Musalla taşının birleştiriciliği

Türkiye’de toplumsal dayanışmanın zirveye çıktığı, farklılıkları bir kenara bırakıldığı, ayrıcalıkların ortadan kalktığı, husumetlerin unutulduğu, sağcı- solcu, dindar-laik herkesin yanyana ve huzur içinde birlikte omuz omuza durduğu yegane bir yer ve an vardır:

Cenazeler…

Bazısına daha yüksek sesle, bazısına mırıldanarak da olsa bu dünyada ne yapmış olursa olsun herkes “iyi bilinir”, herkese “haklar helal edilir.”

Bu o kadar baskın bir kültürdür ki, Kenan Evren’in cenazesinde soruya hakettiği gibi verilmiş “Helal etmiyorum”, “ İyi bilmezdik” cevapları bile pek hoş karşılanmamıştı.

Ölüyle münakaşa edilmez, ceset tekmelenmez.

Dini inancı, rütbesi, makamı ne olursa olsun herkesin taht misali musalla taşında bir namazlık saltanat hakkı vardır.

Metin Uca’nın vefatı sonrası yaşananlar bu kadim yerleşik kültürün, kültür savaşlarının şehvetiyle ezilip geçilmesinin kötü bir örneği oldu.

Uca, bir konuşmasında cenaze namazı istemediğini, yakılmak istediğini vasiyet etmişti. Galiba bunu laik atakların bol alkış aldığı türden bir konferansta söylemiş ama benzerlerini başkalarının da yaptığı gerçekleşmesi mümkün olmayan bu vasiyet çoşkulu bir konuşmadan ibaret kalmış, yazılı hale gelmemişti.

Cenazesi dün son veda için Ankara Kocatepe Camisi’nin önündeki musalla taşına kondu.

Tam imam tekbir getirirken birisi kenardan “Metin bey camiye getirilmemeyi vasiyet etmişti” diye bu vasiyeti hatırlattı.

İşin tuhafı ailesi ve sevenleri için bu vasiyet, son vedada huzuru kaçıran tekfirci densiz kadar önemsenmemişti.

Kadınlar başlarını örtmüştü, erkekler namaz için imamın arkasında safa geçmişti.

Herkes genç yaştaki kaybın acısını telafi edebilecek her türlü teselliye, duaya açıktı.

Çünkü cenaze namazı sadece dini bir ritüel değil, yerleşmiş, alternatifsiz, alternatif olarak üretilen hiçbirşeyin yerine geçmediği, geride kalanların yüreğini teskin eden, teselli veren bir veda etme töreni.

Yazılı ya da sözlü vasiyetlerin, bu güçlü geleneğin karşısında o yüzden hükmü geçmiyor.

Zaten alternatif yazılı vasiyetler için zemin ve şartlar da müsait değil.

Uca’nın yakılma vasiyetiyle yeniden 1930’larda Zincirlikuyu Mezarlığı’nda bir krematoryum açıldığı ama daha sonra yıkıldığı efsanesi dolaşıma girdi.

Tarihi yeniden yazmanın tuhaf örneklerinden biri bu efsane.

En son versiyonunda Atatürk de var. Sol bir gazetedeki konunun uzmanı gibi duran bir kişinin yazısından okuyalım:

“Atatürk’ün desteğiyle 1931 de İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı’nda Türkiye’nin ilk kremasyon ünitesi kurulmuş ancak o dönem hiçbir başvuru olmamıştır. Bunun üzerine, “Ölüleri Yakma Cemiyeti” adıyla bir dernek kurulmuş ve gazetelere ilanlar verilerek “müşteri” aranmıştır. Fakat kurum 5 yıl boyunca tabiri caizse “siftah bile yapamamış” ve atıl vaziyette kalmıştır. Bir süre sonra da dini adet ve geleneklerle bağdaşmadığı öne sürülerek ülkenin ilk ve son krematoryumunun kapısına kilit vurulmuş ve 1950’lerden itibaren de devletin kremasyon karşıtı bir politika benimsemesiyle konu büyük ölçüde kapanmıştır”

Farklı dinlere açık, ileri görüşlü, modern Atatürk’e açtırılan krematoryum, karşı devrimci, dinci DP iktidarına da kapattırılmış.

Herşey siyaseten kulağa ne kadar hoş geliyor.

Ama her kelimesi uydurma.

Birkaç kez Zincirlikuyu Mezarlık Müdürleri bunun doğru olmadığını açıkladı ama kimin umurunda.

Bu hikayede doğru ve ilginç olan tek şey 1930 yılında Refik Saydam’ın Sağlık Bakanlığı sırasında hazırlanan Umum Hıfzıssıhha Yasası’na göre Türkiye’de kremasyon hukuken mümkün.

Hala yürürlükte olan maddeler şöyle:

“Madde 224 – Ölülerin yakılması için fenni usulü dairesinde fırınlar yaptırmak istiyen belediyeler evvel emirde bu hususta Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletine müracaat ederek hazırlattıkları projeleri tasdik ettirip müsaade aldıktan sonra tesisata başlıyabilirler.

Madde 225 – Bir cesedi ihrak fırınlarında yaktırmak için aşağıda yazılı vesikaların vücudu lazımdır:

1 - Ölünün hastalığı esnasında tedavisiyle meşgul olmadığı malüm ve sabit olan resmi bir tabip tarafından verilmiş olup vefatın her hangi gayritabii bir sebepten mütevellit olmadığını bildiren bir rapor ve defin ruhsatiyesi.

2 - Cesedinin yakılmasını arzu ettiğini mübeyyin olup mevtanın hayatta ikenyazdığı vesika veya bu hususta şifahen arzu izhar ettiğini işitenlerden laakal üç zatın tahriri şehadet ve tasdikleri.

3 - Müteveffanın ölümünü mucip olan sebebin herhangi cinai bir fiilden münbais olduğuna dair hiç bir şüphe mevcut olmadığını bildiren ve mahalli polis idaresi tarafından verilen vesika. İşbu vesikalar ihraktan laakal yirmi dört saat evvel mahalli belediyesine ibraz olunarak alelüsul vefat defteri mahsusuna işaret edildikten sonra ihrak müsaadesi verilir. Defnedilen ölülerin defninden sonra ihrak için kabirden çıkarılmalarına müsaade edilmez.

226 – İhrak neticesi cesetten hasıl olan bakaya hususi kablar derununda mezarlık dahilinde bir dairei mahsusada hıfzedilir.”

Yani kanunen bir cesedin yakılması önünde hiçbir bir engel yok. Hatta yakılan küllerin nerede saklanacağı bile kanunen belirlenmiş.

Bu kanuna bakanlar haklı olarak buna uygun bir krematoryumun da açıldığını düşünüyor.

Halbuki Umum Hıfzıssıhha Yasası’ndaki bu ilginç ilericiliğin muhtemelen sebebi kanunun maddelerinin Almanya ve Avrupa’daki benzer yasalardan çevrilmesi.

Tıp eğitimini Almanya’da almış bakan Refik Saydam, bu kanunu 1929’da Almanya ve bazı Avrupa ülkelerine yaptığı geziden sonra hazırlatmıştı.

Ama kanunda tarif edilen krematoryum hiçbir zaman yapılmadı.

Bir kere krematoryumun 1931’de açıldığı söylenen Zincirlikuyu Mezarlığı ya da o zamanki adıyla Asri Mezarlık 1937’de açıldı.

Mezarlığa 1937’de henüz inşaat halindeyken gömülen ilk kişi de Atatürk’ün talimatıyla Makber’in yazarı şair-i azam Abdülhak Hamid olmuştu.

1930’larda krematoryuma ilgi yoktu demek de yanlış.

Tam tersine yoğun bir talep vardı.

Hatta Türkiye’nin ilk kimyagerlerinden Nurettin Münşi (Algan) ve fizikçilerinden Salih Murat’ın (Uzdilek) girişimleriyle 1931 yılında Ölüleri Yakma Cemiyeti kurulmuştu.

whatsapp-image-2023-11-19-at-23-40-03.jpegwhatsapp-image-2023-11-19-at-23-40-05-1.jpegwhatsapp-image-2023-11-19-at-23-40-05.jpeg

Cemiyete kurulur kurulmaz yakılmak isteyenler başvurmaya başlamış, sayı 3500 kişiye kadar çıkmıştı.

Ama bunun için bir krematoryum yoktu. İstanbul’da yaşayan ismi meçhul bir Mısır Hidiv prensesi Bomonti’de bir arsayı bu iş için bağışlamış ama krematoryum yapılamamıştı.

Ülkenin önde gelen iki bilim insanına da bu dernek yüzünden uçuk kaçık muamelesi yapıldı. Özellikle Nurettin Münşi o kadar kararlıydı ki gazetelere röportajlar verip “Ben, karım kayınvalidem, iki çocuğum hepimiz yanacağız. Bizi bu fikrimizden hiç kimse çeldiremez” demişti.

whatsapp-image-2023-11-19-at-23-40-01.jpegwhatsapp-image-2023-11-19-at-23-40-01-1.jpeg

Ama Nurettin Münşi bey ve cemiyetin diğer bütün kurucuları bu dünyaya bir cami avlusundaki bir musalla taşı üzerinden veda ettiler.

Bazı kültürler ideolojilerden ve siyasetlerden bile güçlüdür. Laik vasiyetler de İslamcı tekfircilik de onlara işlemez

O gelenekleri öylece yakamazsınız.

Vasiyeti hatırlatan dindar münasebetsizi, vasiyet edenin laik akrabaları, yakınları cami avlusundan kovar.

Çünkü alkışlı, Mozartlı törenler, ışıklar içinde uyusun temennileri o ritüelin yerini tutmaz.

Bizi birleştiren, omuz omuza saf tuttuğumuz, ayrıcalıkların ortadan kalktığı, husumetlerin unutulduğu cenazelerdeki huzuru korumaya devam.

Sadece gidene saygıdan değil, esas cenazedeki sözlerden, dualardan, helallikten kendine teselli arayan kalanlara da saygıdan.

Herkesin bu dünyadan huzurla gitme hakkı vardır.

YORUMLAR (88)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
88 Yorum