Kâinatın varlık kefesine ağırlığını koyan Allah’ın ezeli iradesinden başka olamaz. Çünkü, eski alimlerin eskimez ifadelerinde yer alan “Müreccihsiz/Tercihsiz tereccüh/yani; hariçten bir tercih edici olmaksızın, bir şeyin eşit seviyedeki iki tarafından birinin kendiliğinde ağır basıp baskın gelmesi muhaldir.”
Bu yazı, “Allah’ın kâinata/her şeye müdahil” olduğunu açıklayan bir önceki yazının devamıdır. Orada Yüce yaratının kâinata ve insan hayatına doğrudan müdahil olup olmadığı sorusuna yer verilmiş ve buna cevap vermeye çalışacağımıza söz vermiştik. Bu açıklamaların bir devamı olan bu yazımızda da kâinatın her an ilahi iradenin müdahalesine maruz kalıp boyun eğdiğinin delillerini beyan etmeye devam ediyoruz.
- Kâinatın ilk girizgâhı, güzergâhı ve rotası, onun ezeli, bilgili, şuurlu kuvvetli bir iradenin mahsulü olduğuna şahitlik etmektedir. Şöyle ki:
- Kâinatın varlığı vacip değil, mümkündür. Vacip olsaydı ezeli olurdu. Mümkün ise, iki kefesi dengede olan bir teraziye benzer. O kefelerden birinin üzerine bir ağırlık konulmadığı sürece –sittin sene kalsa- bu eşitlik bozulmaz. Ancak bir kefenin üzerine dışarıdan/hariçten bir ağırlık konulduğu zaman bu denge bozulur. Aynen bunun gibi, Kâinat/Evren dediğimiz bütün her şey, “imkân terazisinin” iki kefesi olan varlık ve yokluk çekeceği eşittir. Dışarıdan bir müdahale olmadığı sürece, bu iki kefenin eşitlik dengesi asla bozulmaz. O halde her aklı selim sahibi, mevcut kâinatın bu varlık ve yokluk ihtimalindeki ‘imkân’ eşitliğini bozan bir âmilin olmasının zorunlu olduğuna hükmeder. Kâinatın varlık kefesine ağırlığını koyna Allah’ın ezeli iradesinden başka olamaz. Çünkü, Eski alimlerin eskimez ifadelerinde yer alan “Müreccihsiz/Tercihsiz tereccüh/yani; hariçten bir tercih edici olmaksızın, bir şeyin eşit seviyedeki iki tarafından birinin kendiliğinde ağır basıp baskın gelmesi muhaldir.” Örneğin, varlığı ile yokluğu eşit olan kâinatın - hariçten gelen bir etki olmaksızın- kendiliğinden varlık sahnesine çıkması aklen imkânsızdır. Madem kâinat şu anda vardır, öyleyse onun bir var edeni vardır. Evet, “Madem düşünüyorum, öyleyse varım.” Mademki varım öyleyse beni var eden bir yaratıcım vardır.
- Aşağıda meali verilen ayetlerde hem Allah’ın tek yaratıcı olduğuna, sebeplerin sadece birer hikmet perdesi olduğuna hem de Allah’ın kâinata müdahil olduğuna dair deliller görmek mümkündür:
“Biz sizi yarattık neden hâlâ tasdik etmiyorsunuz? Döktüğünüz bir damla suyu gördünüz mü? Siz mi onu yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz?” (Vakıa:57-59), “Şimdi ektiğiniz tohumu gördünüz mü? Onu siz mi bitiriyorsunuz yoksa biz mi? Eğer dileseydik onu kuru bir ot yapardık. Siz de şaşırır dururdunuz.”(Vakıa:63-65)
Bakınız bu ayetlerde, kâinat kitabının ezeli bir tercümesi, ebedi bir tercümanı olan Kur’an-ı hakîm ne diyor: “Biz sizi yarattık neden hâlâ tasdik etmiyorsunuz?” Ne kadar haklı bir soru.. Madem insan olarak biz harika bir sanat eseri olarak var edilmişiz.. O halde bizi yaratan bir yaratıcının olması lazımdır. Canlı, şuurlu, gören, işiten bir varlık, cansız, kör, sağır, şuursuz, cahil sebeplerin işi olabilir mi? Elbette olamaz, o halde, bu işi ya zahiri bir sebep olan insan olarak siz veya ezeli yaratıcı olarak biz yapıyoruz. Daha yakından konuya bakmak için şu gerçeği bir düşünün! “döktüğünüz bir damla suyu gördünüz mü? Siz mi onu yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz?” Bir tek damla suda milyonlarca insan olmaya namzet sperm bulunur. Bundan hangi anne-babanın haberi var? Demek ki bunları yaratmak ancak sonsuz ilim, hikmet ve kudret sahibi Allah’ın işi olabilir...
Bir müşahhas/somut ve canlı bir misal daha şöyle verilmiştir:
“Şimdi ektiğiniz tohumu gördünüz mü?” Evet gördük inkârı mümkün değildir. Peki o zaman “Onu siz mi bitiriyorsunuz yoksa biz mi?” Bunun anlamı şudur: Bir tohumun toprak altına konulması, onun filizlenip başak vermesi için yeterli değildir. O halde onu bitiren ya sebeplerdir, ya tohumu eken insandır ya da kudreti sonsuz Allah’tır. Sebepler: toprak, su, hava ve ışık gibi unsurlardır. Bunların her bir ferdinin cansız, şuursuz, cahil, kör ve sağır olduklarında şüphe yoktur. Peki acaba tek tek fertleri böyle yaramaz olan bu unsurların bir araya gelmekle canlı, şuurlu, gören ve işiten bir meclis oluştura bilirler mi? Hayır! Bunun denemesi mümkündür: Örneğin yüz deliyi bir araya getirip akıllı bir meclis olmalarını sağlamak veya bin ölüyü bir araya getirmek suretiyle morgdan bin canlı çıkarmak.. Ya da yüzlerce sağır ve körü bir araya toplayarak onları duyan ve gören kişiler haline getirmek mümkün müdür? Bu mümkün olmadığına göre, söz konusu sebeplerin bir araya toplanmasıyla da bir ilim, irfan, kudret ve hayat meclisinin oluşmasına imkân ve ihtimal yoktur. Bu konunun çok açık olmasından dolayıdır ki, bu ayetlerde sebepler arasından yalnız insan zikredilmiş, onun da bu işte hakiki manada bir etkisinin olmadığı hususu açık olduğundan mesele akla havale edilmiştir.