İnsan zihni soru üretmeye programlıdır. Bu sorular daha çok gündelik hayatın işleyişine, şeylerin ve oluşların anlamları ve nedenleri üzerinedir. İnsanlık tarihi boyunca tedavülde kalmış olan varoluşa, tarihin oluşu ve seyrine, evrenin mahiyetine dair sorulara her kültürde şöyle ya da böyle belirlenmiş cevaplar vardır. Bunlar düşünce ve inanç sistemlerinin çoğunda mutlak doğru/hakikat mesabesindedir. Bireylerin yükümlülüğü, ait olduğu kümenin önceden belirlenmiş doğru cevaplarını iyi öğrenmesidir, hatta ezberlemesidir. Zihnin tabiatı gereği sahip olduğu soru sorma ve araştırma yetisi etkin bir eğitimle uykuya yatırılır. Bunun sağlanmasının yolu, yüzyıllardır uygulanagelen ‘kuramsal olanların sözlü ve zihinsel olarak tekrarlanması, uygulamalı olanların da periyodik eylemler şeklinde pekiştirilmesi’dir. Öyle ki, eylemler, duygu ve düşünceler, bunların ifadesi ve nihayetinde sezgiler otomatikleşir. Bu cevapları doğru ve tam öğrenmek, iyi bellemek ve pekiştirmek bütün vaktimizi alacağı için bu cevaplar atmosferinin dışına kafamızı çıkarmak mümkün değildir. Okumuş yetişkinlerden birisi, bu durumu pek özlü açıklamıştı: “Neye nasıl inanacağımız, neyi nasıl yapacağımız, neye ne kadar değer vereceğimiz bellidir. Sakata düşürecek şeylerden sakınıp, doğru bildiklerimizi…”
***
Böyle cevaplara nispeten çağdaş örnekler verirsem: Laikçi ve/veya pozitivistler için; ‘din terakkiye manidir’, sosyalist için ‘emek en kutsal değerdir, insanlık tarihi üretim araçlarının ele geçirilmesi kavgasıdır’, müslüman için; ‘Batı modernizmi her kötülüğün kaynağıdır.’ ‘İslam akıl dinidir’ tamlaması ise, ülkemizde her kümenin işine geldiği anlamda zaman zaman kullandığı bir cevaptır. Kavramlar çoğunlukla tam olarak anlaşılmasa da, aksiyomlar (ilksav) ezberlenir. Tanımı gereği yanlışlanması söz konusu değildir aksiyomların. Bu aksiyomlar üzerine önermeler üretilir. Dışardan gelecek sorulara uygun cevaplar, özgün halindeki terimlerle ifade edilir. Her şeyi yerli yerine koymuş, düzenlemiş, kendi içinde tutarlı insan/evren/eşya hikayeleriyle döşenmiş zihinler dingin, huzurlu ve sakindir. Rahatsız edici, (kafa) karıştırıcı soruların doğmasına pek imkan yoktur bu zihinlerde. Ait bulunduğu kümenin önermelerine ve hipotezlerine uyumlu düşünce, duygu ve eylemler o zihinlere konfor sağlar. Bu uyumlu (konformist) hayat inananlara iki dünya için de konfor güvencesi vaat eder. Zamanla her kavramın ve anlamın fert ve toplum zihninde tartışılmaz biçimiyle yerine oturduğu ‘gelenekselleşmiş’ topluluklarda, insanların rahatını kaçıran, bireylerin ve dolayısıyla toplumun huzurunu bozan beklenmedik cevaplar ‘bir gün’ dışardan ya da içerden gelir. İçerden seslenenlerin, dıştakilerden az veya çok müteessir oldukları muhtemeldir. Daha önce duyulmadık, akılların kıyısından geç(iril)meyen haberlerin meydana getirdiği bu yeni hâl, toplumun huzur ve istikrarından en çok yarar sağlayanların canını sıkar. Bunlar, yeni cevapları ve o cevaplara ilgi duymanın kaçınılmaz sonucu yeni soruları mahkûm etme amacıyla savaş başlatırlar. Yeni cevaplar ve soruların taşıyıcıları, insanlardan (ilkin) sadece, ‘kendi aktardıklarını’ da kâle almalarını; bir düşünmeleri ve değerlendirmelerini ister. Zihinlere, rahatından biraz fedakarlık etmesi teklif edilir: Aklını kullanması, düşünmesi… Yeni cevaplarla birlikte doğan yeni sorulara geliştirilen cevaplar hep birlikte toplumsal hayata madden ve manen (zihnen ve ruhen) yenileşme, gelişme ve zenginlik getirir. Özellikle, bu süreçte toplum gönüllü olmuşsa. Bu yeni cevaplar toplamı ve toplum zamanla her alanda zirvesine ulaşır. Zirvenin yeri düşüş başladığında belli olur. Düşüşün başlamasıyla birlikte zirvedeki toplam, daha önce defalarca tekrarlandığı gibi, önce donuklaşır, giderek kemikleşir.
***
Yetmişli yıllarda, gençler ait olduğu kümenin doğrularının çok başarılı öğrencisi ve yılmaz savunucusuydu. Bunlar ‘bilinçli’ ya da ‘şuurlu’ gençlerdi. Öğretilen cevap dışında başka şıklar da olabilir deyip kendi halinde okuyan kümesizler, ‘ot’ yani bitki olarak nitelenirdi. Özeleştiri ise, öğrenilen cevapların irdelenmesi değil, cevaba uymayan söz, eylem ve hallerin murakabesini ifade ederdi. Öncüler, yol göstericiler (yazar, şair, hoca, ağbi ve benzerleri) ilkelerini değiştirmemeleri, inandığı ve doğru bildikleri ile ilgili ödünsüzlükleri, tilmizlerine, sempatizanlarına öğrettikleri cevapların doğruluğu konusundaki sebatları ile yüceltilirdi. Ütopik bir müslüman toplum vardı gelecek için tahayyüllerinde. Paylaşan, yardımlaşan, önce komşusunu ve arkadaşını düşünen, yalan bilmeyen, kendisi ve toplumu için çalışıp çabalayan, üreten, kötülükten sakınan, canlı, hatta cansız hiçbir varlığa zarar vermeyen, her işini güzel yapmaya gayret eden insanların çoğunlukta olduğu ya da topluma kimliğini kazandırdığı bir gelecek. Bu mütehayyillerin, bugüne ve geleceğe ait, ezberindeki cevaplardan biri ise, dışardan bir tespitle, “Ülkede işler kötü gidiyor; çünkü toplum dinden uzaklaştırılmıştı. Oysa işlerin iyiye gitmesi için yöneticilerin dindar olması; toplumunsa dini esaslara göre eğitim alması, dine dayalı bir ahlâk anlayışıyla donatılması lâzım. Manevi kalkınma ile toplumda, sonra siyasette çürüme, yozlaşma bitecek. Sermayedar dindarlaşırsa işçinin hakkını yemeyecek; işçi de daha fazla çalışmaya kendini verecek. Manevi kalkınma yoluyla sınıf farkları kapanacak ve ülke maddi kalkınmaya odaklanacak.” (Deniz Yıldırım, 03 Kasım 2018 Cumhuriyet)
Son 40 yılda ülke olarak yaşadığımız tecrübe bize, bilinen cevapların her birinin mutlak doğru olmayabileceğini ortaya koydu. Din temel olarak insanları kötülükten kaçınmaya, iyi ve yararlı olmaya, arınmaya yöneltir, teşvik eder. Bunun için bu dünyada ve öbür dünyada cezalar ve ödüller vaat eder. Tarih boyunca tekrarlandığı gibi, bu tecrübeden sonra, ezberimizdeki cevapların tam karşılık olamayacağı soruların doğması kaçınılmazdı. En masumlarından bir-iki misal: Şeyleri anlamamıza ve yorumlamamıza yarayan kavramların içerik ve işlevleri üzerine farklı mülahazalar olamaz mı? Dindarlık ahlâklı olmayı garantilemiyor mu? Toplumun gerçeği olan dindar olmayanlar, inanmayanlar ahlâklı davranmakla yükümlü değil mi? O zaman, herkesi kapsayıcı bir toplumsal ahlâk ilkeleri üzerinde ittifak gerekmiyor mu?
***
Cevaplar sınanmadıkça soru(n) yoktur. Sınandığında ise sorular tezahür etmeye başlar; hem ezberlenmiş önermelere ilişkin sorular, hem özgün cevaplar arayan yeni sorular. Sorular belirmeye başlayınca her birinin tek bir cevabı olmayabileceği, olmadığı fark edilir. Çoklu cevaplar tek doğru cevap seçmeye alışmış zihinler için yeterince bunaltıcıdır. Hele cevaplar ve sorular sökün etmeye başlayınca. Artık, bazıları için, bazen, sorulara verilen standart cevapların inandırıcılığı ve tatmin etkisi zayıflamaktadır: “Öyle bir toplumda insanlar gücünün yettiğince üretime katılacak, ihtiyacı kadar pay alacak.” “Patron işçinin emeğinin karşılığını hakkıyla ve teri kurumadan verecek; işçi de patronunun rızkına vesile olduğunu bilecek ve işini en güzeliyle yapacak.” (Oysa, insan genel olarak, daha az çabayla en fazlasını alma ve biriktirmeye kodlanmıştır.)
Kapitalist cevaplar zaten herkesin yaşadığı ama, burun kıvırdığı ezberlerdir. Yirminci yüzyılda yaşananlar, komünist (sosyalist) cevapların, hele tek ekonominin, tek kültürün egemenliğindeki dünyada ne kadar masalsı olduğunu ortaya koydu. Müslümanlara ilişkin ezberler sınanmasaydı, ne güzel, haklılığın hazzıyla vakur ve özgüvenliydi insanlar. İnsan hakları, adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesi veriliyordu. Hem de herkes için. İlkeli davranmak çok önemli, erdem, peşinden koşulan en büyük değerdi. Bu haklı mücadele, dürüst komşular tarafından da takdir görüyordu.
Yirmibirinci yüzyılda her cenahtan ortaya konan tespitler İslamcıların (müslümanların) sınava çekildiği ve kaybettikleri yönündedir. Modernitenin acımasızlığı ve açgözlülüğüne, postmodernitenin tespit ve teklif ettiği parçalanmışlığa ve dağınıklığa, özgün tanımlar ve anlayışlarla çare öneren bir gelişmeyi ortaya koyamadı müslüman toplum. Yirminci yüzyılda güçlü bir şekilde var olan bu beklenti –şimdilik- umutsuzluğa bıraktı yerini. Bu tespitleri yaparken sevincini gizlemeyenler de var: “Müslümanlar piyasayla içli dışlı oldukları ölçüde dinlerine olan inançlarını yitirdi…… Bu iyi bir şey mi, evet uzun vadede iyi. Biraz meşakkatli olacak olsa da din siyasallaştıkça uhreviyetini, gizemini, cazibesini yitirecektir. ……………. varsa bir bedeli islamcılar ödeyecek, aradan çıkacaklardır.” “Öteki dünya için bu dünyanın zevklerinden vazgeçmeyi göze alıp kendini Tanrı’nın ahlaki testine hazırlayan mütedeyyin müslüman görmek imkansız gibi bir şey artık. (Ünal Özmen, 29.06.2018 Birgün)
***
Müslümanlar olarak ya aradan çıkmak mesele edilmeyecek; hatta bu bir kayra da sayılabilir: Allah’ın sınavına kuvvetle dikkat çeken. Ya da aradan çıkmamak için bir şeyler yapmak, yeni bir şeylere girişmek gerekecek. Çünkü, eldeki cevapların çelimi soruların ağırlığını çekmiyor. Yanlışların bol olduğu, söylediklerimizle mütemadiyen çeliştiğimiz, yanlış ve kötüyü mazur görme ve göstermedeki maharetimize hayret edilesi bir tecrübeyi yaşamış olabiliriz. Ama bunu sadece biz yaşamadık. Tarih boyunca, hemen hemen tüm topluluklar bu tür tecrübeleri yaşamıştır. Toplumların tarihi helezoni bir akış şeklindedir. İzdüşüm olarak aynı çemberleri dönüyor olsalar da, önemli olan toplumun yaşamakta olduğu o çembersel seyri aşağıya doğru mu, yukarıya doğru mu? Ahmet Çiğdem bir yazısında, “bu ……. düşünsel hakimiyet bir siyasal düşünce olarak İslâmcılığa ikincil politik, teolojik ve kültürel girdilerin akışını engellemiştir.” diyerek bence, yirmi birinci yüzyılda, bu kapalılığın sonucu olarak müslümanlığın/müslümanların savunmasızlığını işaret etmektedir. (Ahmet Çiğdem, Peygamber ve düşünür. Perspektif.online 22 ağustos 2020, Karar 26.08.2020)
Artık, ezberlediğimiz cevapların doğruluğundan eminsek bile, başka doğru cevapların da olabileceğini kabul etmeliyiz. Doğruluğuna emin olduğumuz cevapların da, eksik bıraktığı yanları var mı meselelerin acaba, diye meraklanmamızdır insanî olan. Bazı cevaplar doğrudur tamam ama, bugün gereği, hatta anlamı yoktur mesela. O zaman için geçerliydi ya da kullanışlıydı: Antik çağın en değerli cevapları olan tabiatın 4 unsurdan oluştuğu veya hastalıkların insan vücudundaki 4 sıvıdaki değişmelerden kaynaklandığı, gibi.
Tabiat bilimlerindeki yanlış ve eksik bilgilerin daha çok olduğu dönemlerdeki cevapları bugün hala dayatmanın ters etki yapma riski vardır. Dayatılan kişi, o cevapla birlikte aynı kümenin tüm cevaplarına ilgisiz kalabilir. Eskiden, eşyanın, insanın ve evrenin neliğine ve anlamına ilişkin cevapların verilenlerden ibaret olduğuna itiraz olasılığının çok düşük olması, toplumun eğitimini ve düzenlenmesini kolaylaştırıyordu. Bugün artık, bireylerin ve kümelerin öteki kümelerin cevaplarına, aykırı cevaplara istemeseler de rast gelmeleri büyük ihtimal. Ki, tarihte, önce Müslüman toplumlarda, sonra Avrupalılarda yaşanan ötekilerin cevaplarına ve izahlarına teşnelik her ikisinde de bilgi, düşünce ve kültür zenginliğine yol açmıştı. Gönüllü alışveriş o topluluğa yönlendirme ve sentez yapma imkânı sağlar; onun rüzgar veya sel önündeki bir çöp gibi sürüklenip duvara çarpmasını engeller.