Miskinlik yapma, artık yeme artık bırak!..

BEDEVİ VE MİSKİN BİLGE (i)

Bir bedevi devesine iki dolu çuval yüklemiş ilerlerken bir adama rastlar. Adam çuvallarda ne olduğunu sorar. Birinde buğday diğerinde kum olduğunu öğrenir. Adam kuma neden ihtiyaç duyduğunu sorar. Bedevi yükü dengelemek için olduğunu açıklar.

Adam buğdayı ikiye bölerse çuvalların ve devenin yükünün hafifleyeceğini söyler.

Bedevi adamın bir bilge olduğunu düşünür.

Adamın ayağının çıplak olması ve düşkünlük görüntüsü bedevinin dikkatini çeker. Adamdan durumu hakkında bilgi vermesini ister.

Adamın hiçbir varlığı yoktur. Durumunu şöyle özetler:

“Bütün mülkümde gece yiyeceğinin parası yok vallahi!

Ayak çıplak, beden çıplak koşuyorum; kim ekmek veriyorsa oraya gidiyorum.

Benim için bu hikmet, fazilet ve hünerden, hayal ve baş ağrısından başka sonuç yok.”

Adamın sözlerini dinleyen bedevi şunu söyler:

“Sen o yana git, ben bu yana koşayım; senin yolun ilerdeyse ben geri gidiyorum.”

Bedevi, “bu adam gibi miskin bir bilge olacağıma, bir çuvalımın buğday diğerinin kumdan olması daha iyidir” der.

RIZKINI BEKLEYEN MİSKİN DERVİŞ (ii)

Dervişin biri gezerken ayaksız bir tilki gördü, hayrete düştü. ‘Bu hayvan nasıl yaşar ne yer ne içer?’ diyerek, Allah’ın lütfuna hayran oldu.

Derken bir aslan çıkageldi, ağzında bir çakal taşıyordu. Görkemli ve korkunç hayvan avının bir kısmını yedi, doyunca kalanını bırakıp gitti. Tilki artığa doğru sürünerek yaklaştı ve afiyetle yiyip karnını doyurdu. Tilkinin yiyeceğinin ayağına geldiğini gören derviş, kendi kendine:

“Bir tilkinin rızkını ayağına gönderen Allah benimkini neden göndermesin?” diyerek, çalışmasına gerek olmadığını, bir köşeye çekilip oturabileceğini düşündü ve ekledi:

‘Allah nasip etmezse, aslan bile gücüne güvenerek yiyecek bulamaz.’

Düşündüğü gibi yaptı.

Bekledi, bekledi… Ne gelen var ne giden…

Günler geçip gitti. Derviş zayıfladı, eridi bir deri bir kemik kaldı. Güçsüz ve bitkin bir haldeyken bulunduğu mescidin mihrabından bir ses duydu:

‘Ey tembel adam!’ diyordu ses.

‘Kendini ayaksız bir tilkiye benzeterek neden miskin miskin oturuyorsun? Kalk! Yırtıcı aslan ol. Başkasının artığına göz dikmeyi bırak. Sana yakışan artık yemek değil, artık bırakmaktır. Gücüyle aslan gibi olan başkasından yiyecek bekler mi? Haydi kalk! Kolları sıva. Çalış ve rızkını kazan. Hem kendin ye hem muhtaçlara yedir.’

Kültürümüzde dünyanın ahiret karşısındaki kıymetinin düşük olması,, dünyalık için çalışmayı değersizleştiriyor. Oysa Mesnevi’den aldığımız bu iki kıssada bunun tersini görüyoruz. Mevlâna, başkasına muhtaç miskin bir bilge olmak yerine bedevi gibi çalışkan olmamızı, sadece rızkımızı kazanmak için değil, başkalarına faydalı olmak için de aslan gibi çalışkan olmamızı öğütlüyor.

DÜNYA VE AHİRET DENGESİNİN KURULAMAMASI

Kültürümüzle ekonomimiz arasındaki ilişkiyi inceleyen sayılı alimlerden merhum sosyolog Sabri Ülgener, dünyanın ahiret yanındaki değersizliğini vurgulayan ayet ve hadislerin kimileri tarafından dünyanın tamamen terk edilmesi için referans alındığını, sadece ahirete dönük yaşamın ön plana çıkartıldığını düşünüyor.

Ülgener’e göre, özellikle fütuhatın azalması ve sona ermesiyle, tarihi ve coğrafi gelişmelerin de etkisiyle, dünyanın değersizliğini vurgulayan ayet ve hadisler gerçek anlamından uzaklaşmış, iktisadi ahlâk ve zihniyetimiz miskinlik, rehavet, yavaşlık ve ağırlık davranış kalıplarına dönüşmüştür.

Ülgener, İslam’ın özünden uzak bu davranış kalıplarının toplum üzerinde asırlar boyunca etkin olduğunu açıklar (iii).

İnşirah suresinde çalışmanın önemi şu ayetlerle açıklanıyor:

“5. Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. 6. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. 7. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.”

Cuma Suresi de ibadet biter bitmez çalışmaya başlamamızı söylüyor:

“9. Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. 10. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.”

Meskenet anlayışından dertli Akif’in dizeleriyle son verelim yazıya:

Nedir bu meskenetin, sen de bir kıpırdasana!

Niçin kıpırdamıyorsun? Niçin? Ne oldu sana?

“Çalış” dedikçe Şeriat, çalışmadın durdun,

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!

Sonunda bir de “tevekkül” sokup araya,

Zavallı dini onunla çevirdin maskaraya!

(i) Mevlana Celaleddin Rumi (2014). Mesnevi. (Adnan Karaismailoğlu, haz.).Konya:Konya Valiliği, Bahçelievler Basım. S 408-409.

(ii) Seçkinoğlu, S(2010). Mesnevi'den Hikayeler. Timaş. İstanbul: Sistem Matbaacılık. S27-28.

(iii) Ülgener, S. (2006), Zihniyet Ve Din, İslam, Tasavvuf Ve Çözülme Devri İktisat Ahlâkı, Derin Yayınları. S: 33,88-91, 123-128, 139-145

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum