Bir zamanlar faiz o kadar da ‘haram’ değilken...
Cumhurbaşkanı Erdoğan büyük bir açıklıkla dövizi ve enflasyonu yükseltme pahasına Merkez Bankası’nın faizlerini, üstelik bütün dünyada faizler yeniden yükseltilmeye başlamışken, neden düşürttüğünü açıkladı.
Tam olarak şöyle dedi:
“Hala kalkıp da bu yolda, beraber yürüdüğümüz arkadaşlarımızdan faizi savunanlar kusura bakmasın. Bu yolda ben, faizi savunanla olamam, olmam. Bu konu sıradan bir konu değil. Şu anda dünyaya bakalım, ABD'ye, Batı'ya, İsrail'e bakın... Bütün bunlarda faiz aşağılara çekilmişken, bizim arkadaşlarımıza ne oluyor ki faizi savunur hale geliyorlar. Bu görevde olduğum sürece, kusura bakmayın faizle mücadelemi sonuna kadar, enflasyonla mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim. Şunu bilmemiz lazım, bu konuda nas ortada. Nas ortada olduğuna göre sana, bana ne oluyor? Biz değerler silsilemiz içerisinde olaya buradan niye bakmıyoruz? Olaya buradan bakacağız, ona göre de adımımızı atacağız."
Bu ifadelerde “beraber yürüdüğümüz arkadaşlar”dan kastın Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan olduğunu iddia edenler, nassın Nas Süresi zannedenler de oldu.
Kastedilen kişinin Elvan olup olmadığını göreceğiz.
Ama buradaki nas, Nas Suresi değil, “hükmün kaynağının Kuran ve sünnet olduğunu belirtmek için kullanılan fıkhi bir terim.”
Zaten Kuran’da faizin geçtiği yedi ayetin yer aldığı dört sureden biri de Nas Suresi değil.
Camiye gidip namaz suresi öğrenmiş ya da üç harflilerden korkmuş olanlar bunu bilirler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faizle ilgili bu inancının bir ekonomi-politik görüş haline gelmesinde ise herhalde Milli Görüş kökenli bir siyasetçi olmasının etkisi var.
Çünkü Milli Görüş’ün ‘Adil Ekonomik Düzen’inde faizin ve enflasyonun sıfırlanması öngörülüyor.
1991 yılında Refah Partisi’nin ekonomi programı olarak Necmettin Erbakan imzasıyla yayınlanan Adil Ekonomik Düzen kitabında “Faiz Yok” ilkesi şöyle anlatılıyor:
“Adil Düzen'de faiz olmaz. Çünkü faiz, haksızlıktır, zulümdür. Zira kapitalist düzende faiz nedir ? Malı üretiyorsunuz toplumun faydasına arz ediyorsunuz. Buna karşılık üretiminize eşdeğer tüketme hakkınızı gösteren senedinizi yani paranızı alıyorsunuz. Kapitalist düzende bu parayı bir bankaya koyuyorsunuz. Bir yıl sonra faizinin ilavesi ile beraber bu parayı size iade ediyor. Siz bu bir yılda yeni bir üretim yapmadınız. Buna mukabil size üretim yapmadan ilave bir tüketim hakkı veriliyor. Kapitalist düzen bu tüketim hakkını nereden veriyor ? Ya açıktan para basarak veriyor. Bu takdirde bu herkesin hakkını alıp size vermek demektir. Çünkü açıktan basılan para arz-talep kaidesine göre mevcut malların fiyatlarını yükseltir veyahutta başka bir üretenin hakkını alıp size vermektedir. Bu da o kimsenin yani üretenin yani emekçinin yani fakir fukaranın hakkını alıp getirip size vermek demektir. Her ikisi de haksızlıktır ve zulümdür. Bunun için faiz yiyen insan, fakir fukaranın göz yaşını içen, etini ve kanını yiyen insan gibidir. Kan içen bir vampir, bir landuaı durumundadır. Saadeti başkalarının ızdırabında arayan insan durumundadır. Ayrıca bir defa haklı veya haksız olarak sermayeyi ele geçiren kimse faiz yoluyla hiç emek harcamadan haksız olarak başka insanları sömürmekte ve oturduğu yerde büyük kazançlar elde edebilmektedir. Bu ise nefis terbiyesi görmemiş insanlardan fakir olanları zaruretten dolayı ahlâksızlığa iten, zengin olanları da haksız olarak elde ettikleri çok büyük kazançlardan dolayı ahlâksızlığa iten ve netice itibariyle toplumların "Ahlâk çöküşü"ne sebep olan bir faktördür ve faiz 40 çeşit belanın mikrobudur.”
Cumhurbaşkanı’nın enflasyon-faiz ilişkisiyle ilgili inancının da kökeni muhtemelen bu Adil Düzen kitabı.
Kitapta enflasyon için de şöyle deniyor:
“Enflasyonun önlenmesi için önce bir defa faizci kapitalist düzenin yukarıda açıklanmış olan 5 mikrobu ortadan kalkmış olacaktır. Bu mikroplar bilindiği gibi: 1-Faiz 2- Haksız Vergi 3- Darphane.. 4- Kambiyo. 5- Kapitalist sistemin banka düzenidir. Her türlü faiz , kredi dağıtımındaki haksızlık ve yüksek kredi faizlerinin masrafa yazılıp fakir fukaraya ödettirilmesi sonucunda fakirden alıp zengine aktaran düzendir. Halbuki yukarıda açıklandığı gibi Adil Düzende faiz yoktur, paranın değerinin düşürülmesi yoktur, fakirden alıp zengine aktaran banka düzeni yoktur. önce bir defa Adil Düzen tatbikatına geçilirken bütün faizlerin kaldırılması ve bütün vergilerin kaldırılması ile üretim maliyetleri ve dolayısıyla fiyatlar, mesela Türkiye'deki faizci kapitalist sistemin halihazır şartlarına nazaran üçte bire düşecektir. Mesela bugün 900 TL.sına satılan 400 gr. ekmeğin fiyatı 300 TL.sına inecektir. Bütün diğer mallarda da durum aynıdır. Çünkü fiyatların üçte bire inmesi tabiidir. Bu görülmemiş büyük nisbette ucuzluk; bir sihirbazlık değildir. Yapılan iş sadece faizci kapitalist nizam vasıtasıyla vatandaşların manevi olarak sırtına takılmış olan Siyonizm’in emme hortumunu ve onların işbirlikçisi holdinglerin emme hortumlarını söküp atmaktan ibarettir. Adil Düzen olunca vatandaş her ekmek alınca önce İsrail'e 300 TL.sı, sonra işbirlikçilerine ayrıca 300 TL. sı ödemekten kurtulacaktır.”
Fakat Adil Düzen’in ekonomi tezi yazılırken Türkiye’deki dindarlar daha yeni MÜSİAD’ı kurmuş, Anadolu Kaplanları ise henüz serpilmemişti.
Esnaflıktan KOBİ olmaya doğru işler büyüyünce ortaya faiz meselesi çıktı.
İlk çözüm 1980’lerin ortalarından itibaren kurulmaya başlanan faizsiz finans kurumlarıydı.
Ama faizin ve bankaların merkezinde olduğu bir sistemde iş yapmak için bu yeterli değildi.
90’larda önce belediyelerde, daha sonra merkezi hükümette iktidara gelen Milli Görüş kökenli dindar siyasetçilerin başka fetvalara da ihtiyacı oldu.
Çünkü nasta faizle ilgili hüküm açıktı ama paranın değerini azaltan enflasyon ile ilgili bir hüküm yoktu.
Dünyanın her yerinde kapitalist sistemin içinde iş yapmaya başlayan Müslümanlar benzer sorunlarla karşı karşıya geldiler ve bunu tartışmaya başladılar.
1996 yılında Konya’da düzenlenen 1. Uluslararası İslâm Ticaret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri Kongresi’nde de bu konular tartışılmıştı.
Kongreye katılan Suriyeli ünlü hadis alimi Abdülfettah Ebu Gudde, karşılaşılan bu yeni durumu şöyle anlatmıştı:
"Türk kardeşlerim, bendeniz 20 sene evvel ülkenize geldiğimde 90 bin lirayla bir ev alınabiliyordu, şimdi bir Amerikan doları alınamıyor! Borç ilişkilerinde enflasyon farkı hesaba katılmazsa, alınan para misliyle geri ödenmiş olmaz, binaenaleyh haksızlık olur."
https://www.yenisafak.com/yazarlar/mustafa-ozel/faizin-ne-kadari-helal-45499
Ebu Gudde’nin işaret ettiği zorunlu yeni ekonomik durum “Enflasyon kadar faiz helal mi” tartışmalarına neden oldu.
Enflasyon kadar faizle, bankadan alınan faiz arasında ayrım yapıldı.
Hayrettin Karaman, bu “enflasyon farkı”na şöyle fetva verdi:
“Enflasyonu paranın mal karşısında değerinin düşmesi satın alma gücünün azalması olarak anlarsak bir borç ilişkisinde bunun göz önüne alınması zorunlu olur.
a) Karz-ı hasen, Allah rızası için, karşılığında bir menfaat beklemeden ödünç vermek demektir. Bu şekilde ödünç vermelerde vade bağlayıcı olmaz. Alacaklı istediğinde borçlunun -imkanı varsa- hemen ödemesi gerekir. Eğer ödünç alma üzerinden geçen süre içinde para değer kaybına uğramışsa borçlu bu kaybı da karşılamakla yükümlüdür. Kabaca açıklamak gerekirse, ödünç alındığında bir kilo pirinç alan bir para, ödendiğinde de bir kilo pirinç alabilmelidir. Kâğıt paranın kendine ait bir değeri yoktur, o değerini satın alma gücünden almaktadır, eğer enflasyon farkı ödenmezse borç eksik ödenmiş olur.
...
Yukarıda açıklanan ödeme kuralının banka faizine uygulamak ve “bankaların verdiği faiz enflasyon miktarını geçmezse bunu almak caiz olur” demek mümkün müdür?
Mümkün değildir.
Çünkü bankaya para yatıranlar oraya ödünç para vermezler, “az parayı, vadeli olarak çok para (faiz miktarınca fazla para) karşılığında satarlar”. Bu işlemi yapmak için de daha başta (enflasyon gerçekleşmeden) belli bir faiz üzerinde anlaşırlar. Daha sonra bu faiz, enflasyon oranının altında veya üstünde kalsa da bunu (faizi) alırlar.
...
Bu sebeple “banka dışı borçlanmalarda” enflasyon farkının ödenmesi, bankaya para yatırıp -miktarı ne olursa olsun- faiz almaya kıyas edilmemelidir.
Bankaya isteyerek değil de mecbur bırakılarak para yatıranlar, kendilerine ödenen faizin enflasyon oranı kadarını alıp kullanabilirler. Çünkü başta isteyerek faizli akit yapmamışlardır ve aldıkları nominal fazlalık, gerçek manada (reel) fazlalık değildir, kendilerinden zorla alınan paralarının, satın alma değeri bakımından eşit miktarıdır. Daha fazlasını ise yoksullara vermeleri gerekir.”
https://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettin-karaman/enflasyon-ve-faiz-10663
2001’de Erdoğan ve arkadaşları AK Parti’yi kurarken, “Milli Görüş gömleğini çıkardık” dediler ve tam bir serbest piyasacı ekonomik programla yola çıktılar ve bunu uygulamaya başladılar.
O günlerde kimse “nassın ortada olduğundan” bahsetmiyordu.
Hatta 2006 yılında Başbakan Erdoğan çok daha ileri bir adım attı.
1996 yılında Refahyol Hükümeti döneminde Başbakan Erbakan tarafından kurulan ama 10 yılı aşkın atıl kalan D-8 platformunun Endonezya'nın Bali Adası'ndaki zirvesine katıldı ve orada Müslüman ülkelerin liderlerini şaşırtan bir çıkış yaptı.
O günkü Sabah gazetesinden okuyalım:
Başbakan Tayyip Erdoğan, 8 İslam ülkesinin katıldığı D-8 Zirvesi'nde sürpriz çıkış yaptı: "Gelin faizi yeniden tanımlayalım. İslami faiz meselesiyle kendimizi sınırlamayalım. Uluslararası
kurallara göre oynayalım. Dolayısıyla faizin niteliğinin ne olacağına bakalım. Faizi yeniden tanımlayalım. İslam dünyasının kendi finans meselesi diye kendimizi sınırlamayalım" diye konuştu. Erdoğan bu sözleri söylemeden önce yanında bulunan Devlet Bakanı Ali Babacan'a dönerek, bazı bilgiler aldı.”
Habere göre Erdoğan’ın önerisi de "Enflasyon kadar faiz almak haram değildir” fetvasına dayanıyordu.
Peki, 2006 yılında Başbakan Erdoğan “nas ortada olduğuna göre sana, bana ne oluyor?” demeden serbest piyasacı bir ekonomik programı uygularken, faiz konusunda İslam dünyasına açılım çağrısı yaparken, “enflasyon kadar faiz haram değildir” tezini D-8 toplantısında dillendirirken Türkiye’de enflasyon, faiz oranları ne durumdaydı?
AK Parti iktidarı 2002’de %62’ye kadar yükselmiş gecelik faiz oranlarını bu serbest piyasacı ekonomik anlayışla 2013’te tarihin en düşük seviyesi olan %4.5’a kadar düşürdü.
2016’da bile terör saldırıları, darbe girişimine rağmen Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 8’di.
2001’de yüzde 68’e kadar çıkan ve 2002’de yüzde 29.75 ile devralınan enflasyon oranı ise 2004’de uzun on yıllar sonra ilk defa tek rakamlı bir sayıya yüzde 9.32’ye düşürüldü.
2016’da enflasyon oranı hala tek haneliydi: yüzde 8,53.
Bugün enflasyon yüzde 19, 89, Merkez Bankası faizi ise yüzde 15.
Oranlar “enflasyon kadar faiz” fetvasına uygun görünüyor.
Peki hangi AK Parti iktidarı dönemindeki Türkiye’nin ekonomik rakamları “ortada olan nassa” daha uygun görünüyor?