Mağduriyet edebiyatından mecburiyet edebiyatına...

Yahya Kemal’in “Siyasi Hikâyeler” (İstanbul Fetih Cemiyeti, 2014) kitabındaki “Dâmad Mehmed Paşa” başlıklı yazısı, bugünkü ‘İslâmcı’ kanadın kültür ve sanattaki etkisizliğini açıklaması bakımından önemli bence. Kimileri etkisizliği kabul etmeyebilir; aksine bu kesimin gerek yayınevleri gerek edebi dergiler bakımından çoğalmasını, devletin eğitim-öğretim kurumlarında ve TRT’de görünürlüklerinin artmasını ‘gelişme’nin bir kanıtı olarak gösterebilir. Hayır sesin çoğalması, kalıcı ve özüne uygun bir etki oluşturduğu anlamına gelmiyor. Niceliksel artış ve görünürlük, daha açıkçası ‘iktidar’a tâbi bir münasebet, İslâmcı cenahın niteliğini zayıflattı, geçmişteki diri ve muhalif sesini kıstı. Kurulan, desteklenen yayınevleri, çıkan birtakım edebi dergiler, ‘İslamî söylem’i güçlendiremediler, sanat ve edebiyatta bu düşünce çizgisini sürdürüp geliştiremediler. İnançlardaki çözülme, kültür ve sanatta da meydana geldi. Edilgen ve mûti bir söylem ortaya çıktı…

Önce bir hatırlatma! İLEM’in “İslâmî Dergiler Projesi”ndeki dergilere bir göz atmak dahi İslâmcı söylemin 2000’lere kadar oldukça diri ve güçlü olduğunu görmeye yetecektir. Ama bugün fikir, sanat ve edebiyat alanında, yayınlarda, dergilerde o diri ve güçlü söylemi bulamıyoruz. Neden?

Birinci nedeni şu kanaatimce: AKP iktidarına kadar İslâmî kesimde söylemle fiili durum örtüşüyordu. Yani sözün, fikrî ve edebi metinlerin, toplumda bir nesnel karşılığı vardı. İslâmi kesimin fikir, sanat ve edebiyat çevresinde egemen söylem ‘mağduriyet dili’ idi. Bu dil, büyük bir kitleye dokunuyor ve harekete geçirebiliyordu. Örneklere bakın! Necip Fazıl’ın “Sakarya Türküsü”nde Sakarya, alın yazısı yokuşlarda susamak olan, köpükten gövdesine ‘kurşundan bir yük binmiş’, öksüz ve horlanan bir davayı sırtlanmış Müslüman Anadolu’yu simgeler. O, masum Anadolu’nun saf çocuğudur, Allah yolunun tek divanesidir… Yüz üstü çok sürünmüştür. “Öz yurdunda garip” ve “öz vatanında parya”dır… Bu mağduriyet dili, “Minyeli Abdullah” başta olmak üzere pek çok romanda, hatta sinemada kendine bir alan açmıştı. Başlangıçtaki diri -heyecanlı- muhalefetin, 1960’tan sonra tedricen önemli sorunların tartışıldığı bir İslâmi forum’a dönüştüğü de söylenebilir. Bu gelişmeyi görmek için “Diriliş”, “Edebiyat”, “Mavera” olmak üzere 1960 sonrası fikri ve edebi dergilerdeki din-sanat ilişkisine dair yapılan tartışmalara bakmak dahi yeter. Bu söylem, toplumda etkili olmuş ve 1970’lerden itibaren siyasi bir sonuç da ortaya çıkarmıştır. Çünkü ‘mağduriyet dili’nin toplumda, hatta dünyada bir karşılığı vardı. Söz, fiili durumla örtüşüyor ve muhataplarını buluyordu.

Ama şimdi?.. Şimdi 2000’lerden itibaren siyasi duruma paralel olarak önceki mağduriyet hâli giderek kayboldu. İslâmi edebiyatı, dergileri diri tutan o muhalif ‘mağduriyet dili’ birden boşa düştü. Çünkü nesnel karşılığı, dolayısıyla muhatabı yoktu. Necip Fazıl “Şarkımız” başlıklı şiirinde;

“Kırılır da bir gün bütün dişliler,

Döner şanlı şanlı çarkımız bizim”

mısralarında, bu kesimin mahkûmiyetten ve mazlumiyetten kurtuluş umudunu dile getirir. Bu dizelerdeki umut, büyük bir kitleye dokunmuş, mücadelesini diri tutmuştur. Peki şimdi “bütün dişliler” kırıldı ve “Sakarya ile simgelenen masum Anadolu çocuğunun çarkı “şanlı şanlı dönmeye” başladı mı?.. Bence hayır!

İslâmi kesimdeki bu gerilemenin sebebi ne? Merak edenler, Yahya Kemal’in “Dâmad İbrahim Paşa” başlıklı yazısını okusunlar! İktidarla, ikballe temasın ana şartlarından biri ‘susmak’tır. Bahsettiğim yazı, “Devlet, uysal ve uslu bendeler ister.” diye biter. Oysa sanat ve edebiyatın asıl vasfı asla ‘uysal ve uslu’ olmamaktır. Çünkü gayesi “Mutlak Hakikat”tir. Mutlak Hakikat’i, adaleti, merhameti amaç edinen fikir, sanat ve edebiyat er-geç güçle çatışır.

YORUMLAR (16)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
16 Yorum