Deprem HAARP ve Lozan’ın gizli maddeleri
Bir sürü makale okudum, hala anladığımı söyleyemem.
Bu, anlatanların da tam olarak anlamadıklarına yorulabilir. Ya da anladılar fakat benim anlayabileceğim terimlerle anlatmadıkları için ben mutmain olmuyorum.
Hiç mi anlamadım?
Hayır. Zihnimde bir model oluştu.
Kıtalar yer kabuğunun altındaki ‘manto’ denilen tabakanın üzerinde yüzüyor. Gözlerimizle takip edemeyeceğimiz bir hızla yani çok yavaş, yılda birkaç santimetre birbirlerine yaklaşıyorlar ya da birbirlerinden uzaklaşıyorlar.
Kalınlıkları kilometrelerle ifade edilen, anlatmaya ağırlık ölçü birimlerinin yetmeyeceği ağırlıkta, bazen bir ülke, bazen bir kıta büyüklüğündeki dev levhaların temas noktalarında levhaların hareketinden dolayı büyük bir enerji birikiyor.
Yani bu dev levhalar birbirlerine bir kuvvet uyguluyorlar.
Ve gün geliyor bu enerjiyle levhalar bir yerinden kırılıyor.
Yeryüzü bu enerjiyle sarsılıyor.
Kırılma Kahramanmaraş’ta oluyor ama biz Eskişehir’den Erzurum’a, Lazkiye’den Samsun’a kadar sallanıyoruz.
Biz insanlar, yeryüzünün en kibirli canlıları olarak kendi yaptığımız binaların altında ölüyoruz.
Çok kibirliyiz ama çok küçük, çok güçsüzüz.
Aklımızı kullanacağımız yerde kibrimizi, asabiyetimizi kullandığımızda böyle yıkımlar daha yıkıcı oluyor.
Bu seferki deprem çok büyüktü, art arda iki büyük deprem oldu.
Yüzyılın felaketi sözü abartılı değil. Eğer aczimize, ihmallerimize mazeret olarak söylemiyorsak.
Memleketin depremden sağ çıkmış, dolayısıyla söz söyleme, yorum yapma kabiliyetini henüz kaybetmemiş fertleri olarak bizler de depremin fay hattına benzer bir hat oluşturduk.
Alternatif, siyasi fay hattı.
Bu hattı oluşturmamızda idarecilerimiz bize önayak oldu.
Zinhar, bize bir noksanlık izafe edilmesin!
Sayelerinde hattın iki yakasında biriktik.
Millet can derdinde…
Enkaz başındaki memleket evlatları, madencisi, AFAD gönüllüsü, sivil toplumcusu gece gündüz, bize bunca acının arasında bir teselli, bir müjde verebilmek, bir kişiyi daha betonların altından canlı kurtarabilmek için canını dişine takmış çalışıyor.
Biz de kayıkçı kavası yapıyoruz.
Bir enkaz, içeride hayat olduğuna dair belirtiler var.
“Burada kimse yok” demeyeceksiniz.
Ama yook!
Demeyin.
Ne diyeceğiz?
“Her şey dört dörtlük, işler tıkır tıkır yürüyor” diyeceksiniz.
İlk iki gün işler çok aksadı.
En kıymetli zamanlar verimsiz kullanıldı.
Sonra sonra düzene girmeye başladı.
Ama hala noksanlarımız var desek olmaz mı?
Doğruya doğru, yanlışa yanlış desek?
Bir yerde ya da birçok yerde işlerin iyi yürümediğini söylersem, sen de gidip oralardaki işleri düzene koyarsan kötü mü olur?
HAARP teorisi bu mekanizmanın bir uzantısı olarak mı gelişti bilmiyorum.
ABD ülkemizi işgal edecek. Suriye’yi de istediği şekle sokacak.
Bunun için HAARP teknolojisini kullanarak Türkiye’de ve Suriye’de deprem yaptı.
Mantıklı gelmiyor.
Koca koca kıtalar iyonosfere gönderilen radyo sinyalleriyle harekete geçer mi?
İnanılır mı böyle bir şeye?
Kaldı ki ilmi bir mesele bu, itikat meselesi değil.
İlim adamları da bunu mümkün görmüyor.
ABD ülkemizi işgal etmeye kalkar mı?
Bir sebep yok.
Ama diyelim kalktı… Biz de son ferdimize kadar ülkemizi savunuruz.
Fakat işgal etmek için niye deprem yapsın?
Depremi yaptı diyelim, inşaatları çürük yapmamızı, kentsel dönüşümü ihmal etmemizi, ikide bir imar affı çıkarmamızı nasıl sağladı?
Yoksa o da Lozan’ın gizli maddelerinde mi yazıyor?