Merkez Bankası (MB) yılın son enflasyon raporunda yıl sonuna ilişkin enflasyon tahminini yüzde 65,2'ye yükseltti. Eski MB Başkan Yardımcısı Turhan, "2022 yıl sonu enflasyonun yüzde 70 civarına gerileyeceği doğru. Mart-nisan aylarında iki haneli aylık enflasyon görebileceğimizi düşünüyorum. Kredi genişlemesi benim düşündüğüm gibi çok güçlü olursa o zaman Türkiye, tarihinde hiç görmediği hiperenflasyonun küçük bir örneğini yaşama durumunda kalabilir." dedi.
Eski Merkez Bankası (MB) Başkan Yardımcısı İbrahim Turhan, MB'nin yıl sonu enflasyona tahminine ilişkin yaptığı açıklamasında "2022 yıl sonu enflasyonun yüzde 70 civarına gerileyeceği doğru. Mart-nisan aylarında iki haneli aylık enflasyon görebileceğimizi düşünüyorum. Kredi genişlemesi benim düşündüğüm gibi çok güçlü olursa o zaman Türkiye, tarihinde hiç görmediği hiperenflasyonun küçük bir örneğini yaşama durumunda kalabilir." ifadelerini kullandı.
Independent Türkçe'den Cihat Arpacık'ın sorularını yanıtlayan Turhan'ın açıklamaları şöyle;
"TÜRKİYE, TARİHİNDE HİÇ GÖRMEDİĞİ HİPERENFLASYONUN KÜÇÜK BİR ÖRNEĞİNİ YAŞAYABİLİR"
TÜİK verilerine göre enflasyon yüzde 83, Merkez Bankası ise geçtiğimiz günlerde yıl sonu enflasyonun yüzde 65,2 olacağını öngördü. Enflasyonun baz etkisiyle daha düşük gösterileceğine ilişkin yorumlar var da iki ayda 20 puan birden düşer mi?
Geçen yıl aralıkta yüzde 14'e yakın bir aylık enflasyon vardı. Bu yıl büyük olasılıkla aylık enflasyon yüzde 5 civarında olacak. Dolayısıyla yıllık enflasyon hesabından 14 çıkacak, yerine 5 girecek. Ocakta da geçen yıl enflasyon yüzde 11'di. Bu yıl da yüzde 5-6 civarında olacak. Dolayısıyla 5 puana yakın da ocak ayında düşebilir. Dolayısıyla biz şubat başına geldiğimiz zaman toplam 15 puana yakın bir düşüş göreceğiz. Bu da enflasyonun yıl sonunda yüzde 70 civarında, ocak sonunda yüzde 65 civarında olması anlamına gelir.
Aylık yüzde 5 enflasyon ne demek? Bunu '5'i 12 ile çarparım 60 bulurum' gibi düşünmeyin. Aylık yüzde 5 enflasyonu bileşik olarak yıllıklandırmanız gerekir. Bu aslında yüzde 80 enflasyona karşılık gelir. Yani, enflasyon hesabında geçen yılın yüksek baz etkisi sebebiyle yıllık enflasyonda geçici düşüş olması Türkiye'nin enflasyonla mücadelede başarılı olduğu anlamına gelmez. Enflasyonun ana eğilimi hala yıllık yüzde 70-80'e işaret ediyor olacak.
Yılbaşında gerçekleşmesi beklenen yüksek ücret artışları diğer ücretleri de etkileyecektir. Memur ve emekli maaşları, buna ilave olarak önümüzdeki yılın bütçesinde öngörülen 640 milyar lira gibi çok büyük bir bütçe açığı, bunun işaret ettiği kamu harcamalarındaki artış, kuvvetle muhtemel Merkez Bankası'nın fiyat istikrarını hedefleyen bir para politikası izlemekten tamamen kopmuş olması, önümüzdeki dönem seçim dolayısıyla kredi genişlemesinin de gündeme gelecek olması… bütün bu etkenleri bir araya getirince, maliyet artışlarının da baskısını dikkate alınca özellikle Mart, nisan ve mayıs aylarında yıllık enflasyonda yeniden bir yükseliş görmemiz hemen hemen kaçınılmaz.
Geçen yıl kur şoku nedeniyle bir ayda yüzde 14 enflasyon oldu. Arkasından Ukrayna'nın Rusya tarafından işgalinin etkisiyle ocak ayında da çok yüksek bir enflasyon gördük. Bunun devreden çıkmasıyla yıllık enflasyonda aralık-ocak aylarında bir düşüş göreceğimiz; 2022 yıl sonu enflasyonun yüzde 70 civarına gerileyeceği doğru. Bugünkü düzeyine göre 10 puanın üstünde bir düşüş demektir bu. Ocak ayında bunun bir miktar daha aşağıya gelmesi de söz konusu olabilir. Ama özellikle de Mart-nisan aylarında iki haneli aylık enflasyon görebileceğimizi düşünüyorum. Şayet kredi genişlemesi benim düşündüğüm gibi çok güçlü olursa o zaman Türkiye, tarihinde hiç görmediği hiperenflasyonun küçük bir örneğini yaşama durumunda bile kalabilir. Ama dediğim gibi henüz önümüzde vakit var, hiç temenni etmeyiz ama…
"FAİZ İNDİRİMİNİN KURA YANSIMAMASI SEVİNİLECEK BİR DURUM DEĞİL"
Eskiden faiz indirimleri döviz kurlarına sert ölçüde yansırdı. Ama son indirimlerde bunun böyle olmadığını görüyoruz. Ne oldu?
Merkez Bankası politika faizinin bir etkisinin olması için iki şey gerekir; birincisi fiyatların üreticiler ve tüketicilerin kararları ve tercihleriyle serbestçe belirlendiği, arz ve talebe göre fiyat oluşumunun gerçekleştiği bir piyasa ekonomisi, ikinci olarak da dışa açık ekonomi gerekir. Ne yazık ki Türkiye, sermaye akımları açısından dışa açık bir ekonomi olmaktan büyük ölçüde uzaklaştı. İçeride de serbest piyasa ekonomisi niteliklerini yine hatırı sayılır ölçüde yitirdi. Bugün bankaların kime, hangi fiyattan kredi verebileceğine tamamen düzenleyici, denetleyici otoriteler karar veriyor. Şu anda kredilerin ana eğilim olarak gelişimine bakarsanız, kredi genişlemesinin enflasyonun belirgin şekilde altında olduğunu, yani aslında kredilerin reel olarak daralmakta olduğunu görüyoruz. Kredi olmadan parasal genişleme olmaz, TL ile ilgili koşullar son derece sıkışık olur. Bunu şu anda reel sektörde üretim yapan birçok işletme ne yazık ki her gün yaşıyor, görüyor. Bir sürü kısıtlamalar getiriliyor. Bankalara 'sadece fatura karşılığı kredi kullandırabilirsiniz, onu da sadece şu şu kuruluşlara kullandırabilirsiniz, konut kredisinde şu fiyatın üstünde ev alacaklara kredi veremezsiniz' diyorlar. Bankalara çok ağır maliyet arttırıcı karşılık düzenlemeleri, menkul kıymet tutma zorunlulukları getiriliyor. Dolayısıyla aslında faiz oranının düşürülmesinin pratikte hiçbir etkisi olmuyor. Yani bankalar o düşük faizli borçlanmayla oluşturdukları rezerv parayı sadece hazineyi finanse etmek için kullanabiliyorlar. Onun için de devlet tahvillerinin faizi düşük, Merkez Bankası'nın politika faizi düşük ama enflasyon yüksek, kur da bundan etkilenmiyor. Bu ancak bütün ihtiyaçlarını kendi iç piyasasında üretebilen hayali bir ülke için söz konusu olabilir. Faiz indirimlerinin kur üzerine yansımaması çok sevinilecek bir durum değil. Bunu neye benzetebilirsiniz yoğun bakımdaki, dışarıdan gelen uyaranlara tepki vermeyen bir hastaya benzetebilirsiniz. Bu, hastanın durumunun ağırlaştığının göstergesidir aslında. Umarım bu yanlıştan dönülür ve bu yanlışta ısrar etmekten vazgeçilir.