Hadi bakalım sandıklara, iki binli yıllara...

İlk sezonu 2010’da, üçüncü ve son sezonu 2013’de yayınlanmış olan Danimarka politik dizisi Borgen nasıl oldu da 7 yıl sonra Türkiye’deki Netflix’in en çok izleyenleri arasına girdi?  

Dizide büyük entrikalar, nefes kesen aksiyon sahneleri ya da çözülmesi gereken bir gizem yok.  

Belki de popüler olmasının sebebi tam olarak budur.  

Büyük siyasi entrikalardan, düşmanlıktan, devasa sorunlardan sıkılanlara, küçük ve müreffeh bir ülkede partiler, siyasetçiler, medya arasındaki demokrasi oyunlarını izlemek rahatlatıcı gelmiştir. 

Borgen’de parlamenter demokrasiye, eşit siyasetçiler arasındaki çekişmelere, polemiklere özlemimizi gidermiş olabiliriz. 

Türkiye’nin 70’leri, 80’leri ve 90’larından darbeleri, siyasal şiddeti, askeri vesayeti çıkarırsak geriye TBMM’de geçen bir Borgen dizisi kalabilir. 

Bir zamanlar Türkiye’nin de birbirine yakın güçleri olan, karizmaları birbirini ezmeyen, eşit statüde yarışan ve bu eşitliği içine sindirmiş siyasi liderleri vardı. 

O yerli Borgen dizisinin özellikle 90’lar Türkiye’sindeki ana karakterlerinden biriydi Mesut Yılmaz. 

Mesut Yılmaz iki medeniyetin arasında kalmış bir insandı, bütün siyasi hayatını da bu belirledi.  

Bir taraftan Rizeli milliyetçi-muhafazakar bir aileden geliyordu. Babası, 70’ler 80’lerde İstanbul’daki dini yayıncılığın merkezi olan Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı’nın sahibiydi. 

Amcası, 1939 Erzincan depreminden sonra yaptıklarıyla ünlenmiş eski bir savcı olan, 1950-60 arası DP’den Rize milletvekilliği ve bakanlık yapmış, Yassıada’da yargılanıp müebbet hapis cezası almış, 4.5 yıl Kayseri cezaevinde kalmış İzzet Akçal’dı.  

Amcasından dolayı Türkiye’de sağın en temel travması olan Yassıada’yı bizzat yaşamıştı. 13 yaşındayken Yassıada’da yargılanan amcasına şöyle ateşli ve öfkeli bir mektup yazacak kadar: 

“Türk milleti doğrudan şaşmaz amcacığım 

Bizlere susmak düşmez amcacığım 

Göğsünde iman var, ufkunda yıldız 

Duacıdır sana şu kadın, şu kız 

Bu kutsal davada değilsin yalnız 

Seninledir millet Oğuz amcacığım 

Ferah tut kalbini Yavuz amcacığım 

Hazreti peygamber pirimiz bizim 

Allah diye başlar şiirimiz 

Varsın zindan olsun yerimiz bizim” 

Ama bir taraftan ortaokulu Avusturya Lisesi’nde, liseyi İstanbul Erkek Lisesi’nde okumuş Alman ekolüyle yetişmiş, varlıklı, şehirli, seküler bir hayatın içinden geliyordu. 

Bu iki dünya arasındaki gelgitler Mesut Yılmaz’ın siyasi çizgisinde de kırılmaların esas nedeni oldu. 

1991’de ANAP Kongresi’nde genel başkanlığı muhafazakar kanadın karşısında liberal kanadın adayı olarak kazanmıştı. 

Ama esas olarak o tarihlerde liberallikten kasıt sekülerlikti.  

Onun başında olduğu ANAP, 91 seçimlerine Mitterand’ın siyasi reklamcısı Jacques Seguela’ya hazırlatılan bugün için bile fazla Avrupai bulunabilecek bir kliple ve Sezen Aksu’nun şehirli, modern Hadi Bakalım şarkısıyla girmişti. 

Ama Türkiye genç, ciddi, iyi eğitimli, Alman siyasetçisi gibi duran, popülizm yapmayan Mesut Yılmaz’ı ve onun Avrupai seçim kampanyasını değil, eskilerden, tanıdık Süleyman Demirel’i seçmişti. 

Bu yıllarda Yılmaz’ın iki büyük şansızlığı ve bir yanlış kararı siyasi kaderini de belirledi. 

Şansızlıklarının en büyüğü, merkez sağda karşısındaki rakibinin Tansu Çiller olmasıydı. Şansızlığının sebebi Çiller’in karizmatik ve iyi bir siyasetçi olması değildi. Tam tersine siyaset bilmeyen, derinliği olmayan ve aşırı pragmatik bir liderle aynı ringi paylaşmak zorunda kalmak Mesut Yılmaz’ın da imajına zarar verdi.  

Çiller’in Yılmaz’ın vefat haberini bile Başkanlık sistemi övgüsü yapmak için bir fırsat olarak kullanması, bu şansızlıktan ne kastedildiğini anlatmak için tek başına yeterli.  

İkinci büyük şansızlığı siyasi kariyerinin Türkiye’de İslamcılığın ve Refah Partisi’nin yükselişine denk gelmesi oldu. Buna karşı çıkacak fikri donanımı zayıftı, sağ seçmeni elinde tutacak kadar bir muhafazakar kimliğe ve müktesebata da sahip değildi. 

Laik tarafı, ordunun irticayla mücadele adı altında siyasete müdahalesine net bir biçimde karşı çıkmasına da engel olmuştu. 

Bu iki şansızlığı en ateşli laiklik taraftarı ve Refah Partisi karşıtı olan Çiller’in bir anda fikir değiştirip Refah Partisi ile koalisyon kurmasıyla hayatının yanlışına onu sürükledi. Biraz devletçilik, biraz da siyasi ihtirasla 28 Şubat post modern darbesiyle devrilen Erbakan’ın yerine kurulan asker gölgesindeki hükümetin Başbakanı olmayı kabul etti.

Bugün muhafazakarların önemli bir kısmı Mesut Yılmaz’ı 28 Şubat’ın ardından bu ara dönem hükümetinin Başbakanı olarak hatırlıyor. 

Özellikle de o dönemde imam hatip okullarına yapılan baskılar ve bu baskıları protesto eden insanlara söylediği “yarasa” sözüyle. 

Ama çok az insan bugün 28 Şubat’tan sadece bir yıl sonra Mesut Yılmaz’ın Başbakan olarak askerlerle irticayla mücadele yüzünden nasıl karşı karşıya geldiğini ve 21 Mart 1998’de TSK’nın Yılmaz’a karşı yayınladığı muhtırayı hatırlıyor. 

28 Şubat’tan sadece bir yıl sonra askerler artık Mesut Yılmaz Başbakanlığındaki hükümetin irticayla mücadele performansından da memnun değildi.  

27 Mart 1998 günü yapılacak MGK toplantısında irticayla yeterince mücadele edilmediğini düşünen ordunun Başbakan Mesut Yılmaz’ı uyaracağı, yeni bir 28 Şubat yaşanacağının konuşuluyordu. 

MGK, YÖK ve rektörlere irtica brifingleri vermişti. Ara rejim tartışmaları başlamıştı.  

Yılmaz ile ordu arasındaki krizin merkezinde ise irticayla mücadeleden daha çok 28 Şubat’ın ihtiraslı generali Çevik Bir’in Genelkurmay Başkanlığı hesapları vardı. 

Genelkurmay Başkanı Karadayı emekli olursa yerine Org. Kıvrıkoğlu gelecek, Org. Çevik Bir de emekliye ayrılacaktı. Ama eğer Karadayı'nın görev süresi bir yıl uzatılırsa Bir’in önü Genelkurmay Başkanlığı’na kadar açılacaktı. Mesut Yılmaz, Çevik Bir’in önünün açılmasını istemiyordu. 

Nihayet Yılmaz askerlerle yaşadığı krizin esas sebebini bir Tiflis seyahatinde gazetecilere anlattı. 

Aslında anlattı denemez. Mehmet Ali Birand’ın bulduğu bir yöntemle sessiz film olarak anlattı.

O geziye katılan isimlerden gazeteci Yalçın Doğan yeni çıkan kitabı “Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz” da bu görüşmeyi şöyle anlatıyor:  

“Askeri apolet işareti yapıyor, eliyle dört işaretini ekliyor, son yine eliyle yukarılara doğru işaretiyle tamamlıyordu. Her işarette bize soruyorduk . Onun deyimiyle sessiz film oynuyorduk. Askeri apolet ve dört yıldız işareti yapınca biz “Orgeneral Çevik Bir mi” diyoruz, başıyla onaylıyordu. “Yukarılara mı gitmek istiyor” diye sorunca “Evet” anlamında başını sallıyordu.” 

Bugün arada yaşanan tecrübeler yüzünden askeri vesayet meselesini küçümseyenlerin anlaması kolay değil ama Başbakanların orduyla ilgili şikayetlerini yüksek sesle dillendiremediği zamanlardı.  

Hatta bu görüşmede anlatılanları, kaynağın Yılmaz olduğunu söylemeden yazan Birand, Doğan ve Muharrem Sarıkaya için ertesi gün Genelkurmay bir açıklama yaparak, gazetecileri komuta kademesine "nifak sokmakla" suçlamış, "Basın görevini onuruyla yapamadıkları için askeri tesislere girmelerine, demeç verilmesine yasak getirilmiştir" demişti. 

Ama Mesut Yılmaz geri adım atmadı ve 17 Mart günü ANAP grup toplantısında siyasi hayatının en sert konuşmasını yaptı.  

Bu, cumhuriyet tarihinde askere karşı o ana kadar bir Başbakan’ın yaptığı en sert konuşma da olabilir. 

Konuşmasında “27 Mart, 28 Şubat olmaz, asker kendi işine baksın, dayatma yapılacaksa ben yaparım” demiş, “İrticayla mücadelenin askerin değil, hükümetin görevi olduğunu” hatırlatmış, başörtüsü yasağına karşı çıkmış, “irticayla mücadele edilirken dindar vatandaşlar rahatsız edilmemeli” mesajı vermişti. 

Eresi gün konuşma “Yılmaz: Ordu kışlaya dönsün” başlıklarıyla verildi. Bugün maalesef bir kısmı hala itibar gören bazı Kemalist-askerci yazarlar Yılmaz’ı orduyla böyle konuştuğu için yerden yere vurdu.  

Ve bu konuşmanın ardından 21 Mart günü TSK ertesi günkü gazetelerde “muhtıra gibi” başlıklarıyla verilen çok sert bir açıklama yaptı:  

“TSK Anayasa ve yasaların kendisine verdiği görevlerin bundan önce olduğu gibi bundan sonra da eksiksiz olarak yerine getirmeye devam edecektir. Bu hususta kesin kararlıdır. Bunu yaparken de hiçbir kimsenin bu görevini hatırlatmasına ihtiyacı yoktur. T.S.K. yüce milletimizin güvenine mazhar olan bütün Cumhuriyet hükümetlerine bağlıdır, saygı duyar ve başarılarını mutlulukla izler. Ancak makamı, konumu ve görevi ne olursa olsun hiç kimse kişisel menfaatleri ve siyasi ihtirasları uğruna T.S.K.'nin yasal görevi olan ülke güvenliğine yönelik bölücü ve irticai gelişmelere karşı mücadele azminden vazgeçirecek, zayıflatacak tereddüde düşürecek veya kararlığını gölgeleyecek hiçbir tavır, tutum, beyan ve telkinlerde bulunamaz. T.S.K. ayrıca bu tarz tartışmaların devamının ülkenin demokratik yapısına ve milli menfaatlerine son derece zararlı olduğu düşüncesini taşımaktadır. Bazı talihsiz beyanlarda olduğu gibi, T.S.K. bir tehdit değil, aksine ülkemiz için bir güvencedir. Türk Silahlı Kuvvetleri dün olduğu gibi bugün de yüce milletin kendisine duyduğu güven ve itibara gölge düşürecek hiçbir davranış içinde olmamıştır. T.S.K. gelecekte de her türlü siyasi mülahazanın dışında olarak bu tutum ve davranışını sürdürecektir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.” 

2001 yılında Mesut Yılmaz bir kere daha bu siyaset düşkünü, vesayetçi TSK’yı karşısına aldı.  

Bu kez krizi çıkaran ordunun AB reformlarına sürekli taş koymasıydı. 

ANASOL-M hükümetinin ortağı olarak AB reformlarını uygulanması, ekonomik reformların hayata geçirilmesi konusunda en kararlı tavrı gösteren kişi Yılmaz’dı. 

İdam cezasının kalkması, TRT’de Kürtçe yayın yapılması ve özeleştirmeler konusunda askerlerle tartışmalar yaşamıştı.

2001’de ANAP Kongresi’nde askeri vesayeti net sözlerle eleştiren çok tartışılan bir konuşma yaptı:  

“Avrupa Birliği uyum çalışmalarındaki engelleyici rolü konusunda herkesin az çok bilgi sahibi olduğu, ancak üç maymunları oynadığı bir tabu var. Ulusal güvenlik gerekleri... Ya da daha doğru bir isimlendirmeyle ulusal güvenlik sendromu... Bugün bu tabunun üzerindeki perdeyi çekip almanın zamanı gelmiştir. Ulusal güvenlik, bir devletin bekasını sağlamayı amaçlayan son derece gerekli bir kavramdır. Bu kavramın bugünkü kullanım tarzı, tam aksi yönde cereyan etmektedir. Ulusal güvenlik kavramı, devletimizin geleceğini sağlamlaştırıcı her adımın engelleyicisi konumuna getirilmiştir. Devletin bekasını sağlayacak bir kavramı, devletin can damarlarını keser hale getirmeyi dünya üzerinde yalnız Türkiye becerebilirdi. Nitekim de öyle olmuştur. Türkiye'de değişimin anahtarı, ulusal güvenlik kavramında saklıdır. Ulusal güvenlik gerekçesiyle devletimizin bekasını sağlamlaştıracak, milletimizi rahat ve huzura erdirecek adımlar atılması adeta imkansızlaştırılmaktadır. Türkiye, eğer bir adım ileriye gitmek istiyorsa bu sendromdan kurtulmalıdır.’’ 

Bu konuşma üzerine yine Genelkurmay’dan ertesi gün gazetelerin “muhtıra gibi” başlıklarıyla verdiği bir açıklama yaptı. 

Yılmaz’ı onursuzlukla suçlayan, yargılamayla tehdit eden berbat bir açıklamaydı bu: 

“Son tartışma konusunun, sorumlu bir makamda olunmasına rağmen, meşru zeminlerde tartışmak yerine, dünyaya şikayet etme şeklinde gündeme getirilmesinin onurlu bir yaklaşım olarak kabul edilmesi mümkün değildir.  

***

Eğer atılması düşünülen ileri adımlar; Şeriatı düşünen sapık düşünce ve eylem sahiplerinin faaliyetlerini kolaylaştıracaksa, Ülkeyi bölmeyi çalışan gruplara yasal dayanak sağlayacaksa, Ülkenin yaşamsal güvenlik mülahazalarından tavizler verecekse, bunlar gerçek anlamda ileri değil, geriye doğru atılmış adımlar olacaktır. Başarız Tarihi örnek alarak verilen matbaanın gelmesini istemeyen zihniyetin bu konuşmada ulusal güvenlik kavramını reddeden zihniyet olduğu değerlendirilmektedir. Üzerinde düşünülmesi gereken önemli konu, kişi ve kurumların sorunlar karşısında, üzerlerine düşen görevleri eksiksiz yapmak yerine, başkalarına saldırarak sorumluluktan ve başarısızlıktan kaçma gayretleridir.  

Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nde; Ekonomi iflas noktasına gelmişse, Ekonomiyi bu hale getirenler hakkında en ufak bir işlem yapılmıyorsa, Milli ve ahlaki değerler aşındırılmışsa, 
Soygun düzeni adeta normal bir davranış haline gelmişse  AB'ye girmeyi hedefleyen bir ülkede ortaçağı hedefleyen zihniyetler devlet kadrolarında bile yer alabiliyor ve buralara özenle yerleştiriliyorsa, Ülke içinde siyasi istrar, kişisel ihtiraslar nedeniyle bir türlü sağlanamıyorsa, Ülkenin bir parçasında ekonomik ve sosyal tedbirlerin alınamaması neticesi ayrılıkçı terörün, etnik/milliyetçi ve ayrılıkçı harekete dönüşmesi önlenemiyorsa, küreselleşme anlayışı ekonomik teslimiyetçilik olarak benimseniyorsa, tüm bu olumsuzlukların nedenini ‘ulusal güvenlik kavramı' ile örtmek ve bu kavramın sonucu olarak görmek hem makul hem de insaflı değildir, aynı zamanda tehlikelidir. Yapılan bu talihsiz konuşmada; ‘Her ileri adımın, ulusal güvenlik gerekçesiyle kesildiği' ifade edilmiş, ancak tek bir örnek de verilmemiştir. Bu sorumluluğu paylaşan bir kişinin kurumları hedef alan bu tür konuşması, mesnetten yoksun ve düşündürücüdür.” 

Mesut Yılmaz’ın askeri böylesine kızdıran konuşmayı yaptığı ANAP Kongresi’ni ailesi ANAP teşkilatlarında görevli bir üniversite öğrencisi olarak yerinde izlemiştim. 

Ama o gün kongre salonundaki ANAP’lıları bu konuşma pek de heyecanlandırmamıştı. Konuşma cılız alkışlarla karşılanmıştı. Çünkü böylesine çetin siyasi mücadele verebilecek bir sosyolojik tabanı kalmamıştı artık ANAP’ın. O sosyolojik taban bu mücadeleyi AK Parti’de vermeyi tercih etti. 

2002 seçimlerine AB vurgularıyla giren ANAP yüzde 5’lerde kalmıştı. Maltepe’deki son seçim mitinginde Yılmaz, yine iddialı bir demokrasi konuşması yapmıştı ama meydanın neredeyse tamamını dolduran 2002 seçimlerinde ANAP’ı destekleyen ve ANAP’tan aday olan liderleri Denizolgun’u görmeye gelmiş Süleymancılar için bu hiç bir şey ifade etmemişti. 
 

Mesut Yılmaz ise yeniden 2007’de Rize’den bağımsız aday olduğunda AK Parti’nin parti olarak aldığı oyun yarısını tek başına almayı başarmıştı. (40 bin oy)  

Rize gibi muhafazakar bir şehirde, sırtında 28 Şubat kamburu olan bir siyasetçinin, Tayyip Erdoğan gibi Rizeli karizmatik bir Başbakan’ın karşısında ve 27 Nisan’ın gölgesinde gidilen bir seçimde bu kadar yüksek oyu nasıl aldığını en iyi dün Rizeli tarihçi ve gazeteci Fatih Sultan Kar’ın çektiği fotoğraf anlatıyor. 

mesut-yilma.jpg

Türkiye’de seçmenlerin tercihlerini ideolojilerine ve kimliklerine göre yaptığını düşünmek, her şeyi siyasi rasyonaliteyle açıklamaya çalışmak entelektüel bir defo. Tek motivasyonları dindarlık, laiklik ya da milliyetçilik olmayan milyonlarca insanın siyasi tercihlerini liderlerle kurdukları irrasyonel olabilecek duygudaşlıklar da belirliyor. 

Mesut Yılmaz, en azından kendi memleketinde bu duygudaşlığı kurmayı başarmıştı. Örneğin benim hacı anneannemin ömrünün sonuna kadar oyunu ve kalbini kazanmıştı.
 

Rize ile İstanbul arasında, Beyazıt’taki Beyaz Saray ile Avusturya Lisesi arasında, muhafazakarlıkla, laiklik arasında kalmış Türkiye’ye erken gelmiş, yalnız, ihtirası ve pırıltısı az, meşruiyetçi, macera sevmeyen bir liberaldi.  

28 Şubat’ta kurulan hükümetin Başbakanı olmayı kabul ederek siyasi hayatını riske atmıştı ama Türkiye’nin 28 Şubat havasından çıkmasında, yeniden AB reformlarıyla demokratikleşme yoluna girmesinde, idamın kaldırılması, devlet kanalında Kürtçe yayın gibi Türkiye için radikal adımların atılmasında, 2001 krizinin aşılmasını sağlayan Derviş programının uygulanmasında az bilinen kritik bir rol oynamış, ön açıcı olmuştu. 

“AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” sözü bile tabu kırıcıydı.  

2001 yılındaki ANAP Kongresi’nde yaptığı konuşmanın şu bölümü ise hala güncelliğini koruyor:  

“Biz devlet ve millet olarak hızla yolların ayrıldığı noktaya doğru gidiyoruz. Geleceğe giden Türkiye’nin önünde iki yol var. Ya birisinden gideceğiz, ya diğerinden. Biri, merhum Özal’ın bizlere miras bıraktığı Türkiye’ye yeniden çağ atlatan yol. Diğeri, statükonun bataklığında her geçen gün ülkemizi bir alt kümeye düşürecek yol. Biri, ülkemizdeki insanlarımızın tamamı ayrım yapmadan kucaklayacak yol. Diğeri her geçen gün daha fazla sayıda insanımızı düşman ilan edecek yol. Biri, Türkiye’yi çağdaş dünyaya, AB’ye ulaştıracak yol. Diğeri, Türkiye’yi Orta Doğu’daki yeni bir Baas Cumhuriyeti olmaya götürecek yol. Yollardan biri aydınlık, diğeri karanlık. Biri sağlam, diğeri kaygan. Girdiğimiz yola göre, ya çağı yakalayacağız ve geleceğe doğru sağlam bir şekilde ayakta kalacağız. Ya da çağı ıskalayıp, belirsiz bir geleceğe mahkum olacağız. Yolların birinde çağdaş dünyayla birlikte yürüyeceğiz. Diğerinde, Miloseviçlerle, Saddamlarla... Şu gerçeği iyi kavrayalım, Önümüzdeki yol çatallaştı. Bu yolların hangisine girilirse girilsin dönüşü yok. Karar verme zamanı.” 

Konuşma 2000’lerin başındaki statükoya karşı değişimci, sivil demokrat liberal iyimserliğini yansıtıyordu. 2000’lerin ilk 10 yılı bu iyimserliğin sürdüğü bir dönem oldu.  
 

1991’deki seçim şarkısının nakaratında çok uzaktaki bir hedef olarak tekrarlanan “2000’li yıllara”nın ikinci 10 yılının sonunu devirirken Türkiye herhangi bir yola girmemiş, tam olarak yolunu kaybetmiş bir ülke artık. 

1991’de büyük ümitlerle “2000’li yıllara” derken vaad edilenlerin çok uzağında olduğumuz ise açık.  

73 yaşında vefat eden eski Başbakan Mesut Yılmaz’a Allah’tan rahmet, Berna Hanım’a başsağlığı dilerim....

YORUMLAR (85)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
85 Yorum
  • Salih Sarı / 15 Kasım 2020 20:36

    Yıldıray bey, Anap ve Merhum Mesut Yılmaz dönemini yakinen yaşamış biri olarak; dönemi aydınlatıcı anlatımınız için çok teşekkür ederim . Çok selam. Salih Sarı

    Yanıtla (2) (0)
  • mehmet / 03 Kasım 2020 21:36

    şeriatı sevmediğini belirtmişsiniz ve Allah rahmet etsin ile bitirmişsiniz. Trajikomik

    Yanıtla (1) (2)
  • Bekir Yerli / 02 Kasım 2020 10:47

    Yıldıray bey, yazıyı; merhum babası 18 Haziran 1988 Anap kongresinde Özal'a ateş edildiğinde o salonda olan biri olarak yazıyorum. Duygulanarak okudum. Babam, anadolunun en güneyinde ücra bir yörük köyünden Anap delegesiydi. Çok emeği vardı Anap'ta. Mesut Yılmaz yakından gördüğüm ilk siyasetçiydi, 1999 yerel seçiminde ta bizim köye gelmişti. Allah rahmet eylesin.

    Yanıtla (0) (0)
  • Özlem Öztelcan / 01 Kasım 2020 21:14

    Kaleminize Sağlık, bir dönem ancak bu kadar güzel, derli-toplu ve aynı zamanda bugüne ışık tutacak şekilde ifade edilebilirdi.

    Yanıtla (6) (0)
  • Dini kullanma- baskı hastalığı / 01 Kasım 2020 17:15

    Türkiye, molla rejimine dönüşecek diye endişe eden 1990'ların "askeri güç" cephesi, ülke AB'ye girerse parçalanır sendromunu AKP patronuna "yedirmiş" gibi görünüyor... 1908 Anayasal rejimini kuran Enver Paşa ve ekibi, sonraki dönemde baskıcı bir rejime nasıl yönelmişse, Teyip Paşa'nın, faşist MHP tuzağına düşerek inşa ettiği yeni rejimde aynı noktaya vardı.. Anayasal demokrasi yine rafa kalktı. M. Yılmaz'ı tasfiye edenler AKP'yi de sandıkla bitireceklerdir. USA ile gelen ABD eliyle gidicidir..

    Yanıtla (1) (0)
  • Hasan Kolsaati / 01 Kasım 2020 15:36

    Şu ana kadar okuduğum en iyi Mesut Yılmaz portresiydi diyebilirim. Batı gazetelerindeki obituary denilen sectionın iyi bir örneğiydi. Yazarı çok sevmesem de altyapısının ve çözümlemesinin hakkını vermek gerek.

    Yanıtla (2) (0)
  • Ali yurtseven / 01 Kasım 2020 15:03

    Kesinlikle katilmiyorum. Yüce divanda yargilanan tek basbakan. AKP kendilerini akladi sank.
    Özal karsisinda durdu ama basaramadi...

    Yanıtla (0) (1)
  • Aydın çay / 01 Kasım 2020 12:28

    Açık söylemek lazım siyasette ön plandayken sevemedik rahmetliyi. Yanlış yaptık geç oldu anlamamız. Gerçi siyasetçiliği sırasında sakinliği ve çağdaşlığını fark ettik, ancak çiller denen kadını daha ileri düşünceli gördük. Kısaca yanlış yaptık ülkenin buralara gelmesinde bizimde sorumluluğumuz var. İyi insandı, Allah rahmet eylesin.

    Yanıtla (1) (0)
  • okur yazar / 01 Kasım 2020 11:32

    Acaba rumuzlu kardeşim laiklikte senin söylediğin şeyler tabi olmaz Din'e ve Din'e ait olana müdahele olnadığı gibi Diyanet İşleri başkanlığı da olmaz, olmamalı tıpkı bu gün Diyanet'i kendi politikaları için kullanmanın olmaması gerektiği gibi .Ama gel gelelim insan bu gözü kör olsun gücü eline geçirince Firavunlaşıyor işte. Tıpkı gözünü para hırsı bürüyünce soygun ya da gasp yapan hırsız misali siyasetçi de gözünü siyasi hırs bürüyünce laikliği (bağışlayın lütfen) beceriyor.

    Yanıtla (0) (0)
  • Bir gün hak vaki olurda birisi ölürse ona Hak'ta / 01 Kasım 2020 11:14

    Bir gün hak vaki olurda birisi ölürse ona Hak'tan rahmet dilemeyeceğim çünkü iktidarı için bu müslümanları aldatmıştır ve aldatmaya da devam etmektedir yalan söylemek ahlakının bir parçası olmuştur sonunda da devleti iflas ettirmiştir siyasi ihtirası ile zavallı, cahil, saf müslümanları aldatmıştır.Zira Allah Rasulu (s.a.v.)'Allah bir kimseyi başkaları üzerine çoban yapmış; o da idaresi altındakilere hile yapmış olarak ölmüşse Allah ona cennetini kesinlikle haram eder buyuruyor.

    Yanıtla (0) (0)
  • KARAR OKURU / 01 Kasım 2020 01:42

    Ölüm bütün gerçekliği ile ortaya geldiğinde duygu ve düşünceler bir kere daha tartılıyor. Daha anlayışlı, daha bağışlayıcı oluyorsunuz. Mesut Yılmaz'ın siyasi karnesine baktığımızda sevaplarının daha fazla olduğunu görebiliyoruz. Bu ülkeye hizmet etmiş, bu sebeble hücumlara da maruz kalmış, haksızlıklara da uğramış. Çok sevdiğim bir politikacı değildi ama ben tüm hakkımı helal ediyor ve Cenabı Allahtan bağışlanmasını, rahmet dairesine alınmasını diliyorum. Bir gün hepimiz öleceğiz.

    Yanıtla (4) (0)
  • Karar / 01 Kasım 2020 00:12

    Yıldırım Akbuluta karşı 3.turda kazandığı kongreyide yazarsan belki taşlar yerine oturur

    Yanıtla (2) (0)
  • hidayet çetin / 01 Kasım 2020 00:10

    Mesut Yılmaz ve dönemi ancak bu kadar güzel anlatılırdı. Yalın ve net.
    Kaleminize sağlık.

    Markar Esayan'ı da bir köşe yazınızda bahsetmenizi ve ülkemin insanlarının daha fazla tanımasını çok isterdim.
    sevgilerimle.

    Yanıtla (2) (0)
  • Karar okuru / 31 Ekim 2020 20:11

    Sayın Oğur
    Mesut Yılmaz'ın Türkmenistan yerine Rusya ile doğalgaz anlaşması yapmasının büyük bir yanlış, ileriyi görmekten yoksunluk olduğunu düşünüyorum. Siz bu konuyu nasıl degerlendiriyorsunuz. Amiyene tabirle "laf sokmak" gibi bir niyetim yok. Gerçekten düşüncelerinizi merak edyorum

    Yanıtla (0) (1)
  • ismi lazım değil. / 31 Ekim 2020 22:35

    Türkmen gazı hazar denizi üzerinden gelmek zorundaydı. o dönem hazar, deniz mi göl mü yani statüsü belli değildi. dolasıyla ilgili ülkeler sınırları çizip paylaşmamışlardı. mevcut boru hattı yoktu yapmak isteyen şirkette yoktu. yani ordan gaz alamazdı...

    Yanıtla (1) (0)
  • OkurM / 31 Ekim 2020 23:44

    Uluslararasi Güç dengeleri.

    Yanıtla (0) (0)
  • OkurM / 31 Ekim 2020 23:43

    28 subat sürecinde sahada dişe diş mücadele eden mesut y. Tansu c. Ve meral aksener hak ettikleri minneti göremediler sağda. O dönemde, iyi saatte olsunlari tahrik edip sonra masaların altına saklananlar, tehlike geçince kahraman olarak piyasaya çıktılar.

    Yanıtla (2) (0)
  • OkurM / 31 Ekim 2020 23:40

    Modern ve taşra politikasina kacmayan Mesud karşısında klasik demirel kazandi yaklaşımı yanlış. Mesudu bu yönüyle çok destekleyen oldu. Siyaseti bilmediği için destekliyorum diyen çok oldu. Ama türkiye özal kalkınmasının bedelini ödüyordu ve ekonomik türbülans büyüktü. halk irfanı, zor dönemde tecrübeye yanaştı. Sonrasinda Mesud bey mevcud imajını harab etti.

    Yanıtla (1) (0)
  • OkurM / 31 Ekim 2020 23:36

    Karar gazetesinin o dönemdeki tam karşılığı yeni Şafak idi. Yeni Şafak, yani sayin yazarın kalem arkadaşları ve abileri, o dönem bu yazının onda birini yazabilselerdi. O dönemdeki hakkaniyet anlayış ve anlatışları bugünün türkiyesini doğurdu. Birilerini ölümüne destekleyip öbprünü ölümüne kösteklemenin vebali mahşerde. Mesud yilmaz hesabını vermeye gitti. Mesud yılmazın hakkını isteyecekleri de olacak.

    Yanıtla (0) (0)
  • Karar okuru / 31 Ekim 2020 22:51

    Sayın yazar,yazınızın en etkiliyeci cümlesi Berna hanıma başsağlığı dilemeniz.

    Yanıtla (0) (0)
  • Karar okuru / 31 Ekim 2020 22:23

    Bu askeri vesayet sahibi kimdir? Ne çalmış neyi yağmalamışlardır? Hangi askeri vesayet ülke kaynaklarını ona buna aktarmıştır. Darbe dönemlerinden bile beter hale getirenlere arka çıktınız şimdi şikayet ediyorsunuz? Ülke yolunu kaybetti ise aldanan ve milletin aldatılmasına alet olanların hiç mi suçu yok. Bu eski destek erbabının da tıpkı iktidarın sahte beka meselesi mazereti gibi sahte askeri vesayet takıntısı var! Görüyoruz asıl darbeciliği şimdi. Beteri daha beter etmekten başka sonuç yok.

    Yanıtla (0) (1)
  • Karar okuru / 31 Ekim 2020 17:10

    Bu statüko bataklığı lafını liberaller ve muhafazakarlar çok severler ama sayelerinde belimize kadar battığımız statüko bataklığından boğazımıza kadar battığımız foseptik çukuruna gelişimizde yazar gibilerin de az katkısı olmadı hani!!!

    Yanıtla (7) (6)
  • Kararsız / 31 Ekim 2020 19:07

    Toyluk zamanlarında insanlar yeni öğrendikleri bir şeyi henüz ciddi biçimde kavramadan sağda solda tekrarlayıp durur. Bizde de genelde etraftan farklı olduğunu vurgulamak içim böyle havalı kelimeleri tekrarlamak modadır. Statüko da öyle bir kelimeydi bir dönem. Acemi ergenin işlerin temeline vakıf olmadan özenti tekrarlardır bunlar. Sonuçta ne yapmaya özenseler tam tersi sonuçları elde ederler. Yetmez ama evet diyerek ortamı baskı ve keyfiyete taşıdıkları gibi.

    Yanıtla (2) (2)
  • Okur / 31 Ekim 2020 19:58

    Ne tavsiye edersiniz? Yazarı da suçluyorsun ama bugünlere gelişimizde yazarın da ifade ettiği 28 Şubat'çıların katkısı yok mu?

    Yanıtla (1) (1)
  • Karar okuru / 31 Ekim 2020 22:14

    Bu güne gelişte çağdışı bir anlayış ile demokrasi aramak gibi vahim bir hata var. Yapılan şuna benziyor yazarı bir de o gözle değerelendirin. Bir sağlıksız insan düşünelim tedavi oluyor gibi ama arada hastahaneye yatıyor, ilaçlar alıyor ama belirgin iyileşme yok! Biri çıkıyor, böyle olmaz diyor, ilaçları kesip alternatif tıp tedavisine geçeriz diyor, bazıları da destekliyor, kelle paça çorba, bol ceviz!! Hasta komaya tabi Sonrada bu destekçiler şikayete başlıyor hasta komada diye. Durum bu!!

    Yanıtla (0) (0)
  • Karar okuru / 31 Ekim 2020 22:13

    O günleri yaşayan biri olarak, halk tarafından iktidar erkinin tesliminde çok cimri davranıldığına, bu gücün kendisine yarım yamalak bir şekilde tevdi edilmiş olması sebebiyle, yapmak istediklerini yapamadan, anlatmak istediklerini anlatamadan bu dünyadan çekip gittiğine inananlardanım. Yani, oy vermede bu kadar cimri davranılmasına rağmen, o günün şartlarında kimselerin gıkını çıkaramadığı bir güce karşı çıkması beklemek. Buna katılmayanlar olabilir. Onların yorumlarına da saygı duyarım.

    Yanıtla (1) (0)
  • Samimi okur / 31 Ekim 2020 21:31

    Gerçekten Mesut Yılmaz bu kadar doğru anlatılırdı,bu denli
    doğru tespitleriniz için sizi kutlarım ve bu vesile ile MESUT YILMAZ'a ALLAHTAN rahmet dilerim.

    Yanıtla (3) (0)
  • MEHMET GÜRBÜZ / 31 Ekim 2020 13:28

    Siyaseti ve siyasetçiyi beyanları ile tanıtmak artık geçerliliği olmayan beyhude çabalardır Yıldıray bey,siyasetçi zor zamanlarda yaptıkları ile iz bırakır,bu izi siz temiz diye pazarlamaya çalışmayın,bu kadar iyi niyetinizin zekatını Tayyip Erdoğana yapabiliyorsanız yapın tarafsız gazeteci diye sizi tebrik edeyim.

    Yanıtla (11) (13)
  • Okur / 31 Ekim 2020 20:33

    Vaktinde RTE'yi de destekledi diye okurların suçlamaları ile sürekli muhatap oluyor zaten. Bırakın bir başkası için de iki kelam kendince iyi şeyler söylesin. Çok görmeyin lütfen.

    Yanıtla (1) (0)
  • Metin Türk / 31 Ekim 2020 20:20

    “Bugün arada yaşanan tecrübeler yüzünden askeri vesayet meselesini küçümseyenlerin anlaması kolay değil” demişsiniz. Nedir bu arada yaşanan tecrübeler? Askeri vesayet nasıl ve kimler tarafından bitirildi? AKP tek başına mıydı? Değilse kimlerden yardım aldı? Şu anda askeri vesayet var mı yok mu? Şu yüzden soruyorum; o dönemde askerin irtica politikası dışındaki bütün politikaları şimdi aynen uygulanıyor ve AKP’nin ilk dönemdeki özgürlükçü politikalarına da taban tabana zıt.

    Yanıtla (2) (0)
  • Hayret / 31 Ekim 2020 20:19

    Güzel bir 'hemşehrim' yazısı olmuş... Hayret, buradan 'müzmin muhallefet' yazısı çıkaramamış yazar...

    Yanıtla (1) (0)
  • hekiminoğlu / 31 Ekim 2020 20:15

    acımasız yorumlar yılmaz yazarında belirttiği gibi kutuplar arasında bir denge tutturayım derken modern laikci anlayışın temsiline daha yakın durdu ama bir kaç söz ve bazı olaylarla beraber sürüklenmesi hariç çok donanımlı zeki bir siyasetçiydi sürüklenmek derken o da insandı ve soğuk bir hücreden ailesine beni merak etmeyin üzülmeyin kimseye kırgın değilim diye not bırakmak helede ailesine onun asıldığı ipin fiyatının fatura olarak yollanma ihtimali öyle kolay geçiştirilecek bir ihtima değildi

    Yanıtla (0) (0)
  • Misafir34 / 31 Ekim 2020 20:14

    3_Mesut Yılmaz Başbakan ken ,Meclis de polislerin askerliği ,kısa döneme indiriliyordu.Genel kurulda kanun un yarısı geceleyin geçti.Ertesi günü , G.Başkanı Karadayı ,Mesut Yılmaz ı ziyaret etti.M.Yılmaz kanun u geri çekti Meclis ten.Bunu da yazmalıydın ,sayın OĞUR

    Yanıtla (2) (0)
  • efedamat / 31 Ekim 2020 20:00

    mesut yılmazın bilmediğimiz yönlerini anlatmışsınız.
    ülkenin son 50 yılllık siyasi hayatını kişilerini sayenizde öğreniyoruz.
    mesut yılmaz zor zamanlar da görev yaptı.
    Allah rahmet eylesin.taksiratını affetsin.

    Yanıtla (1) (0)
  • Muhtefi / 31 Ekim 2020 14:56

    Bu MEMLEKETTE iki tane irtica ve gerici Akim var..1) Dinbaz Yobazlar...2) Arkaik Kemalist laikli maskeliler...Asla Medeni,Ozverili,Entellektuel Zihin ve Bedeni yapilari yoktur..!....bunlar KOLE ruhlu insanlar..Asla inovasyon ( guncel,özgün) görüşleri yok-tur...Dilleri bal,börek Zihinleri ve Elleri tutuk...Saltanatlari,Sohretleri ,Cikarlari gitmesin tek dertleri bu..!..Aslinda tum Dunyada da boyledir..Argumanlar farkli sadece..Caglar onceside boyleydi..:))..

    Yanıtla (6) (1)
  • Zekai Hürel. / 31 Ekim 2020 18:54

    Laiklik iyidir iyi.

    Yanıtla (1) (0)
  • Muhtefi / 31 Ekim 2020 21:47

    Sn.Zekai ve Kararsiz...Laiklik iyidir Elbette,,Devlette olma şartıyla ve Kamusal alan icad etmeden.!.Kimsenin
    Papyonuna,kasketine,,Ortusune,Sakalina,,Takkesine karismadan,Insanin becerisine gore iş olmali.Yapamiyorsa kayirmadan,kollamadan Ister Papyon,Takke vb olsun kapi önüne koyacaksın. Kemalist coook var Alkol,Dansi vb yani Bilim,Sanayi,Uretimi degil nefsi hallerini ve çıkarını Kemalist diye yutturuyor..:)).Mustafa Kemal.Ataturku severim..Aklimla.!.,zanla,laylomlarla degil.!..

    Yanıtla (0) (0)
  • Karar okuru / 31 Ekim 2020 22:28

    Zaten akılla sevmeyenin sevmesini de istemez Atatürk. Sorun da dans alkol filan değil. Bu kafaya göre bağnazlığa karşı çıkan alkol ile ilişkilendiriliyor. Ama çoluk çocuk istismarına, tecavüze ses yok. Bu ne biçim ahlak!

    Yanıtla (0) (0)
  • Acaba:) / 31 Ekim 2020 23:28

    Kemalistler laik değil ki sorun orda.Laik devlette diyanet olur mu ,diyanet işleri baskanindan chp ye ankara il baskani olur mu? Laik devlet haccı yasaklar, ezana karisir mi? Tdk sözlüğünde kemalizm türkün din yazar mıydı? Medeni bilgiler kitabında islam ve hz peygamber hakkında ifadeler yazılabilir miydi? Vs vs.Din ve devlet ayrılığı bu mu?

    Yanıtla (0) (0)
  • Kararsız / 31 Ekim 2020 19:11

    Kemalizm diye bir şey yoktur. Hiç de olmadı ama kendini hocaya şeyhe istismar ettiren bir güruh hep vardı bazıları dinci bazıları güya kemalist.

    Yanıtla (2) (3)
  • Mürsel / 31 Ekim 2020 15:19

    Allah rahmet etsin.Bazı öncü hareketlerine rağmen arafta bir insan.Ama askerin didişme ve diş göstermelerin bakar mısın? Sanki kuma çekişmesi.İyi ki bu diş gösterme şimdi yok!

    Yanıtla (1) (2)
  • Kararsız / 31 Ekim 2020 19:08

    Şimdi keyfi tek adam yönetimi var. Yağma var. Ama olsun askeri vesayet yok!

    Yanıtla (4) (1)
  • kafaoğlu / 31 Ekim 2020 18:10

    Allah taksiratını affetsin,aile efradına sabır versin. Kendisinin cumhurbaşkanlığı için özel yetiştirildiği söylenirdi,doğrudur yanlıştır bilemem.. Siyasi hayatıma mal olsa da diyerek askerin 8 yıllık eğitim konusundaki isteğini kanuna bağlaması hatalarından biriydi ama şimdi onu yargılayacak değiliz,Allah rahmet eylesin,ailesinin başı sağ olsun ...

    Yanıtla (1) (0)
  • Ali rıza / 31 Ekim 2020 13:50

    İyi bir insandı , ülkeye emek vermiş , dürüstçe çalışmış , hakkın rahmetine kavuşmuş , mekanı cennet olsun ,

    Yanıtla (5) (2)
  • Karar okuru / 31 Ekim 2020 13:27

    Ülkeyi tek adama terk eden yolların taşını döşeyenler birbirini kolluyor galiba vesayetten, esarete geçişte önemli roller oynadınız. Yolumuzu kaybettik “kullanışlı saflar” sayesinde tabi.

    Yanıtla (4) (3)
  • Hmurat / 31 Ekim 2020 13:04

    2) eder..toplumun bütün ilişkilerde dikkat etmesi gereken tek şey- eylem ve faaliyet olmalıdır..söylemler aldatıcı-sloganlar uyuşturucu-psikolojik harp teknikleri aklı yok edici-inanç istismarı yıkıcı-reklam kokan ibadetler-yardımlar aşağılayıcı eylem ve faaliyet lerdir..
    senin olanı-senden topladığını-senin imkan ve kabileylerini-senin değerlerini yönetene idare denir..sonuçta cephe de şehit olan senin çocuğun-yapılanlar senin verginle-emek senin-değer senin- kısacası herşey senin..böyle düşün

    Yanıtla (3) (0)
  • Hmurat / 31 Ekim 2020 12:53

    siyasi mücadele etmek için yola çıkanlar...kendi kaderlerini-gelecek kurgularını hesap etmeden..milletin kaderi noktasındaki etkilerini düşünüp buna göre hareket etmeye mecburdur...aksi durmalarda her yol “şahsım ülkesine” çıkar..tarih bunun örnekleriyle dolu..en kötü örnekleride islam toplumları vermiş-hala da veriyor...yaşantısıyla-eylem ve faaliyetleriyle-bilgeligiyle- bir lider çıkıp toplumun gerçekliğini bilerek rasyonel bir yapılanma-restorasyon gerçekleştirene kadar bu durum böyle devam

    Yanıtla (2) (0)
  • Levent / 31 Ekim 2020 12:52

    Her zaman Özal neden mesut yılmazı tercih etti engllemedi derdim yazınız bununda açıklıyor.

    Yanıtla (1) (1)
  • hamza akyol / 31 Ekim 2020 12:18

    sağ iktidarlar ve siyasetçiler arasında saygı duyduğum tek insandı. ülkedeki namussuzların "vatan savunucu" olarak görüldüğü ülkede mafyaya karşı hayatını ortaya koyuşu ile saygımı kazanmıştı.

    Yanıtla (2) (1)
  • H.A. / 31 Ekim 2020 12:14

    Allah Rahmet eylesin bizlerde Berna Hanımefendiye başsağlığı dileriz
    Böyle aydınlatıcı yazılara ihtiyacımız olduğu bu dönemde sizlere de bu güzel aydınlatıcı yazilarinizdan dolayı teşekkür eder devamını dileriz

    Yanıtla (2) (1)
  • Mak / 31 Ekim 2020 10:04

    Sayin yazar yazılarınızı mutlaka severek okurum. Bu yazınız da 99 yılında Haci Bektaşi Veli etkinliğinde sarfetmis olduğu 8 yıllık kesintisiz eğitim konusunda söylese idiniz .

    Yanıtla (5) (5)
  • Kazım Çetin / 31 Ekim 2020 12:01

    Yazıdan bir şet anlamadığınızı söylemek istemişsniz.

    Yanıtla (3) (1)
  • Kazım Çetin / 31 Ekim 2020 12:00

    Allah Mesut Bey'e rahmetiyle muamele eyleye,Berna Hanmıefendi'ye sabrı cemil diliyorum.ANAP'ı kuruluşundan itibaren takip eden ve destekleyen bir vatandaş olarak milletin de başı sağ olsun diyorum.Çok güzel yazı olmuş,en azından o günleri bilmeyen/yaşamayanlar için .Bizler için de bir zaman tüneli belgeseli gibi olmuş.

    Yanıtla (1) (1)
  • yıldırım / 31 Ekim 2020 11:31

    Yıldıray bey; normalde bütün yazılarınızı tasdik ederim ama bu yazınız yılmazı tezkiye yazısı olmuş, Aallhtan o günleri yaşadıkta ne olduğunu biliyoruz. hakikatı çarpıtmayın.

    Yanıtla (10) (3)
  • Faruk özel / 31 Ekim 2020 11:21

    Mesut Yılmaz ile alakalı teferruatlı bir yazı olmuş,yanlış veya eksik bildiklerimi de öğrenmiş oldum,sağolun

    Yanıtla (3) (0)
  • İsmail / 31 Ekim 2020 11:18

    Yazılarınız ince işçilik gerektiren, ciddi efor isteyen yazılar, okudukça ufkumuz genişliyor . Allah ilminizi arttırsın ...

    Yanıtla (4) (0)
  • samilhas / 31 Ekim 2020 11:09

    Bir Mesut YILMAZ geldi geçti Allah rahmet etsin . Ama bir ÇİLLER geldi ama gitmedi Mesut YILMAZ'ın hayatı libaral aik miliyetci modern muhafazar yerli Avrubalı gibi tezatlarla dolu se ÇİLLER'in tam aksine moden Avrupalı libaral varlıklı kendini Türk'e hiç benzetilmeyen bununla da övünen Anadolu coğrafya gelenek ve yaşam tarzına yabancı halkı hasso memo hanzo kıro kıssa kalın kıllı bacaklı çarıklı erkan-ı harp bidon kafa göbek kaşııcı gören ama işini bilen ikdidar yanlısı mahdumları ihale zengini

    Yanıtla (2) (0)
  • Okur / 31 Ekim 2020 10:49

    Önüne tercih imkanı geldiğinde süt dökmüş kedi gibi kuyruğunu kıstıran ve güçlünün yanında olma tercihini kullanan yada sonucu bir çok kişiyi doğrudan yada dolaylı olarak olumsuz etkileyecek bir hususta karar verme yada tercihte bulunma gibi bir durumla karşılaşmamış olan kişiler için " bekara avrat boşamak kolaydır" denilir. Ayrıca başkasının yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu değirmen taşı zannedermis. Memlekette kene gibi yada at kuyruğunda yavsu gibi geçinen milyonlarca insan var.

    Yanıtla (1) (1)
  • M.NURI GOREN / 31 Ekim 2020 10:45

    Allah taksiratını affetsin ve rahmetiyle muamele etsin.Politik gözlerle günlük olaylara baktığımızda subjektif davranıyor ve haklı-haksız,doğru-yanlış,iyi-kötü tercihini sağlıklı yapamıyoruz.Dönemin muhteris askerleri,politikacı ve gazetecilerinin toplumu yönlendirmesiyle olan-bitenler ancak yıllar sonra objektif gözlerle görülebiliyor.Türkiye’de sistem sürekli totaliter bir yönetim dayatıyor ve doğru tercihler önerenlerin davetleri de özenle bastırılıyor.Bu nedenle yerimizde sayıyoruz!

    Yanıtla (5) (0)
  • Hukukçu / 31 Ekim 2020 10:22

    Yıldıray Beyefendi her zaman ki gibi dolu dolu bir yazı kaleme almışsınız. Çatallaşan yolda iki ihtimalden birini bile seçemedik. Yolumuzu kaybettik cümlesi çok anlamlı ve tarihe bir not olarak geçmiş durumda... Adaleti, özgürlüğü, ekonomik refahı, huzuru özledik vesselam...

    Yanıtla (3) (0)
  • Karar Okuru / 31 Ekim 2020 09:46

    Bir siyasetçinin şansızlığı diğer siyasetçiler (rakipleri) olamaz. Mesut Yılmaz siyaseten rakiplerine yenilmiştir. Meydanların siyasetçisi olacak biri değildi. Türkiye’deki halk meydanlara hükmeden siyasetçileri seviyor. Özal, Demirel, Erdoğan örneklerindeki gibi. Mesut Yılmaz klasik bürokrattı.

    Yanıtla (2) (0)
  • Şahin Azaklı / 31 Ekim 2020 09:02

    Elbette her insanın, her yaptığı ve her söylediği mutlak iyi veya mutlak kötü değildir ve ölen insan iyilikleri ile anılır. Ancak Yazınız, Maalesef "kör ölür,badem gözlü olur" sözünün bir yansıması gibi olmuş. Sonuçta her yaptığının ve yapmadığının hesabını, kalplerden geçeni bile bilen Latif ve Habir olan Allah'a (c.c.) vermek üzere geri döndü. Vesselam

    Yanıtla (7) (7)
  • Şeref toksan / 31 Ekim 2020 08:58

    Allahtan rahmet diliyorum
    Ufuk açıcı yazılarınız ile ülkemize yaptığınız katkılara teşekkür ediyorum şeref toksan

    Yanıtla (5) (0)
  • Demokrat hukukçu / 31 Ekim 2020 07:28

    Güzel anlatmışsınız M. Yılmazı, teşekkürler.

    Yanıtla (3) (2)
  • Sosyal liberal / 31 Ekim 2020 07:04

    Allah rahmet eylesin.Siyasetçi genarellerle mücadelede emeği geçen herkese teşekkür

    Yanıtla (2) (0)
  • Hazin ışık / 31 Ekim 2020 07:00

    Ciddi cesur bir siyasetçiydi.O dönemin şartlarında böylesi çıkışların yapılması her siyasetçinin yüreği yetmezdi.
    Katı bir vesayet sistemi vardı.
    Bu yapıya karşı politika üretmek gerçekten yürek isterdi.
    Bu yürek Merhumda mevcuttu.
    Allah rahmet eylesin bütün bir sevenlerine ve ailesinin başı sağ olsun,ruhu huzur ve aydınlık içinde olsun...!!!

    Yanıtla (4) (0)
  • hoppa / 31 Ekim 2020 06:35

    Eskiden iyi kötü eğitimliydi yöneticilerimiz. bu kadar cahil , yol bilmez iz bilmez, oturmayı, kalkmayı, konusmayı, bilmez, biri ilk defa ülkemizi yönetiyor.

    Yanıtla (13) (0)
  • tr / 31 Ekim 2020 05:56

    Berna hanima başsağliği....
    M.yilmaza rahmet.......
    Akp ye de......nerden nereye....
    Demişsin......yüreğine sağlik.....
    ...kudetli komutanlarin yapamadiklarini....akp...bir bir yapiyor evelallah.....millet akp lileri askerlere yedirmedi....ama...akp .....sirasi geleni. Yedirmeye çok istekli gözüküyor.....

    Yanıtla (5) (1)