Neden o elektrik kabloları kimseyi endişelendirmedi?

İzmir Alsancak’ta su birikintisinden karşıya geçmek isteyen Özge Ceren Deniz (23) ve İnanç Öktemay (44) suda elektrik akımına kapıldı ve hayatını kaybetti. Korkunç skandalın arkasından çıldırtıcı bir ihmal çıktı.

Caddedeki elektrik kablolarının beş yıldır ortada bırakıldığı, esnafı, gelen geçeni zaman zaman elektrik çarptığı, hatta bir köpeğin öldüğü, 2019'da yerel medyada "Çözüm için illa biri mi ölmeli" başlıklı haberler yapıldığı ortaya çıktı.

İki genç, şehirli insanın canına mal olan bu ihmal haklı bir öfkeye, yüksek düzeyde bir empatiye neden oldu.

Öfke yetkililerin harekete geçirdi. Beş yıldır şikayetlere rağmen kapatılamayan elektrik kabloları yarım günde Karşıyaka Belediyesi, Gediz Elektirik ve İzmir Büyükşehir Belediyesi ekiplerince kapatıldı, sorun çözüldü.

Dün de olayda ihmali olan 20 Gediz Elektrik çalışanı ve 9 İzmir Büyükşehir Belediyesi çalışanı gözaltına alındı.

Böylece basit bir hizmeti beş yıl yapmayan kamu idaresi iş makineleri, memurları ve polisleriyle bir anda duruma vaziyet etti.

Peki, gerçekten de ihtiyacımız olan böyle eli sopalı, kudretli bir kamu otoritesi mi?

Neden sokağın ortasında beş yıl açıkta duran elektrik kablosu gibi neye mal olacağı malum bir potansiyel tehdide karşı bile ancak bir trajedinin harekete geçirebildiği öngörüsüz, risk hesabını önemsiz, hayatı değersiz gören bir kamu yönetiminden daha iyisini üretemiyoruz?

Hem yerel ve hem genel idarenin sorumlu olduğu bu trajedi vesilesiyle
şahıslar, partiler, ideolojilere takılmadan bu soru üzerine kafa patlatmalıyız.

Genel olarak bu olaydan sonra haklı olarak isyan edenler “Türkiye’de insanın değeri yok” gibi kimsenin itiraz edemeyeceği ama söylenmekten anlamını yitirmiş, içi boş, abartılı hedefi belirsiz cümleler kurdu.

Ülkemizde uzun yıllardır en popüler siyasi tepki ifadesi olan “Allah belanızı versin” nidaları yükseldi, bir top daha öteki tarafa doğru atıldı.

Aslında taça atıldı.

Halbuki, kamu idaresi dediğimiz şey toplumun içinden çıkan insanların biraraya gelerek oluşturdukları organizasyonlar.

Peki, bu yönetici kamu idaresinin parçası olanlar neden beş yıl açıkta bekleyen cadde ortasındaki elektrik kabloları gibi bir riskten endişe duyup, bunun gereği için kamu gücünü harekete geçirmediler?

Muhtemelen bu insanlar evlerindeki bir elektrik prizinin kabloları dışarı taşsa bundan telaşa kapılıp, anında çaresine bakarlardı.

Ama kamu için bu telaşa kapılmadıkları anlaşılıyor.

İşte tam olarak bu kayıtsızlığın üzerinde durmalıyız.

Bunun sebebi topluma karşı ahlaki sorumluluk duygumuzun zayıf olması olabilir mi?

Kültürel, tarihsel, demografik olarak parçalanmış, devletin de vatandaşlık bağını kurmada başarısız olduğu bir toplum aslında sadece bir kalabalıktan ibarettir. Artık burada bir toplumdan bahsedemeyiz.

Kendimizi tam olarak ait hissetmediğimiz, bizde güven değil endişe yaratan bu kalabalığa karşı doğal olarak ahlaki sorumluluk, görev ve hizmet bilinci de hissedemeyiz.

Yani aslında Türkiye’de ailelerimiz dışında sorumluluk duyduğumuz, aidiyet hissettiğimiz bir kamudan bahsedemeyiz.

Bu da bir kamu ahlakının, bir kamu görevi, işi kültürünün oluşmasını engelliyor.

O yüzden evlerimiz tertemiz, özenle döşenmiş ama apartmanlarımız çirkin, mahallemiz çarpık, şehirlerimiz yaşanmaz halde.

O yüzden aile üyeleri, çocuklarının çıkarı ile kamuya karşı vicdani sorumluluk hissi arasında kolayca seçim yapılabiliyor; torpil istemek, yolsuzluk, kayırmacılık yapmak, kamunun hakkını gasp etmek ahlaken meşrulaşabiliyor.

O yüzden doğrudan bizi ve yakınlarımızı tehdit etmediği için, potansiyel bir tehdit olarak sokakta açığa çıkmış bir elektrik kablosu beş yıl umursanmayıp bir felakete neden olana kadar orada duruyor.

Uzun yıllar ortak kamu duygusunun temeli dindi. Allah korkusu, hak geçmesi, helal-haram gibi motivasyonlar, devlet ve kanun korkusundan daha etkili bir kamu hukuku yaratmıştı.

İnsanlar arasındaki hukukun temeli bu değerlerdi. Ama artık bu değerlerin ortak referans olmadığı bir ülkedeyiz.

Onların yerine vatandaşlık hukuku, hukuk devleti, şehirlilik kültürü gibi seküler değerler de geçemedi.

Toplum arafta kaldı.

Bu güvensiz arafta da herkes en yakınına ailesine, akrabasına, hemşehrisine sığındı.

Şehirleşme ve çekirdek aile merkezli hayatla hemşehri ve akrabaların da önemi azaldı, aile tek ortak kimlik, ahlaki sorumluluk hissedilen tek gruba dönüştü.

Bu da tam olarak cehennemin kapılarını açtı.

Artık ailesi ve ailesinin refahı dışında hiçbir kamusal yükümlülük, ahlak duymayan insanların kar, refah, mutluluk, güç maksimizasyonuyla hiçbir değer, kural, norm dinlemediği bir toplumda yaşıyoruz.

Böyle bir toplumdaki kamu gücü de aynı dar ahlaki sorumlukla yapılıyor.

O zamanda tanımadığımız insanların geçtiği bir caddede dışarı fırlamış elektirik kabloları mesele olmuyor.

Trajedi bizi bir topluma çeviriyor, birbirimiz için kamuya isyan ediyoruz.
Ama sonra hayat eski rutininde devam ediyor.

Ortak bir kamu kültürü, ahlakı oluşturmak için elimizde trajedilerden daha öğretici bir şey kalmamış durumda.

YORUMLAR (69)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
69 Yorum