İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırımında ateşkes yaklaşılırken Filistin direnişinin tutsak liderlerini de kapsayan esir takası için görüşmeler sürüyor. Filistinli Mahkûmlar Ağı Avrupa Koordinatörü Muhammed Khatib, esirlerin durumuna ilişkin sorularımızı cevapladı. Khatib, “Filistinli mahkumlar için; işkence gören, öldürülen, tecavüze uğrayanlar için bir sistem yok. Bu yalnızca insani bir mesele değil. Liderlerin serbest bırakılması zafere bir adım daha yaklaşmak anlamına gelir.” dedi.
FEYZA NUR ÇALIKOĞLU
İsrail, 7 Ekim’den bugüne Gazze Şeridi başta olmak üzere Filistinlilerin yaşadığı bölgeleri bombardıman altında bırakıyor. İsrail’in 1948’de başlayan işgaline karşılık Filistin halkı kurduğu direniş hareketleri önceliğinde birçok kez İsrail’e karşı ayaklanma başlattı. Bu ayaklanmaların en uzun soluklusu HAMAS öncülüğünde gerçekleşen 7 Ekim Aksa Tufanı oldu. İsrail, Filistin halkının topraklarını gasp ederken binlerce Filistinliyi de yıllarca hapsetti. İsrail’in hapis politikaları Filistin işgalinin bir parçası oldu. Hapishanede büyüyen yüzlerce çocuk, binlerce kadın ve erkek tutsak ediliyor. Öte yandan İsrail, Filistin direnişinin liderlerini hapishanelerde tutmaya devam ediyor.
İsrail ve Hamas arasındaki ateşkes ve esir takası sağlanmasını hedefleyen görüşmeler sıklaştı. Üç aşamalı ateşkes planına göre bir İsrailli askere karşılık 20 Filistinli esir serbest bırakılacak. Esir takasında serbest bırakılması beklenen direniş liderleri de bulunuyorken İsrail 25 yıl ya da daha fazla ceza verdiği 400 Filistinli arasından seçim yapacak.
Filistinli mahkumların 2011 yılında başlattığı açlık grevi sonucunda kurulan SAMİDOUN Filistinli Mahkumlarla Dayanışma Ağı Avrupa Koordinatörü Muhammed Khatib, Filistin’de tutsak edilen çocukların durumunu KARAR’a anlatmıştı. KARAR’ın manşete taşıdığı görüşmenin tamamı şöyle:
“FİLİSTİN HALKI SÖZ KONUSU ÖZGÜRLÜK OLDUĞUNDA RADİKALDİR”
İsrail, kendisiyle savaşanların “radikal İslamcı terörist” olduğunun propagandasını yapıyor. Ancak Filistin direnişine baktığımızda orada yalnızca radikal Müslümanların olmadığını; Marksist-Leninist, demokrat, seküler olmak üzere birçok ideolojinin de Filistin direnişinde yer aldığını görüyoruz. Peki sizin için Filistin direnişinin yapısı nasıldır?
“Filistin Direnişi, 1948’den çok önce var olan eski bir direniş hareketidir. 1936-39 arasında yaşanan İngiliz sömürgeciliğine karşı Büyük Direniş dediğimiz temel bir ayaklanma ve devrimin parçasıydı. Bu süreçte kadınlar, çiftçiler ve Filistin toplumunun her kesimi bu direnişin bir parçasıydı. Mücadele silahlı direniş ve halk direnişi biçimlerini içeriyordu. 30’ların en uzun süren ayaklanmasıdır. Filistinli çiftçilerin İngiliz ordusuna karşı örgütlediği altı ay süren boykot, İngiliz ordusunun varlığını ciddi şekilde zayıflattı.
Siyonist propaganda, 7 Ekim ve çok daha öncesinde, Filistin direnişini IŞİD ve radikal İslamcı gruplardan oluşuyormuş ve sadece dini sebeplerle savaşıyormuş gibi göstermeye çalıştı ancak bu gerçeği yansıtmıyor. Elbette İslami grupların arka planı olarak Hamas ve İslami Cihad gibi gruplar var. Ancak Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (PFLP), Demokratik Cephe (DFLP), El Fetih gibi onlarca Filistinli siyasi parti ve silahlı grup da mücadelede yer almaktadır. Bu gruplar, seküler, solcu ve sosyalist ideolojilerden çok çeşitli ve farklı politik arka planlara sahiptir. Bu grupların ortak noktası Filistin özgürlüğü söz konusu olduğunda radikal olmaktır. Filistin halkı çoğunlukla Müslümandır. Biz, tüm çeşitliliğe saygı duyan İslami bir toplumuz. Filistin’de Hristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar birlikte yaşamaktadır. Ancak biz, İslami ve Arap kültürünün bir parçasıyız. Aslında Filistin halkının diğer Müslüman toplumlardan hiçbir farkı yok.
Ayrıca İslami dinin radikal bir din olduğuna inanmıyoruz. Bu dinin temelinde yatan şey, Filistinli siyasi partilerin ve hareketlerin dayandığı şey, İslam’daki özgürlükçü teolojidir. Benzer bir şeyi Hristiyanlıkta da gördük. Latin Amerika’da kilisenin, İspanyol sömürgeciliğine karşı direnişin bir parçası olarak oynadığı çok önemli bir rol vardı.İsrail, 7 Ekim’den sonra Filistin direnişiyle ilgili bu imajı yaratmakta başarısız oldu. İsrail, uydurduğu hikayeyi batıya satamadı. Öte yandan İslam, Filistin halkının ve Arap halkının tarihinin ve kültürünün organik bir parçasıdır.”
“KADINLAR HER ZAMAN ÖN SAFTA OLDU”
Filistin Kurtuluş Örgütü'nün önde gelen üslerinden biri olarak 1965 yılında kurulan Filistinli bir STK olan Filistinli Kadınlar Birliği, Filistinli kadınların haklarını savunmak, toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik etmek ve Filistin'in bağımsızlık mücadelesine katkıda bulunmak amacıyla kurulan bir örgüttür. Birlik, Filistinli kadınların eğitim, sağlık, sosyal hizmetler ve politik alanda daha fazla temsil edilmesini sağlamak için çeşitli faaliyetler yürütmektedir. Özellikle Filistin'in işgali altındaki bölgelerdeki kadınların maruz kaldığı şiddet, ayrımcılık ve yoksulluk gibi sorunlarla mücadele eder. Aynı zamanda kadınların toplumda daha aktif roller üstlenmelerini destekleyen projeler gerçekleştirir. Birlik, Filistin'deki ve dünya çapındaki diğer kadın hakları örgütleriyle işbirliği yaparak, Filistinli kadınların sesini duyurmayı ve onların haklarını savunmayı amaçlamaktadır.
Filistin direnişinde kadınların yeri nedir? Bahsettiğiniz mücadele tarihinde kadınlar silahlı mücadeleye dahil oluyor mu?
“Kadınların Filistin direnişindeki rolü tarihsel olarak önemli ve çok yönlüdür. 1936-1937 yıllarında kurulan ilk Filistinli kadın tugayı, 1948 savaşında, birinci ve ikinci intifada sırasında, ve Filistin devriminde kadınların varlığı her zaman güçlü olmuştur. Kadınlar yalnızca silahlı direnişte değil, tüm toplumsal alanlarda mücadele etmiş, hemşirelik, öğretmenlik gibi görevlerle direnişin her aşamasında yer almışlardır. Bugün Gazze, Batı Şeria ve Filistin’in diğer bölgelerinde gördüğümüz özgürlük savaşçılarının hepsi, ilkelerine bağlı Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin bir parçası olan cesur anneler tarafından yetiştirilmiştir.
Filistin Kadınlar Birliği’nin tarihsel rolünü, Filistin’de Kadınların okuryazarlığını arttırmak için verdiği uğraşlarda, kadınların birinci intifada, ikinci intifada, Filistin sivil toplum hareketinin bir parçası olması için verdiği mücadelede görüyoruz. Çocuk yuvalarında ve okullarda bizlere Filistin’in ne olduğunu, düşmanlarımızın kim olduğunu, özgürlüğün ne anlama geldiğini ve ne için savaştığımızı öğreten kadınların rolü çok önemlidir. Tarihimizi, kültürümüzü ve mirasımızı bize öğreten her kadın bu mücadelenin ve direnişin bir parçasıdır. Bugün Gazze’de kadınların kliniklerde ve hastanelerde çok zor koşullarda çalıştığını görüyoruz. Filistinli kadınların gazeteci olarak ön saflarda yer aldığını, çoğunun suikasta uğradığını ve Filistin için şehit olduğunu görüyoruz. Bu nedenle, Filistin toplumundaki kadınlar çok önemli ve vazgeçilmez bir role sahiptir ve hatta direnişimizin öncü rolünü üstlenmiştir. Bu rol, askeri cephede, sosyal cephede ve kültürel cephede gerçekleşmektedir.”
“7 EKİM OPERASYONUN AMAÇLARINDAN BİRİ DE ESİRLERİ KURTARMAK”
7 Ekim’de başlayan direnişin ‘esir takası’ bağlamında kazançları nelerdir? Esir takası gerçekleşirse serbest bırakılmasını beklediğiniz önemli isimler var mı?
“7 Ekim operasyonunun ana nedenlerinden biri, siyasi mahkumların takasla serbest bırakılmasıdır. Bu bir yıl iki ay boyunca, direnişin bazı takaslar yapmayı başardığını gördük. Kadınların bu takasların bir parçasıyken özellikle Batı Şeria ve Kudüs’te tutuklanan çocukların özgürleştirildi. Ayrıca, şimdiye kadar süregelen soykırım, etnik temizlik ve yıkımlara rağmen, Filistin direnişinin rehineleri güvende tutmayı başardı. Öldürülen veya suikaste uğrayanların ise İsrail Siyonist ordusu tarafından öldürüldüğünü unutmamalıyız.
Hamas’ın, İsrail’li esirlere kötü davrandığı ve öldürüldüğü iddiası Netanyahu’nun Filistin direnişine müzakere edecek bir sebep bırakmamak için rehine meselesini bitirme planıydı. Ancak bu konuda başarısız oldular ve bugüne kadar İsrail Siyonist devleti, gelecekteki bir takas için Filistin direnişi ile müzakere etmek zorunda kaldı. Filistin direnişi, bu müzakerelerin Filistinli siyasi mahkûmları özgürleştirmeyi hedefleyen bir anlaşma ile sonuçlanmasında kararlı.
Bu aynı zamanda bir siyasi savaştır, çünkü bugün tüm dünya Filistin direnişinin elinde Siyonist rehinelerin olduğunu biliyor. Öte yandan 11 binden fazla Filistinli siyasi mahkûmun İsrail Siyonist ordusu tarafından tutuklandığını, aşağılandığını ve işkence gördüğünü bilmesi gerekiyor. Filistin’deki hapishaneler, İsrail ordusu ve Siyonist devlet yapısıyla sürekli bir çatışma alanıdır. Hapishane, günlük bir mücadele ve direniş yeridir.
Mahkûmların serbest bırakılması yalnızca insani bir mesele değildir. Onlar bizim hareketimizin birinci ve ikinci intifadanın liderleridir. Ramallah’ta mevcut olan ve Siyonist devletle güvenlik koordinasyonu yapan yozlaşmış liderliğe alternatif liderlerdir.
Filistinli siyasi mahkûmlar hareketi, hapishaneleri aşağılanma ve işkence yerlerinden eğitim, güçlenme ve genç kadroların yetiştiği yerler haline dönüştürmüştür. Mahkûmlar özgürleştikleri anda mücadeleye katılmakta ve Filistin kurtuluş hareketinde çok önemli bir rol oynamaktadırlar.
Bu duruma, büyük lider ve şehit Yahya el-Sinvar’ın örneğini verebiliriz. Yahya el-Sinvar hayatının çoğunu Siyonist hapishanelerde geçirmiştir, tıpkı Ahmed Saadat, Mervan el-Berguti ve tutuklanarak ulusal kurtuluş hareketinde rollerini oynamaları engellenmek istenen binlerce Filistinli lider gibi. Tutuklu liderler, halkımızı kurtuluş zaferine ulaştırmada kilit bir rol oynamaktadır.”
HAPİSTEKİ LİDER AHMED SAADAT
19 Mayıs 2002’de işgal altındaki Filistin iç kesimlerinde “Netanya” bölgesini hedef alan ve 3 yerleşimcinin ölümüne ve 56 kişinin yaralanmasına neden olan eylemden Ahmed Saadat sorumlu tutuldu. İsrail, 25 Aralık 2008’de de Saadat’ı 30 yıl hapis cezasına çarptırdı. Ahmed Saadat, İsrail mahkemesini tanımadığını açıklayarak savunma yapmadı. Saadat, hâlâ Filistin direnişinin parçası olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin genel sekreteridir.
HAMAS’ın serbest bırakılmasını istediği isimlerden biri de Ahmed Saadat. Ahmed Saadat’ın durumu hakkında bilgi verebilir misiniz? İsrail’in esir takasında onu serbest bırakma ihtimali var mı?
“Ahmad Saadati yıllardır hapiste ve Filistin direnişi, onu geri almak konusunda kararlıdır. Aynı zamanda Saadat’ın Filistin Halk Kurtuluş Cephesi içindeki rolü, Siyonist oluşumu tehdit ediyor. Bu yüzden yalnızca o değil, ailesi de tutuklandı.
Direnişin hedefi her zaman Filistinli siyasi mahkumları ve özellikle hareketin liderlerini serbest bırakmak için çeşitli yollarla operasyonlar gerçekleştirmek olmuştur. Tarihimiz de bunu kanıtlamıştır: Siyonist İsrail devleti, hiçbir Filistinli siyasi mahkumu, bir takas yapmadan serbest bırakmamıştır. Bu takaslar da her zaman Filistin direnişinin silahlı veya askeri bir operasyon düzenlemesiyle gerçekleşmiştir; hiçbir zaman Uluslararası Af Örgütü’nün ya da bir insan hakları raporunun etkisiyle gerçekleşmemiştir.
Ahmad Saadat, hapishane içinde de aktiftir. Halen Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin genel sekreteridir. Partisi içinde görevini yerine getirmeye, iletişim yolları bulmaya, ilişkiler kurmaya, kadroları eğitmeye, yazılar yazmaya devam ediyor. Onca yıllık tutukluluğa, izolasyona, yalnız hücrede tutulmaya ve hapiste olmasına rağmen Ahmad Saadat hâlâ ayakta duruyor, kararlılığını sürdürüyor ve çok önemli bir rol oynuyor; hem hapishane içinde hem de dışında.
Filistin direnişine güveniyoruz; onun adını listede tutmakta kararlı olduklarına inanıyoruz. Ancak Siyonist oluşumun bu duruma nasıl tepki vereceğini bilmiyorum.”
“GEORGE ABDALLAH DAVASI EMPERYALİST DEVLETLER İÇİN SEMBOLİKTİR”
SAMİDOUN hareketinin ilgilendiği önemli tutsaklardan biri de George Abdallah. Fransa mahkemelerince 40 yıl hapse mahkum edilen Abdallah, 1982 yılında Paris'te ABD askeri ataşesi Charles Ray ve İsrailli diplomat Yakov Barsimentov'un öldürülmesi ve Strazburg'daki ABD konsolosu Robert Homme'a yönelik suikast girişimine karıştığı gerekçesiyle 1987 yılında ömür boyu hapse mahkum edilmişti. Kasım ayında tahliye edileceği açıklanan George Abdallah hakkında Fransa terörle mücadele savcısı, kararın temyize götürüleceğini açıklamıştı.
George Abdallah’ın son süreci nasıl ilerliyor. Mahkeme daha önce verilen kararlardan farklı bir sonuca ulaşır mı?
“Duruşma geçtiğimiz hafta yapıldı. Karar bir veya iki hafta ertelendi. Nasıl bir gelişme olacağını göreceğiz. İsrail’in avukatları, Abdullah’ın serbest bırakılmasına itiraz ediyor. Fransız devletine ve hukuk sistemine güvenmiyoruz; ABD ve İsrail’den gelecek güçlü bir müdahalenin yaklaşan herhangi bir tahliyeye karşı olacağını biliyoruz. Ancak Filistin direnişine güveniyoruz. Abdallah, Filistin direnişinin gelecekteki herhangi bir takas listesinde yer alıyor, çünkü kendisi Filistinli, Arap, solcu ve ilerici bir mahkum olarak tanınıyor.
Bu dönemde kampanyalar hızlanmalı ve George Abdullah ile dayanışma her zamankinden daha güçlü olmalı. Abdullah’ın davası yalnızca bir mahkumiyet davası değildir. Bu dava, Fransız devleti, Siyonist devlet ve Amerikan emperyalist devleti için sembolik bir vakadır. George Abdullah’tan bir örnek yaratmaya çalışıyorlar; eğer biri onun yolunu izlemek isterse, bu onun geleceği olacak ve size böyle davranacağız mesajı vermek istiyorlar.
Ancak George Abdullah bizim için direnç, onur ve pes etmeme konusunda bir örnek oluşturmaktadır. Mahkeme önünde olduğu kadar günlük yaşamında da direnmeye devam ediyor. Dünyada olan biteni takip ediyor. Filistin hareketi ve Arap hareketi ile Latin Amerika ulusal kurtuluş hareketi ve adalet ile eşitlik için mücadele eden her grup arasında hala bağlantılar kuruyor. Mektuplarına ve konuşmalarına baktığımızda yaptıklarından dolayı pişman olmadığını, mücadelesiyle gurur duyduğunu görüyoruz. Bu yüzden George Abdullah bir özgürlük savaşçısıdır ve bu yüzden hareketimizin bir sembolüdür.
George Abdullah’ın serbest bırakılması, 7 Ekim’den sonra bu soykırımları ve etnik temizlikleri gören Arap ve Filistinli gençlere umut vermelidir. Bu gençler, direncin nasıl olması gerektiğini, nasıl karşılık verilmesi gerektiğini ve Fransız devletinin bu suçlardaki rolünü anlamalıdır. ABD, Fransa ve İsrail’in bu tür bir kişiye karşı tek bir cephe olarak nasıl birleştiğini görmelidir.”
“İSRAİL DEVLETİNİ VE YARGISINI TANIMIYORUZ”
Filistinli esirlerin hukuki savunma süreçleri nasıl işliyor? Adil yargılanma hakkının ihlali söz konusuyken mahkeme sivil tutsakların da askeri tutsakların da varlığını reddeden bir konumda.
“Samidoun olarak, İsrail’deki sözde hukuki sisteme inanmıyoruz. Bu sistem çoğunlukla askeri bir mahkeme sistemidir. Hukuki savunma sürecini savunmuyoruz. Bir İsrail mahkemesinin Filistinlilere adalet sağlayacağına inanmıyoruz. Burada, lider Ahmad Saadat veya diğer birçok kişinin bu mahkemeleri reddettiği, bu mahkemelerde durmayı veya bu şekilde bir savunma yapmayı reddettiği cesur örnekleri görüyoruz.
Filistinli mahkumlar için bir savunma sistemi yok; işkence gören, öldürülen, hapishanelerde tecavüze uğrayanlar için bir sistem yok. Bu, yine AB tarafından finanse edilen sahte bir sistemdir. AB, bazı STK’lara avukat sağlamaları ve Filistinli mahkumların ailelerini bu hukuki sistem ve savunma sistemi içinde bir umut varmış gibi bir ikilemde bırakmaları için para ödüyor. Bu durum, manipülatif bir şekilde sosyal ilişkiler kurmaya ve mahkumlarla iletişim kurmaya yönelik bir yol olarak kullanılıyor.”
DİRENİŞİN PARÇASI: HAPİSHANE GREVLERİ
İsrail’deki Filistinli esirlerden bahsedebilir misiniz? Hapishane şartları nasıl? 7 Ekim sonrasında direniş, İsrailli esirlere çok iyi davrandığına dair görüntüler yayımlamıştı. İsrail ‘sivil İsraillilere kötü davranılıyor’ propagandasını sürdürüyor. Buna karşılık kendisi yıllardır birçok Filistinliyi tutsak ediyor. İsrail’in tutsağı olmak ne anlama geliyor?
“Siyonist rejimin hapishane sistemi korkunçtur. Filistinli mahkumların hapishanelerde sahip olduğu her bir hak, çok uzun ve zorlu bir mücadelenin sonucudur. Battaniyeden yiyeceğe kadar her şey için verilen bir mücadeleyle kazanıldı. Bu süreçte kütüphaneler kuruldu, eğitim hakkı elde edildi. Bütün bunlar uzun bir mücadele, açlık grevleri sırasında hayatını kaybeden şehitler sayesinde kazanıldı.
7 Ekim’den sonra, durum elbette değişti. Tecavüz görüntüleri ve hemen hemen her gün gerçekleştirilen suikast görüntüleri görüyoruz. Hapishanelerde kasıtlı olarak öldürülen mahkumlar var. Siyonist ordu, mahkumları tıbbi durumlarıyla mücadele ederken, örneğin uyuz hastalığı gibi, tedavi edilmekten alıkoyuyor. Ve bu işkencenin bir türü. İsrail’in bir zamanlar durdurduğu işkence yöntemlerini yeniden kullandığını görüyoruz.
Bu hapishaneler ancak Siyonist varlığın sona ermesiyle yok edilebilir. İşte bu yüzden “nehrin denize özgür Filistin” diyoruz. İşte bu yüzden Siyonist varlığın yenilgisini kastediyoruz. İşte bu yüzden Siyonist sistemi yok etmeyi kastediyoruz; çünkü hapishaneler, İsrail devlet sisteminin önemli bir parçasıdır. Bu, tüm Filistin toplumunu işkenceyle yıldırmanın önemli bir aracı veya yöntemidir.
Bir ailenin Filistin’de bir mahkumu olduğunda, tüm aile acı çeker ve bu aşağılanma ve işkence deneyiminin bir parçası olur. Bu durum Filistin halkının direnişini doğrudan etkiliyor. Apartheid duvarını yıkmamız gerektiği gibi, Siyonist İsrail devletinin tüm işkence eden, öldüren, etnik temizlik ve soykırım yapan kurumlarını da yok etmemiz gerekiyor.
Her gün burada dünya tarafından görülmek istenmeyen bir suç işleniyor. Ve bu noktada sözde Uluslararası Kızılhaç ve diğer insani Birleşmiş Milletler kuruluşlarının sessizliğini görmek ilginç. Bu kurumlar, İsrail’in işlediği şiddet döngüsünü sona erdirmeye ne konuşabiliyor ne de muktedir olabiliyor.”
.