Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, bu sene uygulanan sınav sistemleri üzerinden eğitim sistemimizdeki eksiklileri değerlendiriyor.
LGS yerleştirme sonuçları ile YKS sınav sonuçları açıklandı. Beklenildiği gibi mevzu LGS’de yeni sistem; YKS’de de alan testlerindeki başarı düşüklüğü üzerinden tartışılıyor. Testlerdeki düşüklük ve yerleştirme sistemlerindeki aksaklıklar şüphesiz önemli. Nedenleri ve çözüm önerileri üzerinde titizlikle durulması hayati önemde. Ancak açık ki bu başlıklar eğitim bahsinde tuzağına yakalandığımız teknik bakışın uzantısı hükmündeler ve bu yönleriyle de eğitimin daha lokal ve ikincil yönüyle ilintilidirler. Nitekim ülkemizde yürütülen eğitim tartışması ve düzeyi de bu vaziyeti teyit eder niteliktedir. Bu vesileyle mevzunun genel ve birincil boyutuna ilişkin Namık Kemal’in ifadesiyle ‘güneşe kaside okumak’la iktifa ettiğimizi not ederek LGS yerleştirmeleri ve YKS test sonuçları üzerine birkaç husus hatırlatmakta fayda var.
Kamuoyunun hayret duygularını celbeden YKS test sonuçlarına ilişkin şunu belirtelim: Bugün şaşkınlıkla karşıladığımız veriler ülkemiz sınav tarihinin istikrarlı verileridir. Bu açıdan şairin ifadesiyle ‘gök kubbe altında yeni bir şey yok!’ esasında! Hatta sadece YKS verilerine değil bugün yerleştirme üzerinden konuştuğumuz LGS verilerinde, KPSS verilerinde, Öğretmenlik Alan Bilgisi testlerinde de süreğen bir durum söz konusu. Dolayısıyla bugün ‘nasıl olur?’ şeklinde kabul etmekte zorlandığımız veriler ülkemizin rutini. Her yılın belirli periyodunda ülke gündemine gelen konuyu ve verileri, bir soruna ilgiyi toplamak, konuşmak ve tartışmak şeklinde sonuçlar doğurması beklenen hayret ve şaşkınlıkla karşılamamız bizim ülke olarak mevzuyu geçiştirme, Alev Alatlı’nın ifadesiyle ‘mış gibi’ yaparak görev savuşturma çabamızla ilintili. Sorunlarımıza gösterdiğimiz abartılı ilgi-tepki, mevcudun muhafazasına yol veren bir alışkanlıktan, alışkanlığın alışkanlık olmadığına kendisini ve başkasını inandırmaya çabalayan self-operasyonel bir tutumdan kaynaklanıyor. Mevcudu dolaylı yoldan katlanabilir kılmaya çabalayan bu hayret ve şaşkınlığın bir tür savunma mekanizması olduğunu bilelim. Burada soruna katlanmamızı kolaylaştıran taktikler yerine öncelikle yapılması gereken gerçeklikle yüzleşme cesaretinin gösterilmesidir. Eğitim faslındaki ahval yüzleşme üzerine değil kaçış üzerine yapılanmış ve o minval üzere devam etmektedir. O yüzden verilere değil veriler üzerinden her yıl dozajı biraz daha artan abartılı şaşkınlığımıza şaşırmalıyız.
LGS yerleştirme sonuçları ise başından beri dile getirmeye çalıştığım üzere kaçınılmaz sonuçtu. Tüm bu kombinasyon içerisinde başka bir sonucun çıkmasını beklememiz abesle iştigal olurdu. Zira 2018 Türkiye’sinin koşullarında, sınırlılıkları belli bir alanda yapacağımız düzenlemenin olası opsiyonlarının neler olacağını kestirmek için müneccim olmaya gerek yoktu. Gönlümüzden geçenlerin sosyal hayatta karşılık bulması için istek ve istekteki samimiyet yetmez. Gerçeği görmek, bilmek ve gerçeği gerçekten değiştirebilecek çözüm ve stratejiler üretmek gerekiyor. 1 milyon 200 bin gencin bir üst kademeye geçişini ‘anlık aydınlanmalarla’, gerçeklikle bağı olmayan sistemlerle gerçekleştiremeyiz. Mevcudu daha iyi yapmakla mükellef olduğumuz gibi mevcudun daha kötü olmasını engellemek gibi bir yükümlülüğümüz de var. Mevcuda olan muhalefetimiz dizginsiz bir ‘istemezük’ veya ‘isterük’ üzerinden şekillenemez.
Mağduriyet oluşturmadan, eşitliğe ve adalete halel getirmeden işleri yürütmek durumundayız. Yaptığımız sınav üzerinden ‘nitelikli okullara(!)’ 127 bin 283 öğrencimizi yerleştirdik. Geriye kalan 1 milyon öğrencimizi ise ‘mahalli yerleştirme sistemi’ üzerinden okullara yerleştireceğiz. Şu an ki verilere göre Anadolu Liselerinin yüzde 95’i dolmuş durumda. Meslek Liselerinin önünü açacak ve niteliğini arttıracak şekilde lansmanı yapılan yeni sistemde bu liseler ile İmam-Hatip Liselerinin kontenjanları neredeyse yarı yarıya boş kalmış durumda. Bu veri bile planlamanın başlı başına gerçekçi olmadığının göstergesi durumunda.
İkincisi, yeni yerleştirme sisteminde sistemin bütün dokusuna nüfuz etmiş ‘akademik başarıyı’ yerleştirmede önemsizleştiren uygulamanın yarattığı mağduriyet. Mahalli yerleştirme sistemine geçişimizin gerekçesi olarak kullanılan ‘öğrencinin oturduğu mahalledeki okula devam etmesi’ tezi teorik açıdan anlamsız olduğu gibi pratik açıdan da lüzumsuzdur. Zira öğrenci-veli tercihinin önemli parametrelerinden birisi mahalle olmasa da hep ulaşım kolaylığı olmuştur. Diğer taraftan Türkiye gibi sosyal mobilizasyonun son derece yüksek olduğu bir ülkede bir üst kademeye geçişin temel-belirleyici parametresi olarak ikamet yerinin kullanılması ancak en katı iskân politikalarının, en sofistike biyopolitikaların hayat bulduğu yerlerde düşünülmüştür. Bu tarz bir eleyicinin kullanılması eşitliği zedelediği gibi örtük bir sınıfsal kast sistemini dayatmaktadır.
Üçüncüsü, on yıllar içerisinde kurum kültürü oluşmuş, belirli bir başarı düzeyini yakalayarak öne çıkmış okulların yeni yerleştirme sistemi ile hafızalarının resetlenmesi durumudur. Yapmanın zor, yıkmanın çok kolay olduğunu hatırlarsak karşı karşıya olduğumuz durumun vahameti görülecektir. Orta öğretim kurumları için gittiği okulun mutlaka mahallede olmasının pedagojik zaruretten ziyade yüzeysel, keyfi bir okuma olduğu açık. Nitekim şu an ki yerleştirmede adı mahalli yerleştirme sistemi olsa bile öğrencilerin kendi mahallesinde okuduğunu söylemek güç. Orta öğretim kurumlarının doğasından kaynaklanan çeşitlilik (Anadolu, Meslek, İmam-Hatip vs) zaten buna uygun değil. Dolayısıyla yeni yerleştirme ile akademik performans aralığı aşırı heterojenleşmiş sınıflarda, yürütülmesi zaten güç olan müfredatın iyice yürütülemez hale geleceğini hep birlikte göreceğiz. Bunun için ‘Vakıf Üniversiteleri’nde çalışanların yakinen bildiği burslu ve paralı öğrenciler arasındaki dengesiz dağılıma bakmak yeterliydi. Dolayısıyla eşitlik üzerinden lansmanı yapılan sistemin esas itibariyle ‘niteliksizlikte eşitlik’ üzerine çalıştığını söylemek hilaf-ı hakikat olmasa gerektir.
Dördüncüsü, sistemin öğrencileri doğrudan veya dolaylı şekilde istemediği okulları yönlendirdiği gerçeğidir. Maalesef kontenjan doluluk oranlarında görüldüğü üzere bu yönlendirme siyaseti karşılık bulmadığı gibi kamuoyunda da ciddi rahatsızlığa neden oldu. Nitekim bu rahatsızlık üzerine MEB’den ‘hiçbir öğrencinin istemediği okula yerleşmeyecek. İsteyen her öğrenci Anadolu Lisesine yerleşebilecek ve gerekirse kontenjanları artıracağız, gerekirse ikili eğitime geçeceğiz’ açıklaması geldi. Yanlışı yanlışla daha büyük bir yanlışa dönüştürmek şeklinde göreceğimiz bu çözüm izaha muhtaçtır. MEB’in her öğrenciyi istediği okula yerleştirmesi ne demek? İktidar umudu olmayan muhalefet partisinin vaadine benziyor durum. İsteyen öğrencinin istediği okula yerleşmesi sağlanacaksa sınava, okul başarı puanına, mahalli yerleştirme sistemine ne gerek var? Sistemik sorunlarımıza makul, mantıklı ve sürdürülebilir sistemsel çözümlerimiz olmalı. Nereye vardığı, ne tür sonuçlar doğurduğu hesap edilmeyen söylemlerden, uygulamalardan vazgeçmeliyiz.
Ülke olarak üzerine eğilmemiz gereken eğitim mevzusunun dönemin Maarif Vekili Hamdullah Suphi’ye ‘Tanzimat ilan ettik olmadı. Meşrutiyet ilan ettik olmadı. Cumhuriyet’i denedik olmadı. Biraz da ciddiyeti denesek! Olmaz mı?’ feveranında dile geldiği gibi öncelikle ‘ciddiyet’ talep ettiğini görelim. Mucizevi çözümler yerine gerçekliğe uygun, tecrübesini, birikimini yok saymayan mütevazi düzenlemelerle yol alacağız. ‘Tarihin Sonu’nda değiliz, bütün insanlık tarihinde geçerli olacak bir çözümün peşinde değiliz. Tarih devam ediyor ve ürettiğimiz her çözüm, yapılandırdığımız her sistem kaçınılmaz şekilde gelişmeye, değiş(tiril)meye açık olacak. Sıkıntı değiş(tiril)meşinde değil yukarıda değindiğim gibi bunların akla, mantığa, alanın gerçeklerine uygun yapılmayışında.