Şırnak'tan Tokyo'ya bir uzun yürüyüş
Tallinn dönüş yolcuğumuz kaptanın anonsu ile başladı. Kaptanın bizimle aynı uçakta bulunan milli atletleri Tallinn'deki başarılardan ötürü tebrik etmesine genç atlerler alkış ve yer yer ıslıklar ile karşılık verdiler.
Üç gün süren yorucu bir şampiyonanın ardından çok farklı dallarda madalya ile dönen sporcular bana mısın demiyor, uçak içerisinde şen şakrak yolculuklarına devam ediyorlar. Kimi arka sıralarda bulunan bir arkadaşına sesleniyor, kimi yanındakiyle konuşuyor. Birbiri ardıra yer değiştirmeler sürüp gidiyor.
Derken hemen yanımdaki koltuktan genç bir kadın sporcu kalktı ve milli üniformasıyla sessiz, sakin, yirmili yaşlarda esmer bir çocuk oturdu.
Tabletinden Netflix'i açıp Elite isimli diziyi izlemeye başladı. Dizi İspanya'daki bir deprem nedeniyle okulları zarar gören işçi sınıfından bir aileye mensup üç gencin, zengin çocukların eğitim gördüğü bir koleje nakillerini konu alıyor. Zengin bebelerin şımarıklıkları, sınıflar arası çatışmalar ve tabii dramayı doruğa çıkaran bir de cinayet.
Dizi izlerken bölmek istemesem de eşimin teşviki ile bir aralık bulup yanımdaki gence selam verdim. Sanki bu selamı bekliyormuş gibi bir içtenlikle mukabele edince, sohbetin devamı için kendimde bir cesaret buldum.
"Hangi dalda yarıştınız?"
"Yürüyüş"
"Aaaa öyle bir dal mı var? Ben de yürümeyi çok severim"
Tevekkeli değil, Estonya gezimizin günlük 12 kilometrelik özeti bana bunları söyletti herhal.
"Cehaletimi mazur görün, nasıl bir şey bu olimpik yürüme?"
"Kemal Sunal'ın Postacı filmini izlediniz mi, biraz ona benziyor"
Verdiği örnek üç saat sürecek yolculuk için dinlemeğe değer iyi bir hikâyenin arifesinde olduğum hissini güçlendirdi. Genç atletin affına sığınarak birbiri ardına sorular sormaya devam ettim...
"Nasıl başladınız peki? Hikâyenizi dinlemeyi çok isterim..."
Her koyu sohbette unuttuğum, belki de büyük bir kabalık olarak düşünülecek ayrıntıyı hatırlamıştım. Sohbet daha koyulaşmadan, hafif bir özür kabilinden sordum:
"İsminizi sormayı unuttum, benim ismim Ziyahan"
"Benim de Abdülselam."
Malumatfuruşluğum tutuverdi:
"Abdüsselam" deyiverdim.
"Evet Abdüsselam. Ama kimlikte Abdülselam yazıyor."
"Evet bizdeki ünsüz benzeşmesine benzer bir şey oluyor orada. Bunlara şems harfler deniyor...."
Hay dilimi eşek arısı soksun... O arada eşim mi dürttü, ben mi ilahi bir ikazla kendime mi geldim bilmiyorum ama dilbilimi faslını sonlandırıp, sormaya devam ettim:
"Nasıl başladınız peki?"
"Şırnak'a o zamanlar yeni tayin olan bir beden eğitimi öğretmenim vardı. Beni gözlemlemiş o beni teşvik etti. Kendisi aynı zamanda manevi babam."
Evet sayın okurlar, evet, bu yazı kafamda tam o dakika yazıldı, yayına verildi, okurların okuduktan sonra gözlerinde peyda olan ışığı görüverdim.
...
Abdülselam 12 yaşındayken hayatına sihirli bir dokunuş gerçekleşiyor. Şırnak'ın İdil ilçesine tayin olan beden eğitimi öğretmeni Öcal Göksel zorlu yolları yürümeye ant içmiş bu genci uzun süre gözlemliyor. Abülselam'ın tabiriyle "Bir süre beni gözlemlemiş, yapabileceğime inanmak istemiş"
Abdülselam o sıralarda on iki yaşında. 9 çocuklu bir ailede, beş kardeşin uyuduğu odanın tavanında kimbilir hangi hayalleri görüyor, gönlünden neler geçiriyor.
Doğum tarihini tam olarak bilmiyor Abdülselam.
"Kimlikte 10.10, yani 10 Ekim yazıyor. Annem bir yaz günü doğduğumu söyledi, bence Mayıs'tır."
"Neden Mayıs?" dedim.
Bir gönül meselesiymiş, ayrıntısı bende kalsın :=)
Bir gün Öcal Hoca Abdülselam'a "Yeteneklisin. İstersen seni İstanbul'a götüreyim. Orada hem eğitimine devam edersin, hem de spor konusunda kendini yetiştirmen için daha fazla imkân bulursun." deyivermiş. Hikâyenin burası önemli.
"Tereddütsüz evet dedim" diyor. Fakat ailesi yaşının küçük olması sebebiyle bu durumu onaylamamış. Abdülselam pes etmemiş, defaatle ailesine gidip tekrar tekrar ısrar etmiş. Öcal Hoca evin kapısını Abdülselam'ın ricasıyla defalarca aşındırsa da aile yine rıza göstermemiş.
Öcal Öğretmen "Artık yeter Abdülselam, kaç defa gittik, izin vermiyorlar" deyince Abdülselam çareyi dedesinini araya sokmakta bulmuş. Doğuda atanın hatırı büyüktür, kırılmaz, üstüne söz söylenmez.
Dedesi Abdülselam'a gitmek istiyor musun diye sorunca Abdülselam "Deliler gibi gitmek istiyorum." deyivermiş. Bu cevap dedesini ikna etmiş. Dedesinin o gün söylediği sözün hâlâ kulaklarında çınladığını söylüyor:
"Biz sadece yazın yaylaya çıkarız. Hayvancılık biliriz. Bizden birilerinin artık dışarı çıkıp dünyayı görmesi lazım, gelip bize anlatması lazım. Bizden birilerinin kabuğundan çıkması lazım. Çok gitmek istiyor, belki tutunamayacak, ama olsun, tutunamayacaksa da gitmek isteyen biri tutunamasın."
2012 yazı heyecanlı geçiyor. Abdülselam ailesinden izni koparıyor ama çok geçmeden Öcal öğretmenin tayini çıkıyor. Abdülselam'ın gönlüne bir korku düşüyor, "ya beni burada unutursa öğretmenim?". Öğretmenin telefonunu her yere not ediyor, ezberliyor. Sadece öğretmeninin değil, olur da ulaşamazsam diye öğretmeninin tüm arkadaşlarının numaralarını da not ediyor.
O yıl ortaöğretimler için düzenlenen Seviye Belirleme Sınavı (SBS)'na giren Abdülselam 500 üzerinden 412 puan alıyor. Bu Abdülselam'ın İstanbul'a gidiş bileti oluyor.
Hayat zor. İstanbul büyükşehir, orada para lazım, aileme yük olmamam lazım diyerek Bursa'ya tarım işçisi olarak gidiyor. Şeftali bahçelerinde çalışıyor. Alerjisi olmasına rağmen hayallerinin hatırına kendi ifadesi ile yer yer ağlayarak, yer yer hastalanarak şeftali toplamaya devam ediyor.
29 Ağustos'da bir telefon alıyor. Lise kaydı için 2 Eylül'de İstanbul'da olması gerektiğini söylüyor hocası. Bir telaş Bursa'dan önce Şırnak'a gidiyor. Çantasını toparlıyor, ailesi ile vedalaşıyor. Fakat o da ne? Şırnak İstanbul otobüsünde yer yok. Amcalarının araya girmesi ile otobüs koridorunda bir iskemlede yolculuk yapmasına izin veriliyor. 22 saatlik bir yolculuk bu, dile kolay. Hayalleri olanlar uyumaz derler, koridorda bir tabureye tünemiş genci, beşik gibi sallanan otobüste uyku tutmamasının asıl sebebi bu olsa gerek.
Öcal Hoca ve kıymetli eşi Abdülselam'ın İstanbul'a gelmesi ile birlikte yeni bir eve taşınıyorlar. Manevi evlatları olacak Abdülselam'ın uzun yürüyüşünün her bir adımında arkasında oluyorlar.
"Güzel bir ev tuttuk, hem manevi ailemin işyerine yakın hem de benim okuluma. Sen uğurlu geldin, dediler. İlk defa kendime ait bir odam oldu. Biz kardeşlerimizle beş kişi aynı odada yatıyorduk."
Bir taraftan sağlık lisesinde eğitimine devam eden Abdülselam, bir taraftan da milli takıma girme hayalleri kuruyor. Milli takıma girmesi demek üniversiteye girebilmek, öğrenimi boyunca asgari ücretin üçte ikisi kadar bir burs demek.
Daha önceleri koşu dalında spor faaliyetlerini yürüten Abdülselam, 2015 yılında bir hocasının tavsiyesi ile yürüme (sportif yürüyüş) dalına yöneliyor. Sportif yürüyüş tekniğini yapabileceğini farkeden Abdülselam, çok geçmeden bu alanda Türkiye'de ilk üçe giriyor.
İlk milli takım yarışı için Çekya'nın Prag şehrinde gidiyor. Manevi babası, öğretmeni Öcal Hoca da tüm masrafları kendi cebinden karşılayarak bu ilk yarışında manevi oğlunu, en büyük eserini yalnız bırakmamak, milli takım formasıyla izlemek için Prag'a gidiyor.
Abdülselam bir yıl sonra Gürcistan'da Avrupa şampiyonasında. Tarih 16 Temmuz 2016. Türkiye'deki darbe kalkışmasının olduğu gün. Sporcuların moralleri bozulmasın, motivasyonları düşmesin diye telefonları ellerinden alınmış ama diğer ülkelerden gelen sporcuların darbe hakkında sorduğu sorular, "çok ölü varmış" sözleri yüreklerini darlıyor. Yarışmada elde ettiği başarıya, Avrupa ikinciliğine sevinemiyor bile.
Abdülselam her sene uluslarası bir madalya alıp çıtayı hep yükseltiyor.
Geçtiğimiz günlerde, Tallinn'de gerçekleşen Avrupa U-20 Atletizm Şampiyonası'nda 23 yaş altı grubunda altıncı oldu.
Birkaç gün sonra olimpiyatlar için Tokyo'da olacak, ülkemizi temsil edecek.
Şırnak'ın sokaklarında bilboardlarda Abdülselam'ın gülümseyen yüzü: "Şırnak'ın gururu"
Dedesi Abdülselam'ı görünce ayağa kalkıyor, torununu kucaklayıp, öpüyor. "Bizim oralarda ataya saygı büyüktür, gençler ayakta durur, ama dedem beni görünce ayağa kalkıyor."
Abdülselam kozadan çıktı, yaylaların, ülkesinin sınırlarının dışına çıkıp ülkesini temsilen pek çok başarıya imza attı.
Seyir defterindeki ülkeler, çok geçmeden bir dünya atlası olacak: Çin, Kırgizistan, Rusya, Gürcistan, Ukrayna, Belarus, Estonya, Litvanya, Finlandiya, İsveç, Çekya, Sırbistan, İtalya, Yunanistan
Bu başarı için hem kendi ailesine, hem de kendisini himaye eden manevi ailesine şükranlarını sıklıkla dile getiriyor.
"Manevi anne ve babamla konuşunca heyecanlarını seslerinden anlıyorum. Benim onlardan isteyip de onların yapamayacağı hiçbir şey yok."
Abdülselam'ın hikâyesinden etkilenmemek mümkün değil.
"Müsaden olursa senin kıymetli hikâyeni yazabilir miyim?" diye izin istediğimde büyük bir cömertlikle kabul etti Abdülselam.
"Peki ben bu hikâyeyi yazdığımda, senin dilinden gençlere bir mesaj olarak ne vermek istersin?"
"Umudunuzu kaybetmeyin. İstediklerin peşinde koşarlarsa yakalayacaklardır. İstedikleri şey zamanla onları bulur ya da zamanla ulaştırır."
Şırnak'da kalbi kanat çırpan bir gencin Tokyo'da estireceği rüzgarı inşaallah hep birlikte izleyeceğiz.
Başarıların daim olsun Abdülselam!