Görüşler

Bahadırhan Dinçaslan yazdı: Medya yoksa millet yok

Bahadırhan Dinçaslan yazdı: Medya yoksa millet yok

M. Bahadırhan Dinçaslan, “Millet, ister devlet eliyle inşa edilmiş bir suni olgu olsun, ister topluluk halinde yaşamanın zarurileştirdiği bir doğal kimlik olsun ancak medya sayesinde mümkündür” diyor.

Medyasız millet olur mu? Kimi milliyetçilik muarızları, milletin kendisinin bir “medya ürünü” olduğunu iddia ederler. Buna göre millet, gazetelerin ve diğer kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, eğitimin zorunlu ve örgün hale gelmesi (1848 isyanları ile eğitim arasındaki ilişki dikkat çekicidir), ulaşımda demiryolu gibi imkanların gelişmesi ve devletin büyük orduları artık zorunlu askerlik benzeri uygulamalarla teşkil etmesi gibi faktörlerin bir bileşkesi olarak ortaya çıkmıştır. Sözgelimi Hobsbawm, Eşkıyalar kitabında eşkıya figürlerinin yöre halkı için Kral’dan, Napoleon yahut Bismarck’tan daha tanıdık olduğunu, kırsal yerleşimlerin “kimlik” algısının mücavir alanı çok da aşmadığını söyler. Ancak insanlara soyut bir “cemaat” algısı yaratan “bilgi”nin gelebilmesiyle toplulukların bir “millet”ten söz etmesi mümkün olmuştur. Gazeteler cepheden haberleri getirmişler, köydeki insanlara başka köylerde onlara benzeyen, daha başka köylerde de onlara hiç benzemeyen insanlar olduğuna dair bilgiyi sürekli taşımışlar, böylece millet şuuru ve mensubiyeti ortaya çıkmıştır.

Tabii bu görüşe ciddi ve naçizane fikrimce çok daha isabetli bir yöntem geliştirmiş nazariyelerle karşı çıkılmış. Etno-sembolistler, örneğin Azar Gat, modern öncesi dönemde “gezici ozanlar” gibi figürlerin bir “mutasavver cemaat” olgusunun oluşmasında rol oynadığını söyler. Ortak mitler, semboller, köyünde yaşayan, oradan hiç ayrılmamış herhangi bir insanın çok daha geniş bir “cemaat”in mensubu hissetmesinde etkilidir. Modern öncesi dönemde, özellikle feodalizm gibi tecritçi yapıların menfi etkisinden uzak toplumlarda, örneğin Türklerde, ciddi bir millet fikrinden ve varlığından söz etmek mümkündür. Etno-sembolist görüşe göre millet devletin inşa ettiği modern bir fenomen değildir, kökleri modern öncesine uzanır; şekil, içerik ve işlev değiştirse de, “doğal yollardan” gelişmiş bir evrimsel üründür. Millet olma halinin merkezinde ise, paylaşılan semboller, hikayeler, mitler yer alır; bunların paylaşılabilmesi eski dönemde efsaneler ve onları yayan gezici ozanlar ile din adamları sayesinde mümkün olmuş, nihayet modern dönemde kitle iletişimi yoluyla çok daha güçlü bir millet bağı bireyler ve mutasavver cemaat arasında kurulabilmiştir.

Millet, ister devlet eliyle inşa edilmiş bir suni olgu olsun, ister topluluk halinde yaşamanın zarurileştirdiği, insan topluluklarının hayatta kalmada faydalı bir sosyal evrim ürünü olması nedeniyle doğal yollardan geliştirdiği bir doğal kimlik olsun, ancak medya sayesinde mümkündür. Etimolojik kökeni “ortam, mecra” anlamına gelen medya, bireylerin kendilerini aşan, toplulukla paylaştığı bir düzlemdir ve millet ancak o düzlemde vardır.

Milletin yahut ulusun bütün bileşenlerinin özgürce yer aldığı bir ‘ulusal sahne’, Renan’ın ‘günlük plebisit’le her gün yeniden oluşuyor dediği milli kimliğin temel kaynağıdır.

Modern öncesi dönemde mitlerin, efsanelerin, gezici ozanların nasıl bir “millet” yarattığına en güzel örnek belki de Oğuz Türkleridir. Oğuzlar, Ebulgazi Bahadır Han ve diğer kaynaklardan öğrendiğimize göre, diğer Türk yahut Altaylı unsurlarla akrabalıklarını kendi mitolojileri ile açıklarlar. Buna göre farklı boy isimleri altında yaşayan Oğuz grupları, aslında Oğuz Kağan denen mitolojik bir figürün torunlarıdırlar. Benzer bir yaşayışa sahip Moğollar, Oğuz’un savaştığı babasının tarafını tutan amcalarının soyundan gelirler. Bu yüzden farklılaşmış, kötüleşmişlerdir. Yakın bir dil konuşan Uygurlar ise, Oğuz’un babasıyla yaptığı savaşta Oğuz’a “uyan” amcalarının soyundan gelirler. Kıpçaklar, Oğuz’un bir askeriyle evli olup, bir ağaç kovuğunda doğum yapan kadının soyundan, Karluklar karlı bir bölgeden geldiklerinde üstleri başları karlı olduğu için Oğuz tarafından Karluk diye anılan grubun soyundan gelirler. Oğuzlar, göçebe yaşadıkları için sürekli temasta oldukları diğer Türk uruklarıyla ve hatta Moğollarla benzer olduklarını görmüşler, benzerliklerini ve ufak farklılıklarını, Oğuz’a akrabalık nisbetini kullanarak açıklamışlar. Bu açıklamalar farklı varyasyonlarıyla Oğuz ozanları tarafından farklı obalarda, şenlik ve cenazelerde, ağıt, koşuk gibi formatlarda, Azar Gat’ın dediği gibi her zaman “bizimki” olan bir mitolojik figürün (Oğuz Kağan) etrafında örülen hikayeler olarak anlatılmış ve Oğuzlarda önce boyları aşıp “Oğuzluk”u, ardından “Türklük”ü mümkün kılan bir aidiyet ve kimlik bilinci geliştirmiş.

Modern dönemde ilginç vakalardan biri ise, Chia Yu Tsai’nin dile getirdiği, “Tayvanlılık” meselesi. Tayvan bilindiği üzere 2. Dünya Savaşı hengamesinden sonra “Milliyetçi Çin” hükümetinin hakimiyetini devam ettirebildiği ada; kıtadaki Çin toprakları ise Japon işgali ve iç savaşın sonuçlanmasının ardından Komünist Çin tarafından ele geçirilmişti. Bugün Tayvanlılar için “Milli Kimlik” bir sorun: Kendilerine Çinli mi diyorlar, Tayvanlı mı? Yahut ikisi birden mi?

18-05/12/12krt11a_tum-copy.jpg

Chia Yu Tsai, medyanın bu husustaki tesirini inceliyor. Vardığı sonuç şu: Çin ve Tayvan arasındaki gerilim arttıkça, medya bu minvalde ve resmi Çin ağzından uzak, resmi söylemin kullandığı kelimelerden farklı kelime dizgilerini kullanarak haberler yapıyor ve “Tayvanlılık” kimliği ilgili bir şekilde artıyor. Yani Tayvan ve Çin arasındaki gelişmeleri duyurma şekli, etnisite ve dil açısından çok da uzak olmayan ve yakın tarihte iki farklı ve müstakil varlık haline gelmiş bu iki ülkenin insanlarını bir anda farklı kimliklerle kendini tanımlamış “yabancı”lara dönüştürebiliyor.

Modern dönemde ve şehir hayatında bölgelerin, şehirlerin ve bireylerin atmosferi eskiden olduğu kadar yeknesak değil. Yerel homojenlikler parçalanırken, “millet” yahut “hemşehri”nin ifade ettiği grubun derinliği ve çeşitliliği artıyor. Bu ne demek? 10 asır önce Oğuzlar arasından seçeceğimiz rastgele birey ve toplulukların yaşam tarzlarında çok fazla çeşitlilik yoktu; coğrafya ve ekonomi büyük oranda belirleyiciydi. Bugün bundan bahsedemeyiz: Modern yaşam ve teknoloji, birçok farklı yaşayışı mümkün kıldı; üstelik Türkiye gibi imparatorluk bakiyesi bir ülkede geleneksel olarak farklı yaşam tarzları ve davranış kodlarının yerleşik olması şaşırtıcı değildir. Şu halde, ortalama bir Türk için tek bir medya yok; bir Oğuz’un aynı koşukları ve efsaneleri bilmekle yetinebildiği ve “Oğuzluk” yahut “Türklük” şuuru, aidiyeti ve kimliği geliştirebildiği dönem geride kaldı. Artık bir nevi “multimedya” var ve insanlar kamusal alanda kendilerine hitap eden bir medya düzlemi buldukları zaman tatmin oluyorlar. Tek bir milletin, yahut ulusun (ulusu, milletten daha düşük rütbede, devlet-vatandaşlık ilişkisi ekseninde bir anlamda kullanıyorum. Türkiyeliler ve Azerbaycanlılar aynı milletten, iki ayrı ulustur örneğin) içindeki alt kültürler, farklı yaşam pratikleri ve davranış kodları, kendilerini “ulusal sahne”de buldukça, milletlik yahut ulusluk hali yara almıyor. Ancak bunlardan birisi baskılanırsa, baskılanan pratik, etnik, dilsel ve dini açıdan diğerleriyle aynı olsa bile, farklı bir dilde, müstakil ve alternatif yahut yeraltındaki bir medyada kendini ifade ederek ayrı bir ulus olma yoluna girebilir.

Bir Turancı olarak eskiden medyanın bu işlevini görür ve Yunanistan’dan sürekli “komşu” diye bahseden medyamızın Azerbaycan’dan çok uzak bir ülke gibi bahsetmesinden, Doğu Türkistan’a Sincan demesinden rahatsız olurdum. Şimdilerde rahatsızlığımın odağı milletten daha dar bir kapsama, ulus ölçeğine dek indi: Doğan grubunun satılması beni tedirgin ediyor. Bütün medya düzlemlerinin hükumet yanlısı patronlarca elde edildiği bir Türkiye’de, muhalif kesimler gitgide kendi “getto”larına hapsedilirse, bu muhaliflerin iyice ayrıksılaşmasına, “millet”ten kopmasına neden olacaktır. “Anaakım” denen, aslında “ulusal sahne” olan medyada kendi düzlemini bulamayan muhalifler için ilk sorun anaakımı ele geçirmiş olan temsil ve zihniyete büsbütün yabancılaşarak adeta bambaşka bir milletin mensubu olmaları ihtimali. İkinci sorun ise tesire açıklık: Bu toplumsal taban kendine bir medya –öyle ya da böyle- yaratacaktır, ancak bu medya artık ulusal sahnede olmadığından dış ve iç odaklardan gelecek muzır tesire daha açık olacaktır. Örneğin ülkemizde  faaliyet gösteren Rus medya ajanları sürekli muhalif kitlelere hitap eden içerik üretir ve “çerçeveleme”lerini bu minvalde yaparken, merkezi Amerika’da olup Türkiye’de faaliyet gösteren TV kanalları da aynı şekilde birincil hedef kitle olarak hükumet muhaliflerini seçtiler.

Milletin yahut ulusun bütün bileşenlerinin özgürce ve diğerleriyle etkileşim içinde olarak yer aldığı bir “ulusal sahne”, Renan’ın “günlük plebisit”le her gün yeniden oluşuyor dediği milli kimliğin temel kaynağıdır. Bu satırlarının yazarı ile Ardahan’daki esnaf arasındaki –Türk kültürünün asgari müştereklerini saymazsak- yegane ortaklık, medya tarafından ikimize de taşınan mesajlara, tanıtılan sembol, figür ve motiflere aşina oluşumuzdur. Takip ettiğimiz medya düzlemleri birbirinden büsbütün farklılaşırsa, aramızdaki ortaklık, rabıta ve nihayet mutasavver aşinalık da ortadan kalkacaktır ki; siyasetin “biz ve ötekiler” dili toplumu ciddi anlamda kamplara ayırmışken böyle bir tehlike, gazetecilik de yapmış bir siyasal iletişimci olarak nazarımda ciddiye alınmaya değer bir tehdittir.

On üç asır öncesinin medyası, bengü taşlardı. Orhun’a dikilen abideler, Türkler için bir “medya” işlevi görüyor, Türklerin ortaklıklarını pekiştiriyorlardı. Bugünün Orhun abideleri gazeteler, TV kanallarıdır. Muhabirler ve köşe yazarları birer Yollug Tigin’dir. Ulusu oluşturan kesimlerin yalnızca birinin üzerine bina edilmiş bir medya, diğerlerini başka abideler dikip, başka dilde konuşmaya itecek. Ortada kalan “Türk” kimliğini ise kimin alıp kendi hanesine yazdıracağı bilinmez; kim kazanırsa kazansın, nihayetinde Türklük böyle giderse kan kaybedecek, yeniden tanımlanırken zayıflayarak Ortadoğululaşmaya teslim olacak gibi görünüyor.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir