlendirmeyi yapanlar geçen yılki seçimleri de tüketici memnuniyet endekslerindeki yükselişe bakarak, bunun siyasi memnuniyetin işareti olabileceği gibi bir kestirimde bulunmuşlardı. Bu varsayımları medyada paylaşmama rağmen olgusal durumlarla kendi temennilerinin yerlerini değiştirenler, özellikle seçmen kitlesinde beklentileri büyüterek ciddi bir hayal kırıklığına neden olmuşlardı. Nostradamus gibi kâhinlerden farkımız, olgusal doneleri koymadığımızda torbamızın dik durmadığını bilmemizdir.
İktidarın 2023 seçimlerinde hem Meclis’te çoğunluğu elde etmesi hem de Cumhurbaşkanlığını kazanması karşısında, bu zor koşullara rağmen seçimleri almasının muhalefette yarattığı travmanın hâlâ aşılamadığı görülüyor.
İKİNCİ TRAVMA RİSKİ
Seçim kıl payı kaybedildi, ama “faturayı bir günah keçisine çıkarıp izlenen hattın tam tersini yaparsak, bu sefer şans bize güler” gibi bir mekanik yaklaşımının sonuç vereceğine dair bir inancın yaygınlaşması kaygı verici, çünkü bu analizi külliyen yanlış buluyorum. Tuhaf bulduğum bu içi boş iyimserliği yerel seçimler akşamı test etme imkânımız olacak ve umarım yanılan taraf olurum, yoksa siyaset dünyamızın çok daha ağır bir ikinci travma yaşayacağı gün gibi ortada. “Bir kez hata yapmak insani, ama ikinci defa olursa şeytani” denmesi bu yüzden herhalde, tuhaf bir şeytana uyma hali ile karşı karşıyayız. Damdan düştükten sonra, defalarca dama çıkıp yeniden aşağıya atlamak anlaşılabilir bir durum değil ve daha çok siyaset bilimi ve sosyoloji gibi disiplinlerden çok psikiyatrinin alanına giriyor bu takıntı.
Varlığını kabul etmesek de siyaset evreninde de bir kara delik herkesi kendine doğru hızla çekiyor. Zaman daralıyor ve kara deliğin ötesinde ne olduğundan da emin değiliz.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun yönetimindeki muhalefet bir dizi vahim hatasına rağmen, biraz da 50+1 sistemi nedeniyle yan yana gelme başarısını göstermişti. Bugün o ittifakın eklektik kaldığı, toplumsallaşamadığı vs. söylenebilir, ama parti devleti modeline karşı olan herkesi yan yana getirmeye çalışan bu hat doğruydu; seküleri, muhafazakârı, Sünnisi, Alevisi, Kürdü, Türkünü yan yana getiren bu tarihsel buluşma önemli bir müktesebat ve ortak hafıza oluşturdu. Bugüne kadar da kimse eğer bu çizgi yanlışsa, doğrusunun ne olduğunu söyleyemedi, çünkü onlar da tam ne yapacaklarını bilmiyor. Nerdeyse bütün 2023 boyunca ağırlıklı olarak CHP ve değişim temaları konuşuldu ama elde kalan, retorik siyaseti dışında ne, belli değil.
Var olan yüzde 48’i tahkim edip büyütmek yerine steril, safkan siyaset modellerini önermek adeta bir toplu intihar girişimine dönüştü neredeyse. Özellikle herkesin gözünü diktiği İstanbul seçimlerinde, kendini saydırma yarışı tam gaz devam ediyor. Freud’un yakın fark narsisizmi bir kere daha siyaset alanında da kendini doğruluyor. Ortak paydalar değil farklılıklar öne çıkıyor.
“Adı üstünde, bu bir yerel seçim, yerel dinamikler sonucu belirler” diye düşünmeyin, bu seçimin özellikle İstanbul ekseninde bir hayat memat seçimi olacağını öngörmek zor değil.
O yüzden sanki yüzde 50 barajı varmış gibi en geniş yelpazeyi kapsayıcı bir siyaseti sürdürecek bir esneklik ve yumuşaklık gerektiği ortadayken, sert ve köşeli bir siyaset, muhalif mahallenin militanlarınca belki sevinç ve coşkuyla karşılanabilir, ama sanırım bu seçimi de belirleyecek olan gri alandaki kararsız seçmen olacaktır.
İktidar seçimlere büyük ölçüde blok halinde girme esnekliği gösterirken, muhalefetin çok parçalı hali düşündürücü. “Bizi halk birleştirecek” romantizminin, bu denli bıçak sırtı bir durumda yaratacağı riskler göze alınamaz. Hele partilerin “halkla ittifak yapacağız “söylemi de bir tuhaf. Halk, dışınızdaki bir özne değil ki ittifak yapılacak bir aktör ve faktör olarak dışınızda tanımlayabilesiniz, bir Japon turist edasıyla.
KİMLİK VE SINIF SİYASETİ
Bir sosyal demokrat vakfın toplantısında CHP’nin bugün de değişmez yöneticilerinden biri “kimlik siyasetinden, sınıf siyasetine geçeceklerini” anlatınca, söz alıp, “Biz de 2001 seçimlerinde aynı kararı almış, ama oylarımızın yarısını kaybetmiştik” hatırlatmasını yapmıştım. Kimlik ve sınıf siyasetlerini tokuşturmadan buluşturmak maharetini göstermek gerekiyor. Kültürel kodlar sınıfsal konumlarımızı yukardan belirleyebiliyor. Kimliklerimizi asacağımız bir büyük vestiyer keşfedilmedi henüz, kimliklerimizden sıyrılmış steril bir dünya sadece kendi hayal dünyalarımızda olabilir ancak. Tam da bu yüzden, artık bir kültürel ateşkese ihtiyacımız var. “Eski dosttan düşman olmaz” demeyin, ya “düşman”laştırdıklarınızdan zoraki dost olmuyorsa? Ne olduğunu bilelim ki temennilerin ötesine geçip çözüm üretebilelim. Cumhuriyet’i kuran kadroların sonra birbirinin kuyusunu nasıl kazdığını biliyoruz. O yüzden Ahmet Cevdet Paşa, tarihe sırtını dönen siyasetçiyi, boşuna pusulasını kaybetmiş gemicilere benzetmemiş.
“Seçimlerin en büyük hatası sağa açılmak oldu” diye bileşenlerinizi rencide edip sonra aynı bileşenlere el uzatmak, inandırıcılık sorunları yaratabiliyor. Seçmeni ikna etmek, delegeleri ele geçirmek kadar kolay olmayabilir.
Genel bir siyasal İslam kavramsallaştırmasıyla, AK Parti’den Gelecek’e, Saadet’ten DEVA’ya, Yeniden Refah’a ve DEAŞ’tan Hamas’a atlayıp, herkesi aynı torbada tektipleştirmenin adı toplumu anlamak için analiz yapmak olmuyor.
Pozitivist yanılsamalarla tanımlamalar yapıldığında, bu kavramlar dünyayı gören gözlerimiz olabilecekken, bizi kör edebilen hapishanelerimize dönüşebiliyor.
ÜÇÜNCÜ YOL
Herkes Üçüncü Yol’dan bahsediyor, ama bir türlü bu Üçüncü Yol’da ortaklaşılamıyor. Üçüncü Yol bütün patikaların birleştiği ana yol olmalı belki de. Hem merkezi yeniden tarif eden hem de 12 Eylül, 15 Temmuzların tarif ettiği merkez tanımlamaları dışında bir ortak Üçüncü Yol’da buluşma iradesini ortaya koyabilme yeteneğini göstermek makul olabilir. Diğer yolları ötekileştirerek Üçüncü Yol kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Çıkmaz yollardan bir Üçüncü Yol hiç çıkmıyor. Birinci Yol başkanlık, İkinci Yol parlamenter sistem ise Üçüncü Yol nedir? Yarı başkanlık sistemi mi? O zaman sayı saymak yerine önerinizin adını koyun.
Siyasetin bu denli merkezde yoğunlaştığı bir zeminde yerel demokrasinin somut örneklerini sunabilmek çok büyük bir imkân tanıyor.
12 Eylül rejimi sayesinde “temayül yoklaması” diye bir şey keşfedildi, kimse ön seçimi uygulamadığı gibi, yine “şimdi sırasının olmadığı” nakaratına sarılıyorlar.
Resmî ön seçim olmadan fiili ön seçim yapıp, çıkan sonucun organ kararı haline getirilebileceğini birçok TV kanalında örnekleriyle anlatmama rağmen, anlaşılan esas mesele, niyet ve politik kültürde düğümleniyor, teknik bir sorun değil bu. Herkes Evren’in yasalarına sarılıp, Evrenci olmadığını anlatıyor.
“Önüne gelene bir tekme” oyunu benzeri, siyaseti bir laf yetiştirme sanatı gibi algılamak yerine stratejik ve taktik hamleleri içselleştirmek ve örgütlenmenin ancak üretilen fikirler üzerinden olabileceğini unutmamak gerekiyor. 40 yıldır, “Örgütlenebilseydik, her şey farklı olabilirdi” mazereti, sorunu nicel bir mesele olarak tarif ederken, sözümüzü çoğaltmak gibi niteliksel meziyetlerin farkında olmamak üzücü bir durum.
Peki bu değerlendirmeler, muhalefete muhalefet etmek mi demek? Bu yapılmadan, içi boş güzellemelerle siyaset yanlışlarını başka türlü nasıl aşabilir ki?
Ne şakşakçılık ne bedduacılık, Nurullah Ataç’ın dediği gibi, aydın olmak yanlışta doğruyu, doğruda yanlışı göstermek olmalı ki aynı şeyleri değişmez kader gibi yaşamayalım, kendi seçmenini bir türlü beğenmeyen siyasi ucubelere dönüşmeyelim.
Bach’ın Goldberg Varyasyonları gibi artık yeni bestelere ve icracılara ihtiyacımız var. Yoksa siyasi tahayyüllerimiz, değişim diye yola çıkıp geri dönüşüm kutularında son yolculuklarını tamamlayabilir.
UFUK URAS KİMDİR?
Türk siyasetçi ve akademisyen. 1996 yılında ÖDP’nin kurucu genel başkanı oldu ve 5 dönem, 10 yıla yakın süre genel başkanlık yaptı. 2007 genel seçimlerine bağımsız aday olarak katıldı ve İstanbul 1. Bölge’den Türkiye Büyük Millet Meclisi 23. Dönem üyeliğine seçildi.