Antakya için bu kez kim aslanlara atılmalı?
13 Aralık 115 günü Antakya büyük bir depremle sarsıldı:
“Önce birdenbire büyük bir kükreme duyuldu ve bunu muazzam bir sarsıntı takip etti. Tüm dünya yükseldi ve binalar havaya sıçradı; bazı binalar yıkılmak ve parçalanmak üzere yerinden oynadı, diğerleri ise sanki denizin kabarmasıyla bir o yana bir bu yana savruldu ve devrildi” (Cassius Dio, Roma Tarihi)
Deprem sırasında şehirde bir sefer dönüşünde Antakya’da kalan Roma İmparatoru Trajan ve halefi Hadrianus da bulunuyordu.
Binlerce Romalı devlet görevlisi, senatör, askerler birlikte…
Binlerce insan öldü, Antakya yıkıldı. Yaralı kurtulan İmparator Trajan depremin faturasını “uğursuz” Hristiyanlara kesti.
Antakya Psikoposu olan din bilgini Antakyalı Ignatius, yakalanıp Roma’ya götürüldü.
Ve ceza olarak Collesium’da aslanlara atıldı.
1908 yıl sonra Antakya bir depremde yeniden yıkıldı.
Depremin yıktığı diğer şehirler içinde ve Hatay’ın diğer ilçeleri arasında Antakya kadar yıkılan başka bir yer olmadı.
10 bine yakın insan sadece Antakya’da hayatını kaybetti. 3100 bina deprem sırasında yıkıldı. 10 bin bina ağır hasar aldı. Şehrin yüzde 90’ı yıkılacak.
Depremde 7. yüzyıldan kalma, 1850’lerde depremde yıkılıp yeniden yapılmış coğrafyamızın ilk camisi Habib-i Neccar da yıkıldı, 19. yüzyıldan kalma Rum Ortodoks Kilisesi de…
1933’de Fransız Manda yönetimi zamanında Beyrutlu mimar Leon Benjuda’ya yaptırılan Hatay Meclisi binası da yıkıldı, 1980’lerde esnaf kooperatifinin yaptırdığı 600 Konutlar da…
1994’de Emlak Konut’un yaptırdığı mütevazi site de çöktü, 2019’da şaşalı bir törenle açılan lüks Güçlü Bahçe City de…
Uzmanlar Antakya’da ayrımsız bütün binaları sarsan depremin büyük yıkımını ivme etkisiyle açıklıyorlar
Depremin merkez üssü Pazarcık’taki ivmesi 0,587 PGA olan 7,7 şiddetindeki deprem, Antakya’yı 1,186 PGA ile vurdu.
Bu ivme 1999 Gölcük Depremi’nde 0,391’di.
Günün sonunda kurulurken verilen ismini 2400 yıldır değiştirmeden kullanan, İncil’de ve adı verilmeden Kuran’da bahsedilen Antakya artık yok.
Peki bunun sorumlusu sadece depremin kuvveti mi?
2400 yıldır depremlerle defalarca yıkılmış bir şehrin son felaketi yüzünden aslanlara bu kez kim atılmalı?
Aslında 2400 yıl önce şehre verilen orijinal Latince ad, daha sonra başına gelecek felaketlerin de habercisiydi: “Antiochia ad Orontem”
Orontem, Asi Nehri’nin eski adı. Latince de “doğulu” anlamına geliyor.
“Antiochia ad Orontem” yani “Asi Nehri üzerindeki Antakya.”
Antakya’nın yıkımın ilk sorumlusu ilk ve en vahim hatayı yapan kişiydi.
Şehrin kurucusu İmparator Seleucus.
M.Ö. 300’lerde Büyük İskender’in komutanlarından ve daha sonra imparatorluğunu ilan edecek Seleucus, babasının adını verdiği ve dünyanın en görkemli ve kalabalık şehirlerinden biri yaptığı Antakya’yı Doğu Anadolu ve Ölü Deniz fay hatlarının kesiştiği, Asi Nehri’nin alivyonlu vadisi üzerine kurarak şehrin makus talihini belirlemişti.
Muhtemelen bunu yaparken bereketli topraklar üzerinde bir şehir kurduğunu düşünmüştü.
Ama hemen bir nesil sonra yerine geçen oğlu Antiochus, muhtemelen yine bir depremle babasının hatasının farkına varmış, şehri koruması için Yunanlı heykeltraş Eutychides’e Yunan şans ve kader Tanrıçası Tyke’nin bir heykelini yaptırmıştı.
Şimdi küçük bir örneği Hatay Müzesi’nde, bir versiyonu Vatikan Müzesi’nde sergilenen heykelde Tyke’nin başındaki taç, Antakya surlarıydı, elindeki başak şehrin bereketli topraklarını gösteriyordu, ayaklarıyla ezdiği yarım bedenli adam ise bereketli olduğu kadar tehlikeli olduğu da anlaşılan Asi Nehri’ni temsil ediyordu.
Zaten nehrin ilk adı Dracon’du. Yani ejderha.
Bir nehre ejderha adı vermek o nehirle yaşanmış tecrübeler hakkında çok şey söylüyor.
Ama kader tanrıçası Tyke de Antakya’nın bilimsel olarak kaçınılmaz makus talihini değiştiremedi.
Antakya, kuruluşundaki bu hatanın bedelini 2400 yıllık tarihi boyunca depremlerde en az 60 kez yıkılarak ödedi.
Peki, bir şehir neden her defasında depremlerde yıkılıp yine yıkıldığı yere kurulur?
Bu sorunun cevabı için Hatay ve Antakya denince aklına “künefe”, “Atatürk’ün emaneti” ve “harika mozaikleri” dışında pek bir şey gelmeyen şehrin yabancısı biz yerli turistler için biraz tarih bilgisi şart…
Şimdi Antakya bizim için sadece bir ilin merkezinin adı ama Roma İmparatorluğu’nun Zeus adına dört yılda bir yapılan olimpiyatlara ev sahipliği yapan iki büyük şehri vardı:
Roma ve Antakya.
Yarım milyon nüfuslu, bir olimpiyat stadyumu da olan Antakya çağının en görkemli şehirlerinden biriydi.
6. yüzyılda yaşayan Antakyalı vakanüvist Malalas, Seleucus’un inşa ettiği şehri şöyle anlatır:
“Antakya'ya gelince, şehrin dışına, Silpios adlı dağa doğru, dört mil boyutunda, çatılı ve çok görkemli iki büyük sütunlu cadde inşa etti. Her sokağa kemerli tetrapylalar (Roma kapıları) yaptırıp onları yaldız ve mermerle süsledi ve ana meydana bronz eserler ve heykeller koydu”
https://topostext.org/work/793
Antakya aynı zamanda paganlar için de bir hac şehriydi.
Olimpiyatlar için şehre gelenler Defne’deki (Bugünkü Harbiye) Apollon Tapınağı’na sunaklar sunup, hacı oluyorlardı.
Şehrin her yerinde Yunan tanrılarının heykelleri vardı.
M.S. 362 yılında Apollon Tapınağı ve önündeki heykel “korkunç bir felaket”le yıkıldığında, Antakyalı pagan hatip Libanios şehre ve tapınağa şöyle bir ağıt yakmıştı:
“Ey Jüpiter (Zeus), böyle dertlerle aklımız yorgun düşmüşken dermanından da mahrum olduk!
Kargaşadan uzak, öyle saf ve huzurluydu ki Defne bölgesi! Ve tapınağın kendisi daha da saf idi! Doğanın elleriyle işlenen bir liman içindeki sığınak gibiydi; son derece sakindi ve içinde muazzam bir sükunet barındırıyordu.
Kimler hastalığına derman bulmadı ki orada? Korkularından ve acılarından arınan niceleri… Ve ne çok dualar edilmiştir kutsanmak için.
Durmaksızın ağıtlar yakmamıza sebep olan bu korkunç felaketten sonra, Olimpik festivali kim düzenleyebilir ki?”
https://zeusbaba.com/libanios-apollo-20672b16da0a
Korkunç felaketin sebebi o günlerden kalma eserlere göre “gökyüzünden düşen bir yıldırım”dı.
Ama arkeologlara gündüz vakti, açık havada öyle bir yıldırımın düşmesi ve o yıldırımın koca bir tapınağı ve heykeli yıkması pek de mümkün gözükmüyor.
Muhtemelen “korkunç felaket”ten kastedilen de bir depremdi.
Felaket yüzünden paganlar Tanrılarını kızdıran sapkın Hristiyanları, Hristiyanlar kendilerine zulm edip Tanrı’nın gazabını çeken paganları suçlamıştı.
Ama bu ilk kez olmamıştı.
Hz. İsa’nın 33 yaşında çarmıha gerilip “göğe yükselmesi”nden 40 gün sonra toplanan havarileri İsa’nın mesajını anlatmak için gidebilecekleri özgür bir şehir ararken, Roma yönetimden özerk büyük bir şehirde karar kılmışlardı:
Antakya.
Önce Barnabas, dört yıl sonra da Pavlus ve Petrus tebliğ için Antakya’da toplandılar. Yahudi sinagoglarına gidip konuşmalar yaparak İsa’yı anlattılar, geniş bir cemaat kurmayı başardılar.
Havarilerin Antakya’daki çalışmalarını anlatan bir mozaik
Bütün bu bilgilerin kaynağı bizzat İncil’in kendisi.
İncil’in bölümlerinden biri olan Elçilerin İşleri’nde havarilerin Antakya merkezli tebliğ faaliyetleri anlatılıyor.
Sadece İncil’deki şu bölüm bile Antakya’nın Hristiyan tarihi için önemini görmek için yeterli:
“Sonra Barnaba, Saul’u aramak için Tarsus’a gitti. Onu bulunca da Antakya’ya getirdi. Böylece Barnaba’yla Saul bir yıl boyunca oradaki imanlılar topluluğuyla bir araya gelerek büyük bir kitleyi eğittiler. Öğrencilere ilk kez Antakya’da Hristiyanlar adı verildi.” (Elçilerin İşleri 25:26)
Dünyanın ilk mağara kilisesi Saint Pierre’in sonradan yapılan kapısı. Depremde kilisenin istinat duvarları yıkıldı.
Kuran-ı Kerim’in Yasin Suresi’nin 13-32 arası ayetleri arasında anlatılan kıssanın da Antakya’ya gelen havarileri anlattığı konusunda müfessirler genelde müttefik.
Hatta bazı müfessirler bu kıssaya Habib-i Neccar Kıssası adını veriyorlar:
“Oraya elçiler gelmişti. Biz kendilerine iki kişi göndermiştik ama ikisini de yalancılıkla itham ettiler. Bunun üzerine bir üçüncüyle destekledik. Onlar “Biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.
…
O sırada şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi; şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere uyun. Sizden bir ücret istemeyen o kimselere tâbi olun; onlar doğru yoldadırlar.
…
İşte ben rabbinize iman etmiş bulunuyorum; bana kulak verin.”
Ona, “Cennete gir” denildi. “Rabbimin beni bağışladığını ve güzel biçimde ağırlananlardan eylediğini keşke kavmim bilseydi!” dedi.
Ondan sonra kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirmeyiz de. Cezaları korkunç bir sesten ibaretti; sönüverdiler…” (Yasin Suresi, 13:32)
Uzaktan gelip havarilere karşı çıkan halkı uyaran mümin adını mesleği marangozluktan almıştı: Neccar, Habib-i Neccar (Sevgili Marangoz)
Oğlu cüzzam olduğu için şehrin dışında yaşıyordu.
Rivayete göre bu uyarısına öfkelenen halk onu taşlayarak ya da hızarla keserek öldürmüştü. Şimdi cami olan yere gömüldü.
Bunun üzerine Tanrı, şehrin ahalisini “korkunç bir ses” le cezalandırdı.
Kuran’daki diğer kullanımlarına göre bu “korkunç ses”ten kasıt da depremdi.
6. yüzyılda yaşamış tarihçi Malalas da; havarilerin Antakya’ya gelerek Hz. İsa’nın öğretisini anlattıkları M.S. 37 yılında Antakya’da bir deprem olduğunu yazıyor.
Belki de 115 tarihindeki Antakya depremiyle karıştırmıştır.
Antakya Psikoposu Ignatius’un sorumlu tutulup Collesium’da aslanlara atıldığı depremden sonra hala pagan inancında olan İmparator Trajan, ömrünün son yılını Antakya’yı yeniden inşa etmeye adadı.
Onun yarım bıraktığı işi Antakya’da imparatorluk tacını giyen Hadrianus devam ettirdi.
Depremde yıkılan Antakya, 250 yıl sonra Roma İmparatorluğu’nun yeni resmi dini olan Hristiyanlığın kutsal merkezi olarak yeniden dirilmişti.
Yine Malalas’ın anlatımıyla yeniden “Mermer sütunlu, kemerli, taş döşenmiş geniş caddeleri, oymalı, süslemeli tiyatroları, mozaik döşenmiş hamamları ve evleri, heykellerle bezenmiş pazar yeri ve meydanları, kiliseleri ve tüm görkemli yapılarıyla imar edilmiş” bir kentti.
Ta ki 20 Mayıs 526 gününe kadar.
O gün Antakya halkı “Meryem Ana Yortusu’nu kutluyordu.
Evlerde yortu için Hirise pişiriliyordu. (Hala Hatay’da Arap Alevilerin bayramlarda pişirdiği keşkek benzeri bir yemek)
Bir anda yer fokurdamaya ve sallanmaya başladı.
Yine Malalas anlatıyor:
“Gökten geliyor gibi görünen bir ateş, aşağı yukarı her tarafta yangınlara neden olmuştu. Bütün kiliseler yıkılmışlardı veya alevlerin içinde yanıp kül olmuşlardı. Kimi sakinler diri diri toprağa gömülmüşlerdi, fakat kurtarılamıyorlardı. Haber imparatora ulaşmış olduğu zaman, bir resmi yas ilan etmişti ve kentin yeniden inşası için gerekli parayı vermişti.”
Malalas’a göre depremde yortu için çevre şehirlerden gelenler yüzünden 200 bin insan ölmüştü.
Antakya bir kez daha yerle bir olmuştu.
Ama Kudüs’ten sonra Hristiyanlığın doğduğu, İsa’nın havarilerinin yattığı şehir bir kez daha ihya edildi.
Şehri felaketlerden koruması için Antakya’nın adı Theoupolis yani “Tanrı’nın Kenti” olarak değiştirildi.
Antakya’dan çıkarılan sikkelerin üzerinde ANT veya ANTIX yazılmasına rağmen bu dönemdeki sikkelerde Theoupolis’in kısaltması olarak THEUP yazılı.
Sonra şehir tekrar Antakya oldu.
Roma, Sasani, Bizans Antakya’yı ele geçirdi.
Şehir 528, 551, 557, 560, 577, 588’de yine depremlerle sarsıldı.
637’de Hz. Ömer döneminde Ubeyde bin Cerrah tarafından fethedildi.
350 yıl İslam imparatorluğunun en önemli şehirlerinden biri oldu.
Daha önce pagan tapınağı olan, sonra havarilerin türbelerinin olduğu Habib-i Neccar bu fethin sembolü olarak bu coğrafyanın ilk camisine dönüştürüldü.
Ama peygamberin ashabının kurduğu İslam imparatorluğunun bir parçasıyken de 750, 841, 859, 868 yıllarında büyük depremlerle sarsıldı Antakya.
969’da tekrar Bizans tarafından ele geçirildi. Habib-i Neccar bu dönemde kiliseye dönüştürüldü.
Depremler devam etti.
1053/1054’deki depremi Urfalı Ermeni vakanüvis Süryanilere eziyet eden Bizanslı Rumlara Tanrı’nın cezası olarak anlatmıştı:
“Öğleyin 6. saatte deprem oldu. Horom meydanında yer aniden büyük bir gürültü ile çınladı ve toprak yarıldı. Patrikle (Bizanslı) beraber 10.000 insan toprağa gömüldü…Antakya şehrinde fenalık yapanlar toprağın yarılması ile telef oldular…”
1082’de Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusunda komutanlık yapan bir Ermeni komutanın kısa süreli hükümranlığı altında bir kere daha sarsıldığı günü Süryani vakanüvis Mihail kaleme almıştı:
“Eylül ayında büyük bir deprem oldu. Yeryüzü şiddetle sallandı, gök altında bulunan bütün mahluklar titredi. Antakya şehri tahrip oldu. Surların 90 kulesi temelden kopup yere düştüler, surların büyük kısmı yıkıldı. Erkek kadın sayısız insan yıkılan evlerin altında can verdi…”
Sonra şehir Selçukluların eline geçti.
Ardından da Birinci Haçlı Seferleri sırasında büyük bir katliamla iki yüz yıl sürecek Latin egemenliği başladı.
Antakya 1114’de yeniden büyük bir depremle sarsıldı:
“…Bunun gibi ilahi gazap ne geçmişte ne bizim zamanımızda görülmüş, işitilmişti ve ne de kitaplarda okunmuştu. Derin bir uykuya dalmış olduğumuz sırada müthiş bir gürültü koptu ve dünya sarsıldı. Yeryüzü şiddetle titredi, kayalar yarıldı, tepeler çatladı. Dağlarla tepeler şiddetle çınladı. Dağlar canlı hayvanlar gibi ses çıkardı. Dağların sesi savaştaki ordunun sesi ile aynıydı. Her şey dalgalı deniz gibi titriyordu. Bütün ova ve dağlar, sanki bakırdanmış gibi çınladılar, ağaçlar gibi titrediler. İnsanlar ağır hasta gibi inliyordu. Her yerden haykırış sesleri duyuluyordu. Bu felaket esnasında herkes hayatından ümidini kesti ve kıyamet gününün geldiğini zannetti.”
https://www.agos.com.tr/tr/yazi/28237/ermeni-ve-suryani-tarihyaziminda-antakya-depremleri#:~:text=Halep'i%20y%C4%B1kan%201170%20depremi&text=%E2%80%9C%E2%80%A61170%20y%C4%B1l%C4%B1n%C4%B1n%2029%20Haziran',Rumlar)%20b%C3%BCy%C3%BCk%20kilisesi%20tamamen%20y%C4%B1k%C4%B1ld%C4%B1.
1269’da Memlük sultanı Baybars, şehri deprem etkisinde bir yıkımla taş üstüne taş bırakmayarak fethetti.
Tarihi şehirden geriye neredeyse hiçbirşey kalmadı.
Antakya ve Habib-i Neccar Camii yeniden bir kez daha inşa edildi.
300 yıllık Memlük egemenliğinde, 1515’de başlayan Osmanlı egemenliğinde de depremler sürdü.
Yakın tarihin en büyük depremlerinden biri 1822’de meydana geldi.
13 Ağustos 1822’deki depremde Halep ve Antakya’da 20 bin insan hayatını kaybetti.
Halep’teki Fransız konsolosluğundaki bir görevli depremi şöyle yazmıştı:
"Yeraltından sesler geldi, hemen ardından da herkesi dehşete düşüren bir sarsıntı. Kâğıda döktüğüm ayrıntılar asla gün yüzü göremeyecek; sadece babam ve bazı dostlarım o korkunç felaket sırasında ne durumda olduğumu bilsinler diye derledim bunları.…"
1853’deki depremde Habib-i Neccar Camii bir kere daha yıkıldı.
Geriye sadece minaresi kaldı. Yeniden medreseleriyle birlikte inşa edildi.
3 Nisan 1872 günü sabah 07.40’da Antakya bir kere daha depremle sarsıldı.
Rodos’tan Gazze’ye kadar hissedilen depremde şehirdeki 3000 evden 1960’ı yıkılmış, 894’ü oturulmayacak hale gelmiş ve sadece 149’u ayakta kalmıştı. Şehirdeki konsolosluk binalarından sadece İspanya Konsolosluğu ayakta kalmıştı.
Esas deprem, ilk depremden sonra gelince insanlar meydanlara çıkmış 18 bin nüfuslu şehirde ölü sayısı 500’de kalmıştı.
Depremlerle gittikçe nüfusu azalan, ihtişamını ve önemini kaybeden Antakya, 20. yüzyıla, iddiasız, yarı harabe bir şehir olarak girdi.
Ama depremlerle geçmiş iki bin yıllık tarihi tecrübesi olan Antakya, büyük bir deprem yaşamadan geçecek son 150 yılını da bir daha hiç deprem olmayacakmış gibi harcayacaktı.
Antakya ve İskenderun Sancakları, 1918-1938 yılları arasını Fransız mandası altında geçirdi.
Antakya’nın ilk imar planı da 1932 yılında Fransız şehir planlamacı Rene Danger tarafından hazırlandı. Danger, daha önce İzmir, Şam ve Beyrut için planlar hazırlamış ünlü bir isimdi.
Şehirleri etnik quarterlara bölen planları hala eleştiriliyor.
Antakya için çizdiği planda şimdiki adları Saray ve Kurtuluş olan caddeler genişledi. Şehre gelen Beyrutlu ve Fransız mimarlar Fransız tarzı kamu binaları, villalar inşa ettiler.
Antakya, Fransız mandası yıllarında. (Kasım Rifaioğlu özel arşivi)
Danger’in imar planı oryantalist, turistik ve estetik kaygılarla yapılmıştı.
Fransızlar Antakya’yı bir turizm şehri yapmak için turizm rehberleri hazırlattılar. İlk kez Princeton Üniversitesi’nden bir arkeoloji ekibi şehre davet edilerek kazılar yapıldı, çıkarılan mozaikler için bir müze tasarlandı.
Ama imar planında bir şey unutulmuştu: Antakya’nın binlerce yıllık deprem tarihi.
Rene Danger’in imar planında Asi Nehri üzerine köprüler kuruldu ve nehrin tarım arazilerinin olduğu Batı yakası imara açıldı.
6 Şubat depreminde şehrin Batı yakasında büyük bir yıkım oldu
1939’da Hatay Türkiye’ye katıldıktan sonra da yeni imar planları yapıldı.
1948, 1957, 1978, 1987’deki imar planları şehrin yapı stokunu büyütmekten başka bir işe yaramadı.
Şehirdeki binaların boyları imar planlarına aykırı olarak yükselmeye başladı.
Ama en ucuz malzemeyle: Tuzlu deniz kumuyla.
Çünkü Hatay söz konusu olduğunda deniz kumundan bol ve ucuz bir şey yoktu.
14 kilometre uzunluğuyla dünyanın en uzun sahillerinden biri olan Samandağ Sahili hemen şehrin yanı başındaydı.
Peki, bir deprem şehrinde inşaatlarda demirleri aşındıran tuzlu kum kullanılmasına devlet nasıl müsaade etmişti?
Müsaade etmeyi bırakın.
1960 ile 1990 arasında Samandağ Sahili’ndeki kumlar, inşaat şirketlerine bizzat Hatay İl Özel İdaresi tarafından ihale usulüyle satılmıştı.
Devletin 30 yıl süren kum satışı o kadar büyük boyutlara ulaşmıştı ki 1962’den 2000’lerin başına kadar Samandağ Sahili’nin 30 metre aşındığı tespit edildi.
Devlet bu satışı yaparken Samandağlı bir grup insan buna karşı yıllarca mücadele etti.
Samandağ kültürü, tarihi üzerine çalışmalarıyla tanınan İsmail Zubari ve Samandağ Çevre Koruma ve Turizm Derneği başkanı Mişel Atik o mücadeleyi veren isimlerinde arasındaydı.
Önceki gün her ikisiyle de sohbet etme fırsatı oldu.
Onların anlattıklarına göre devlet 30 yıl sonra dünyanın en güzel sahillerinden birinden kum satmaktan biraz onların mücadelesi sayesinde ama en çok da kaplumbağalar yüzünden vazgeçmiş.
Türkiye'nin Akdeniz sahillerinde düzenli olarak yuva yapan iki tür kaplumbağa yüzünden: Chelonia mydas ve Caretta caretta.
Yani Yeşil kaplumbağa ve deniz kaplumbağası.
Kaplumbağaların yuva yaptığı sahillerden biri de 14 kilometrelik Samandağ Sahili’ydi.
Şimdi adlarını herkesin bildiği bu kaplumbağalar o zamanlar kimsenin pek umurunda değildi.
Ta ki Türkiye, 80’lerin ortalarında 1976 Barcelona Akdeniz’in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgesi’nin Korunması Sözleşmesi ve 1979 Avrupa Doğal Hayatı ve Doğal Ortamların Korunmasına ilişkin "Bern Sözleşmesi"ne taraf oluncaya kadar.
Sözleşmelere taraf olan Türkiye, uzun yıllar gereğini yerine getirmemek için ayak sürttü, sahillerden kum çıkarılmaya devam edildi.
Ama Avrupa’dan gelen baskılar sonucunda 1990’lı yılların başında Samandağ Sahili’nden kum alınması yasaklandı.
Birkaç yıl kaçak olarak kum alımı sürdü ama 1996’da Samandağ merkezli Hatay’da meydana 5,5 şiddetindeki deprem ve 1999 Marmara Depremi sonra korkan müteahhitler deniz kumu kullanımını bıraktı.
Ama o zamana kadar 30 yıl boyunca bizzat devletin sattığı tuzlu kumlarla Hatay’ın bütün ilçelerinde, Antakya’da, Samandağ’da binlerce inşaatlar yapılmıştı.
Şehir Antakya’nın zemini alivyonlu tarım arazilerine doğru genişliyordu.
Asi’nin Batı yakasında yapılan o inşaatlardan birinin adı: 600 Konut sitesiydi.
S.S. Antakya Esnaf ve Sanatkarları Güzelburç Konut Yapı Kooperatifi tarafından 1998 yılında hak sahiplerine teslim edilen 600 Konut sitesinde 57 blok bulunuyordu.
Sitenin çevresinde küçük sanayi sitesi de kurulmuştu.
Aslında kooperatifin de adı olan Güzelburç, bir zamanlar Antakya merkeze bağlı Hıdırbey bucağına bağlı güzel bir köydü.
Hıdırbey’de adından da anlaşılacağı gibi Arap Alevileri çoğunluktaydı.
Biraz da aşağılamak için Arapça çiftçi anlamına gelen “Fellah” denen Arap Alevileri köylerinde çiftçilik yapıyordu.
Hatay’ın anavatana katılmasından sonra devlet Arap Alevileri, uzun süre bir iç güvenlik meselesi olarak görmeye devam etmişti.
Onlara yönelik “tehlikeli” propagandalara karşı devletin nasıl seferber olduğunun belgeleri Cumhuriyet Arşivleri’nde görülebilir.
Osmanlı’dan kalan bir gelenek olarak bunun için nüfus mühendisliği yöntemlerine de başvurulmuştu.
Bazı köyler ve beldelerin bağlı bulundukları yerler değiştirilmeye başlandı.
1948’de Armutlu köyünün Antakya belediye sınırları içine alınıp alınmamasıyla ilgili yapılan referandumda olaylar çıkmış, bir kişi hayatını kaybetmişti.
Yine 1948’de Arap Alevilerin yaşadığı Süveydiye ilçesinin Arapça orijinal adı Samandağ olarak değiştirildi.
Hıdırbey ve Harbiye bucaklarına bağlı köyler de 90’lı yılların başında sırayla küçük belde belediyelerine dönüştürüldü.
Böylece Hıdırbey ve Harbiye bucakları ortadan kaldırıldı.
Belediye yapılan köylerden biri de Güzelburç’tu.
1993 yılında belediye olmak, Güzelburç için, imara açılmak anlamına geldi. Şehre yakın boş tarlalar bir anda müteahhitlerin gözlerini parlattı.
Ama Güzelburç’un zemini tarıma elverişli ama inşaat için tehlikeliydi.
Öyle ki 2006 yılında ilçede durup dururken evlerde ve yollarda çatlaklar meydana gelmiş, Afet İşleri Genel Müdürlüğü Deprem Araştırma Dairesi ilçede incelemeler yapmıştı.
Araştırmaya göre çatlakların sebebi, Güzelburç’ta artan nüfusla yeraltı sularının çekilip kullanmasıyla toprakta oluşan boşluklardı.
http://www.sumet.com.tr/userfiles/file/Hatay%20G%C3%BCzelbur%C3%A7%20Raporu.pdf
Bu sakat zemin üzerine sanayi sitesi ve 600 Konut sitesi inşa edilmişti.
6 Şubat depreminde 600 Konut sitesinin 57 bloğu da çöktü. Sitede yaşayan 3000’den fazla insandan yüzlercesi hayatını kaybetti.
Konutlar yazan bölgede yer alan 600 konuttan geriye büyük bir enkaz kaldı.
Köyler belediye oldukça şehir bu bölgeye doğru genişlemeye başladı.
Belde belediyelerin sayısının artmasıyla inşaatlardaki patlama paralel gitti.
90’lı yıllarda Hatay’da kurulan küçük belde belediyelerinin sayısı 74’e ulaşmıştı.
Sadece Antakya’da Merkez ilçeye bağlı köylerden 8, Hıdırbey bucağına bağlı köylerden 9, Harbiye bucağına bağlı köylerden 3 belediye yapıldı.
1993’de Antakya’ya bağlı Hıdırbey bucağına bağlı iki köy de birleştirilerek Ekinci Belediyesi’ne dönüştürülmüştü.
Ekinci, adından anlaşılacağı gibi zeytin bahçelerinin olduğu tarım arazileri üzerine kurulmuştu.
Belediye o kadar küçüktü ki 2009 yerel seçimlerinde Ekinci Belediyesi’ni CHP’li Seyfettin Yeral, 1831 oyla oyların yüzde 53’ünü alarak kazanmıştı.
Ama bu az nüfuslu, küçük bütçeli belediyelere devlet büyük bir imar yetkisi vermişti.
O yetkiyle Ekinci Köyü’nde siteler ve boyları sürekli yükselen binalar yapıldı.
2011 yılında CHP’li Ekinci Belediyesi, muhtemelen belediye bütçesinden daha büyük bir bütçesi olan Antis Yapı’ya bir zeytin ağacı bahçesinde imar izni verdi.
İmar, belediye meclisinin çoğu çiftçi ve esnaf olan Meclis üyeleri tarafından onaylandı.
1990’da kurulan Antis Yapı’nın sahibi Mehmet Yaşar Çoşkun, bu imar iznini alırken Mimarlar Odası Hatay Şube Başkanı’ydı.
Çok uzun yıllardır da odanın başkanlığını yapmaktaydı. 40 yıllık bir mimardı, şehrin entelektüel sol kamuoyunun yakından tanıdığı bir isimdi.
2012 yılında yeniden Mimarlar Odası başkanı seçildiğinde yaptığı açıklamada şöyle demişti:
“Yaşanan sel felaketinden ders alınması, kentin deprem senaryosunun yazılması, deprem mastır planının yapılması gerekir.”
Antis Yapı, Karadağ’da bile şirket açmış büyük bir firmaydı.
2011 yılında inşaatına başlanan ve 2013’de açılan yeni site her zamankinden daha iddialı bir sloganla tanıtılmıştı:
“Cennetten bir kare: Rönesans Rezidans”
Rezidansın inşaatını İstanbul’dan Yapı İnşaat adlı bir inşaat firmasına yapmıştı.
Çoşkun’un gözaltına alındıktan sonra verdiği ifadesindeki şirket adı doğruysa, karşımızda büyük inşaat projeleri yapmış tecrübeli bir şirket vardı.
Dün Antakya’dan konuştuğum bir mühendis “dışarıdan bakanların kaliteli bir iş oluyor diyerek takdir ettiği bir inşaattı” diyerek hatırlıyor o günleri.
Bu güvenle de daireler yüksek fiyatlarla satıldı.
Ama Mimarlar Odası Başkanlığı yapmış, Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın “Bu arkadaşımız gerçekten idealist bir insan” dediği Çoşkun’un Rönesans Rezidansı depremde yüzlerce kişiye mezar oldu.
Üstelik sadece çevresinde ağır ve orta hasar alan apartmanlar arasındaki enkazının fotoğrafına bakmak bile ortada “idealist” olmayan bir imar olduğunu görmek için yeterliydi.
Depremden sonra Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş, imar izni için topu büyükşehir belediye kanunundan önce inşaata izin veren Ekinciler Belediyesi’ne attı. T24’e konuşan dönemin Ekinciler Belediye Başkanı Yeral ise denetim firmalarına:
“Evet ruhsatı vermiştim ama denetim benim işim değil. Çünkü bizim denetim memurumuz yoktu. Şimdi Anamur’a geldik, canımızı zor kurtardık. Aslında bütün Antakya yıkıldı. Sadece Rönesans değil ki, TOKİ binaları bile yıkıldı”
2012 yılında Büyükşehir Kanunu ile Hatay’daki 74 belediyenin sayısı 15’e düştü. Aralarında Güzelburç ve Ekinci’nin de olduğu 12 belediye kapatılarak Antakya’ya bağlı mahallelere dönüştürüldü.
Ak Partili Antakya Belediye Başkanı Lütfü Savaş, 2014’de CHP’den Hatay Belediye Başkanı seçildi. Antakya Belediyesi ise AK Parti’de kaldı.
2019 yılında görkemli bir showla açılışı yapılan Güçlü Bahçe City’yi yapan Ser-Al inşaat şirketinin sahibi Servet Altaş hem CHP’li Hatay Belediye Başkanı’na hem de AK Partili Antakya Belediye başkanına yakın bir isimdi.
2019’da Güçlü Bahçe City’yi açtığı görkemli törende 320 cmlik dev makasla Guinness Rekorlar Kitabı’na girmeye çalışırken makası tutanlar arasında Hatay Büyükşehir Belediyesi Başkanı Lütfü Savaş, Hatay Vali Yardımcısı Aydın Tetikoğlu, AK Parti Hatay Milletvekili Sabahat Özgürsoy Çelik de vardı.
Beş bloklu sitenin dört bloğu üç yıl sonra 68 kişiye mezar oldu.
Daha açılmadan yıkılan ve geriye sadece “depreme dayanaklı” tabelası kalan Fahri Öz İnşaat’a ait Altınpark Sitesi, Aksaray Mahallesi’ndeydi.
Depreme dayanıklı vurgusunun sebebi Aksaray ve yanı başındaki Emek Mahalleleri’nin 10 yıllık önce 2013 yılında “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” kapsamında Bakanlar Kurulu kararıyla “Riskli Alan” ilan edilmiş olmasıydı.
Emek ve Aksaray mahalleleri Antakya Asri Mezarlığı’nın çevresinde 40-50 yıllık binaların olduğu şehrin en yoksul mahalleriydi.
Çoğunlukla bir ve iki katlı bakımsız gecekondu binalardan oluşan mahalleler şehir merkezinde kalmıştı ve müteahhitlerin gözlerini kamaştırıyordu.
Peki buna rağmen 10 yılda neden yapılamadı?
Depremden sonra iktidara yakın gazetelerde hikayenin sadece bir yüzü öne çıkarıldı: Kentsel dönüşümü CHP’liler ve CHP’li başkan Lütfü Savaş engellemişti.
CHP’li milletvekillerinin kentsel dönüşümde kendilerine verilen haklara itiraz eden mahalle sakinleriyle toplantılar yapmışlardı.
Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş da 2019 yerel seçimleri kampanyası sırasında burada yaptığı mitingde “kentsel dönüşümün rantsal dönüşüm olduğunu” söyleyen popülist bir konuşma yapmıştı.
Ama bunlar 2013 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Riskli Bölge ilan edilen iki mahallede kentsel dönüşümün neden başarılamadığını açıklamıyor.
Çünkü bu iki mahalle riskli bölge ilan edildiğinde Antakya Belediye Başkanı AK Partili Lütfü Savaş’tı.
Ardından Antakya Belediye Başkanlığı’nı yine AK Parti kazandı.
Fakat, bu iki mahalledeki Kentsel Dönüşüm Projesi’nin Uygulama Yönetmeliği, ancak 2017 yılında hazırlanıp, Belediye Meclisi’nde kabul edildi.
Projeye göre mahalledeki evler yıkılacak ve 350 dönümlük alana toplamd 82 adet apartman dikilecekti.
2017 yılında AK Partili Antakya Belediye Başkanı İsmail Kimyeci, kentsel dönüşüm projesi için bir inşaat şirketi sahibiyle fikir alış verişi yaptığını sosyal medya hesabından duyurmuştu:
O müteahhit, depremde yaptığı Güçlü Bahçe Sitesi yıkılan Ser-Al İnşaat’ın sahibi Servet Altaş’tı.
Hatay Gazetesi yazarı Mehmet Özkoca, Eylül 2022’de 10 yıldır yapılamayan kentsel dönüşümün akıbeti için şöyle yazmıştı:
“10 yıldan bu yana Emek Aksaray kentsel dönüşüm projesinde evler yıkıldı. İnsanlar yaklaşık 2 yıldır evsiz kaldı. Yüklenici firma geldi vinçlerini kurdu ama maalesef bir hafta sonra bütün malzemeleri toplayıp kaçtı gitti çünkü para ödemesi yapılmıyor denildi.
Bir yıl içerisinde yıkılıp yapılması sözü verilen ve insanları evinden edilen bu proje niye yarım kaldı, çünkü parasızlıktan.
İnsanları evinden yerinden etmişsiniz çoğu zaten varoş olan bu mahallelerde ya emekli parasından almış ya da zor zanaat geçinen insanlar. Ne istediniz bu garibanlardan. Hayal satmayın artık. İnsanlara evlerini geri verin artık. Gariban halkın ahını almayın. Eski belediye başkanı İsmail Kimyeci ve eski bakan Özhaseki, Antakya'da milleti toplayıp bu halkın önünde şeref sözü verdiler bu projeyi bitirmek için. Ama şeref ekmek bulamazken, şerefsizler buldu. Kimi zenginler buralardan evleri ucuza kapattılar, o yüzden bu proje yapılmıyor. Kimin ahını aldıysanız. Bu garibanların ahı üzerinize olsun.”
Depremin ardından bu iki mahalle de çöktü. Onlarca insan enkazların altında kaldı.
Peki, 2400 yıllık bu uzun hikayenin sonunda Antakya’nın bir kere daha depremde yok olmasının sorumlusu kim?
Bu kez kim aslanların önüne atılmalı?
Şehri yanlış yere kuran imparator Seleucus mu? Tebliğ için bu şehri seçen havariler mi? Şehri yanlış yere doğru büyüten Fransız Mandası mı? Güvenlik kaygılarıyla şehirde nüfus mühendislikleri yaparken müteahhitler karşısında zayıf küçük belediyeler yaratan Ankara mı? 30 yıl inşaatlara tuzlu kum satan devlet mi? Müteahhitlerle mesafeyi kaybetmiş, tarihi bir şehri bir imar çöplüğüne çeviren CHP’li, AK Partili belediye başkanları mı? 10 yıl kentsel dönüşümü beceremeyen merkezi ve yerel yöneticiler, kentsel dönüşüme direnmeyi muhaliflik sananlar mı?
Eğer M.S. 117 yılında yaşasaydık hepsi aslanlara atılmak üzere Collesium’a götürülürdü.
Bu şehrin yönetenlerin 2400 yıldır adı değişmemiş, İncil’de, Kuran’da bahsedilen bir şehri yönettiklerinin farkında olmadıkları çok açık.
Tuzlu kumla yeni inşaatlar yapılmasına engel olan deniz kaplumbağaları bile Antakya’yı kurtarmak için onlardan daha çok mücadele etti.