Neyse ki hayallerinizdeki Türkiye hiç bir zaman olmayacak...

Bundan bir ay kadar önce sosyal medyaya bir video düşmüştü.

“Türkiye İşçi Partisi genel başkanı Erkan Baş’a çığlık atan gencin videosu” diye Google’da aratınca hemen karşınıza çıkacaktır.

Aslında diyalog o çığlık anına kadar Erkan Baş’ın da sabrıyla Türkiye tartışma ortamına göre medeni bir biçimde sürmüştü.

Genç adam bir taraftan telefonuyla kaydederken, eski HDP milletvekili olan yeni TİP’li Baş’ı HDP’yle birlikte hareket etmekle suçluyordu. HDP ile yani ona göre teröristlerle.

Genç bu suçlamasına delil olarak Baş’a Demirtaş’ın “Daha Apo’nun heykelini dikeceğiz” dediğini hatırlattı. Baş, böyle bir konuşmadan haberdar olmadığını söyledi ve gence “sadece Ahaber izleme, hayata daha geniş bak” dedi.

Halbuki sahiden de Demirtaş’ın öyle bir konuşması vardı.

Sık sık iktidarın kullandığı, Demirtaş hakkındaki suçlamalar içinde de yer alan ünlü bir konuşmayı eski bir HDP milletvekilinin hiç duymamış olması tuhaftı. Muhtemelen gerçeğin o kısmını görmek istemediği için hatırlamadığını söyledi.

Halbuki “duymadım” yerine, o konuşmanın Aralık 2012 tarihli olduğunu ve o sözleri söyledikten sonra iktidarın çözüm sürecinde Demirtaş’ı alıp İmralı’ya Öcalan’la görüşmeye götürdüğünü söylese, Türkiye’de teröristlik suçlamasının dönemselliğini, keyfiliğini hatırlatmış ve ikna edici bir cevap vermiş olacaktı.

Ama öyle yapmadı, onun yerine o da “AKP iktidarını” teröristlikle suçlamayı tercih etti.

Ulusalcı olduğunu anlaşılan öfkeli gence şöyle çıkıştı: “IŞİD bir terör örgütü di mi? Peki Türkiye’de IŞİD’i kim destekliyor? AKP iktidarı. AKP iktidarı şu Ankara garında benim 100 arkadaşımı....”

Cümleyi nasıl bitirdiği videoda duyulmuyor, ama tahmin etmek zor değil. Zaten bir süre sonra da gencin grotesk çığlıkları geliyor.

Genç adam o çığlığı için çok ayıplandı ama Türkiye’de bütün tartışmaların, herkes kendi standart ve nüansız hakikatlerini ortaya koyduktan sonra böyle çığlıkla bitme olasılığı bir hayli yüksek.

Mesela iki taraf da birbirini teröristlikle suçladıktan sonra geriye çığlık atmaktan başka konuşacak pek bir şey kalmıyor.

Çığlık atan genç, HDP gibi Türkiye’de 30 yıldır var olan, 6.5 milyon oy almış ve anketlere göre almaya devam edecek Meclis’in en büyük üçüncü partisiyle her türlü iş birliğini terörle iş birliği olarak görüyor.

Türkiye’de popüler bir sol siyasetçi ise AK Parti iktidarının IŞİD’i desteklediğini, hatta desteklemekle kalmayıp destek verdiği IŞİD’e Ankara Garı’nda ülke tarihinin en büyük katliamını yaptırdığına ya da buna yol verdiğine inanıyor.

Ve bunu çok rahat, doğruluğundan şüphe duymadan söylüyor.

Muhtemelen bu yazıyı okuyan okurların bir kısmı da bu iddiaların doğruluğunu sorgulayan bir yazı okuyor olmaktan dolayı şu anda şaşkınlık içindedir.

Yani bir ülkede yaşıyorsunuz ve ülkenin en az yarısı ülkenin meclisinde teröristlerin olduğuna, muhalefetin o teröristlerle iş birliği yaptığına inanıyor, ülkenin diğer yarısı da iktidarın dünya tarihinin gelmiş geçmiş en kanlı en acımasız terör örgütlerinden birini desteklediğine, ona ülkenin başkentinde kendi vatandaşlarını öldürttüğüne emin.

Bunlara inandıktan sonra Kürt sorununda siyasi alanın açık kalmasının değeri, Türkiye’deki IŞİD katliamlarında istihbarat zaafları gibi konuşulması gereken meseleler ise gereksiz ayrıntılar olarak kalıyor.

Çünkü 7 Haziran ile 1 Kasım arasında seçim kazanmak için ülke içinde katliamların yapılmasına izin veren bir iktidara inanıyorsunuz bir kere. Hatta üstüne kendi kendine bir darbe organize edip, kendi taraftarlarının ölümüne bile neden olduğuna da inanıyorsunuz. Oy verenlerin de büyük bir bağnazlık ve irrasyonalite içinde olduklarını düşünüyorsunuz.

O zaman o iktidarın demokrasiyi gerilettiği, hukukun üstünlüğünü yok ettiği, ekonomiyi kötü yönettiği gibi eleştiriler fazla teknik, süfli kalıyor.

İktidarı destekliyorsanız da muhaliflerin seçim kazanmak için terör örgütleriyle iş birliği yaptığına hatta onlara bakanlık, belediyelerde kadro sözü verdiğine inanıyorsunuz. CHP’nin PKK’yla, İYİ Parti’nin FETÖ ile ilişkili olduğunu, DEVA ve Gelecek Partilerini dış güçlerin kurdurttuğunu düşünüyorsunuz. O saatten sonra muhalefetin ekonomi, demokrasi, hukuk eleştirileri de sizin için anlamsızlaşıyor.

Tabii ki siyasi ortamın böyle zehirlenmesinin, hakikatlerin çarpık hale gelmesinin birinci sorumlusu kutuplaşmayı artıran, ifade ve medya hürriyetine büyük hasarlar veren iktidarın kendisi.

Ama muhaliflerini düşman olarak gören ilk iktidar AK Parti değil, bu karşılıklı düşmanlık da AK Parti iktidarının otoriterleşmesiyle başlamadı sadece şiddeti arttı.

Hem iktidardaki muhafazakarlar hem de onların muhalifleri çok uzun yıllardır birbirlerini ontolojik düşman, var olmasından memnun olunmayan bir çarpıklık ya da gerilik hali olarak görüyor.

Son 20 yılda bu düşmanlığın tonunu düştüğü zamanlar oldu ve bunların ülkedeki demokrasi ve ifade hürriyeti düzeyinin yükseldiği zamanlar olması tesadüf değildi.

Ama son beş yıldır artık siyasi rekabet yerini tümüyle hasımlığa bıraktı.

Böyle olunca da o meşhur tabirle karşıdakilerden etinizle, tırnağınızla nefret ediyor, onlardan her türlü kötülüğü bekliyor, onlara karşı her türlü kötülüğü meşru görüyor ve onların olmadığı bir Türkiye hayal etmeye başlıyorsunuz.

İktidar mücadelesinin temel motivasyonu da iktidara gelip bu mutlak hatta ontolojik kötülüleri etkisiz hale getirmek, susturmak, tasfiye etmek haline geliyor.

Böyle bir ülkede herhangi bir meselenin bu büyük mafya hesaplaşmasının, aşiret kavgasının, meydan savaşının cephanesi olması ise beş dakikayı bile bulmuyor.

Nitekim en son ülkenin halinin umutsuzluğa düşürdüğü, kaldığı cemaat yurdundaki baskıdan bunalan 19 yaşındaki bir gencin intiharından önce bunları anlattığı videonun da başına bu geldi.

Bu video gencecik insanları pedagojiden bir haber şekilde yönettikleri yurtlara, evlere kapatıp, dünyadaki günahlardan koruyabileceğini zanneden eski ve dar kafalı bir dini anlayışın sorgulanmasına neden olmayacak.

İktidarın dindar nesil yetiştirme hayaliyle gençleri insan yetiştirme fabrikası zannettiği ve destek verdiği yurtlara doğru yönlendirmesinin zararlarını da konuşmak mümkün olmayacak.

Çünkü konu beşinci dakikasında “cemaat ve tarikat yurtları kapatılsın”a onuncu dakikasında ise “bütün cemaat ve tarikatlar kapatılsın”a vardı bile.

Sanki daha önce hiç kapatılmamış, sanki şu anda varlıkları bile yasa dışı değilmiş, cemaatler zaten bu kapatma ve baskının eseri olarak ortaya çıkmamış ve yaşanan acı olay o kapatmanın yarattığı travmaların, yetersizliklerin, kendini koruma güdülerinin de bir sonucu değilmiş gibi!

Böyle bir tartışma ortamında cemaatler ve tarikatlar bu ülkenin gerçeği demek bile küfür yeme vesilesi olabiliyor.

Dört binden fazla özel yurtta 450 bin öğrenci kalırken, bütün yurtlar devletin olmalı gibi popülist sloganlar alkışlanıyor, özel yurtlara karşı olmaması beklenen liberaller bile bir dini cemaatin yurt açmasını nasıl engelleyebileceklerini açıklayamıyor.

Dünyanın her yerinde dini cemaatlerin gençleri kazanmak için benzer faaliyetler içinde olduklarını, buralarda da zaman zaman ciddi sorunlar yaşandığını söylemek mazeret bulmak olarak görülüyor.

Çünkü bu intihar, düşmanı ortadan kaldırmak, ona zarar vermek, en azından onu üzmek için bir fırsat. Bütün düşülen şerhler, nüanslar, hatırlatmalar da o yüzden suça ortak.

Çünkü ülkenin bir kısmı tarikatların, cemaatlerin var olmadığı bir ülke hayal ediyor. Diğer kısmı da laiklerin olmadığı, kimsenin içki içmediği Müslüman bir Türkiye.

İnsanların bir Türkiye hayali olmasında bir beis yok.

Ama bu hayallerde toplumun en az yarısı ya yok ya da sindirilmiş, susturulmuş, yenilgiyi kabul etmiş olarak bir kenarda oturmayı kabul ederlerse varlar. Yani birilerinin hayali, diğerlerinin kabusu.

Halbuki Türkiye, hiçbir zaman İslamcılar, Kemalistler, solcular ya da milliyetçilerin hayallerindeki ülke olmayacak.

Ne toplum bir gün topluca hidayete erecek, asr-ı saadet, “Osmanlı barışı” geri gelecek ne de bir anda herkes aydınlanacak ve bilimsel laik bir cennete dönüşeceğiz, köylerde Köy Enstitüleri açılacak, tarikatlar, cemaatler kapanacak, kadınlar başörtülülerini çıkaracak, Kürtler Kürtçe’yi, Aleviler Aleviliği unutacak.

Dünyayı anlamlandırmanın farklı yolları var. Rakip fikirler, partiler, ideolojiler, inançlar; kötü, aptal, ilkel, geri oldukları için değil, öyle düşünmek de mümkün olduğu için varlar.

Bu, kendi doğrularımızdan, siyasetlerimizden, inançlarımızdan vazgeçmek demek değil ama herkesten bize benzemesini beklemekten vazgeçmek demek.

Pek çok insan için bütün ömürlerini bu çoğul hakikatler içinde geçireceklerini kabul etmek acı verici olabilir.

Ama büyük çoğunluk bunun için şükretmeli.

Neyse ki Türkiye hiçbir zaman kimsenin hayalindeki ülke olmayacak.

Sevmediğimiz fikirler, insanlar, partiler, cemaatler, örgütler, gruplar hayatımızda kalmaya, var olmaya, görünmeye, ses çıkarmaya devam edecekler. Bir an gelecek hepsi ortadan kaybolmayacak.

Biz de bütün bu çoğulculuğa, farklılıklara, çok sesliliğe ve farklı hakikatlere katlanacağız. Bunu çok hoşgörülü olduğumuz için değil, çaresizlikten, yapacak başka bir şeyimiz olmadığı için yapacağız.

Türkiye’yi dibe doğru çeken Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin belki de tek hayırlı kısmı olan seçim ittifakları böyle bir hayırlı zorunlu birlikteliği, kendi hakikatlerinden taviz vermeyi gerektiriyor.

Belki de bu tarihsel zorunluluk sayesinde başkalarının kabusu olabilecek hayaller kurmaktan vazgeçip, bu can sıkan ama aslında hepimizin hayatını kurtaran gerçeğin farkına varacağız.

YORUMLAR (117)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
117 Yorum