Başbakan Başmüşaviri Abdülkadir Özkan, "Modern Zamanların Hasan Sabbahı: Fetullah Gülen" isimli yeni yayınlanan kitabında, FETÖ elebaşı Fethullah Gülen'in ilkokulu 17 yaşında bitirdiğine dair belgeye yer verdi.
AA muhabirine konuşan Başbakan Başmüşaviri Özkan, "Modern Zamanların Hasan Sabbahı: Fetullah Gülen" ismiyle yeni bir kitap yayınlandığını belirterek, kitapta hem tarihsel hem de tematik olarak Gülen'in 1965'lerde kanaat önderliği görüntüsünde başlayan ancak yıllar içerisinde terör örgütü liderliğine evrilen eylem ve söylemlerini analiz etmeye çalıştığını söyledi.
Gülen'in çocukken geçirdiği psikolojik travmaların kalıntılarının, hayatının geri kalanında görüldüğüne dikkati çeken Özkan, ailesinin karıştığı cinayet nedeniyle okulu yarım bırakan Gülen'in, ilkokulu 17 yaşında dışarıdan girdiği sınavlar sonucu bitirdiğini anlattı.
Özkan, sorunlu bir gençlik dönemi geçiren Gülen'in hayatındaki en büyük dönüm noktalarından birinin, bir dönem Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı yapan Yaşar Tunagür ile tanışması olduğunu kaydetti.
Gülen'in Diyanet teşkilatında görev almasında Tunagür'ün önemli katkıları olduğunu aktaran Özkan, Kasım Gülek ile ilk temasının da Tunagür sayesinde gerçekleştiğini belirtti.
Gülen'in, uluslararası istihbaratla tanışmasının da 1965'lere tekabül ettiğini bildiren Özkan, bu yıllarda Graham Fuller'in CIA'nın Ortadoğu ve Türkiye Operasyon Şefi olarak tayin edildiğini hatırlattı.
Aynı tarihlerde Gülen'in, Yaşar Tunagür ve Kasım Gülek ile yakınlaştığına dikkati çeken Özkan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Gülen 1970'lerde ise Yaşar Tunagür, dönemin MİT Müsteşarı Fuat Doğu ile yakın temasta. Bu şahısların karanlık ilişkileri, bir evde gerçekleştirilen toplantıda Gülen'e özel bir vazife tevdi edildiği şüphesini güçlendirmektedir. Fuat Doğu'nun CIA ile yakın teması kendisinin de hayattayken teyit ettiği bir gerçektir. Gülen'in bütün ününü borçlu olduğu Kestane Pazarı sohbetlerine başlaması da yine bu tarihlere denk düşmektedir. Özetle, bu çalışmanın en temel çıkarımı Gülen'in 1965'te ilk irşat çalışmalarına başladığı günden bu yana, cemaat görüntüsü altında planladığı çalışmaların aslında planlı, programlı, sistematik ve stratejik hedefleri olan, istihbarat uzantılı örgütsel faaliyetler olduğu gerçeğidir.
Gülen, hayatının hiçbir döneminde kanaat önderi değildir, olmamıştır. Kimi zaman radikal söylemleriyle sahne alan, kimi zaman şizofrenik hezeyanlarla kitleleri kendisine ram etmeye kalkışan, kimi zaman da ılımlı ve seküler söylemlere sığınan Gülen, her fırsatta farklı kişilik türleriyle karşımıza çıkıyor. Ancak, bütün bu şizofrenik davranış bozuklukları kendi içerisinde tutarlı, stratejik hamlelerden oluşuyor. Yani Gülen'in radikal söylemleri de ılımlı söylemleri gibi 'yüce' hedefe ulaşmak için kullandığı birer enstrümandan ibarettir. Bir başka önemli ayrıntı ise Gülen'in itikadi ve teolojik savrulmalarının kökenlerinde saklıdır. İlahiyat camiasının bu konuya bugüne yeterince kafa yormamış olması üzücü olduğu kadar düşündürücüdür."
Gülen'in 1971, 1980, 1997'de darbecilerine verdiği desteğe rağmen 15 Temmuz'da darbe karşıtı gibi görünmeye çalışmasının kitaptaki diğer önemli başlık olduğunu belirten Özkan, "Demokrasinin darbeler marifetiyle yeniden inşa edilebileceğine" inanan Gülen'in 15 Temmuz'dan sonra yaptığı meşru hükümeti destekleyen açıklamalarının komik ötesi olduğunu kaydetti.
Özkan, "17/25 Aralık'tan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı, AK Parti'yi ve hükümeti otoriterlikle suçlayan Gülen'in ideolojisinde, 'otoriterleşme' suçlaması bir darbe girişimini meşru görmek için yeterlidir. Peki Gülen, 15 Temmuz darbe girişimini neden olanca gayretiyle ve panik halinde kınamak ve suçlamaları inkar etmek zorunda hissetti kendisini? Gülen ve ekibi darbenin başarısız olacağını muhtemelen öngörmemişlerdi." diye konuştu.
"MAĞDUR ROLÜNÜN ÖNÜNE GEÇİLMELİ"
Yurt dışındaki FETÖ diasporasının Türkiye aleyhine sistematik bir tezvirat kampanyası yürüttüğünü aktaran Özkan, bu kişilerin etkili oldukları, medya, siyaset ve akademide Türkiye aleyhtarı kesimleri harekete geçirebilme kabiliyetleri olduğuna dikkati çekti.
Özkan, "Otoriterleşme suçlamaları üzerinden Türkiye'yi uluslararası arenada yalnızlaştırmaya çalışıyorlar. Kendilerine siyasi, sosyal alan açabildiklerine inandıkları her yerde mağdur rolünü oynamaya devam ediyorlar. Bunun önüne geçmek gerekiyor. Sivil toplum kuruluşlarının FETÖ hakkında dünya kamuoyunu bıkmadan usanmadan bilgilendirmesi lazım." dedi.
Kamu kurumlarındansa sivil toplum kuruluşlarının gerçekleştirdikleri etkinliklerin Batı'da daha çok dikkate alındığını kaydeden Özkan, aralık ayında Chicago'daki MAS-ICNA'da yapılan panelde dinleyicilerin sorularının, 15 Temmuz'da yaşanan felaketin, Müslüman toplumlarda dahi doğru anlaşılmadığını gösterdiğini aktardı.
"POPÜLİZMDEN UZAK SÖYLEM SİYASETİNE KAFA YORMALIYIZ"
Entelektüel derinlikten yoksun çalışmaların, sorunun doğru anlaşılmasına mani olduğunu vurgulayan Özkan, şunları kaydetti:
"Popülizmden uzak yeni bir söylem siyaseti üzerine kafa yormak zorundayız. Günübirlik, derinliksiz kampanyalar ve etkinlikler, Türkiye'nin algısının iyileşmesine katkı sağlamıyor aksine var olan imajı bozuyor ve Türkiye karşıtlarının ve FETÖ diasporasının ekmeğine yağ sürülüyor. Göz ardı edilmemesi gereken önemli bir diğer nokta ise farklı diasporalara kıyasla yetişmiş bir kitleyi temsil eden FETÖ diasporasının uzun vadede Batı'daki Türkiye karşıtlığını tetikleyici bir unsura dönüşeceği tehlikesidir. Türkiye'nin Batı'da varolan 'namuslu' insanlarla, akademisyen, medya mensubu, siyasetçi, sivil toplumla başlatacağı 'doğrudan iletişim' süreci, örgüt mensuplarının çalışmalarının akamete uğramasını sağlayacaktır."
FETÖ mensuplarının yurt dışında Türkiye'de kamudaki görevden almalar üzerinden algı operasyonu yürüttüğünü aktaran Özkan, sözlerini şöyle tamamladı:
"Öncelikle FETÖ ile mücadelede referans kabul ettiğimiz hukuk kurallarının dışına çıkmadan bu yargılamaların gerçekleştirildiğini yahut gerçekleştirileceğini göstermek gerekiyor. Bu sürecin işleyişindeki şeffaflık FETÖ'cüleri zor durumda bırakacaktır. FETÖ'cülerin genel manada yurt dışında kamuoyu oluşturmak için kullandıkları en temel argüman Türkiye'de adil yargılama yapılmadığı ve cezaevindeki darbecilere işkence edildiği suçlamaları. Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde hukuku, yargıyı, adaleti kendi değerleri uğruna araçsallaştırmış, kavramların içini boşaltarak toplumun adalete olan güvenini adeta yaralamış bir örgütün bugün bu suçlamaları Türkiye'ye yöneltiyor olması komik... Daha komik olan ise bu yalan ve sahtekarlık üzerine inşa edilmiş söylemin, sadece Batı'daki muhataplarında değil; sırf Erdoğan karşıtlığı nedeniyle görme yeteneklerini kaybetmiş Türkiye'deki kimi çevrelerce de karşılık buluyor olması. Batı dünyasında Türkiye aleyhine kullanılabilecek görüntü vermekten şiddetle kaçınmak zorundayız. Psikolojik üstünlük sağladığı düşünülen bazı faydasız girişimlerin yürütülen demokrasi mücadelesini akamete uğratmasından endişeleniyorum. Bürokrasiyi çevrelemiş, pusuda bekleyen pek çok FETÖ'cü oligarkın varlığı sorumluluklarımızı daha da artırıyor."