29 yıl sonra ayıp hale gelen “ama”lar…
2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı sırasında Türkiye’de yeni bir hükümet kuruluyordu. Cumhurbaşkanı seçilen Demirel’in yerine DYP Genel Başkanlığı’na seçilen Tansu Çiller Başbakan olmuştu ama hükümeti henüz güvenoyu almamıştı.
2 Temmuz günü itibarıyla Başbakanlığa Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü vekalet ediyordu.
Olaydan bir gün sonra 3 Temmuz günü Meclis’te hükümet programı okundu.
Bütün partilerin liderleri kürsüye çıkarak program üzerine ve tabii ki önceki gün meydana gelen katliam üzerine konuştular.
Herkes yeni Başbakan Tansu Çiller’in ne diyeceğini merak ediyordu.
Çiller, o sırada henüz Refahyol’u kuran Çiller değildi, siyasetin ekonomi profesörü, laik, Atatürkçü, sarışın leydisiydi.
Yeni başbakan kürsüye çıkıp şöyle dedi:
“Değerli milletvekilleri, dün akşam, hepimizin içini yaralayan çok üzücü olaylara Sivas'ta tanık olduk. Bu olayların hemen ardından İçişleri Bakanımız buraya gitmişler, bütün güvenlik güçlerimiz orada yerini almışlar, saat 24.00'te Bakanlar Kurulumuz iki saat süren bir toplantı yapmış ve ertesi sabah erkenden, Genel Kurmay Başkanımız ve onunla birlikte Sayın Başbakan Yardımcımız, Sağlık Bakanımız ye Savunma Bakanımız buraya gitmişlerdir. Bunlardan aldığımız bilgiler, bugün itibariyle, 35 çok değerli vatandaşımızın burada hayatlarını kaybettiklerini göstermektedir. Bu, içimizde bir acıdır. Sadece onlara Allah'tan rahmet dilemiyorum, sadece ailelerine baş sağlığı dilemiyorum ve sadece Sivaslılara değil, bütün milletimize, "başınız sağolsun" diyorum. Bu çerçevede şunu da ifade etmek istiyorum : Bunun üzerine, araştırmasıyla ve devlet gücüyle, Türkiyemizin neresinde olursa olsun, her zaman büyük bir kararlılıkla gidilecektir. Bugün aldığımız bilgilerden, bu otelin yanmasında ve bu çok değerli vatandaşlarımızın hayatlarını kaybetmesinde, yakalanan bir sanık vardır. Bu, otelin sahiplerinden ve ortaklarından bir tanesidir, ilk göstergeler, bu ortağın kendisinin otelini başka nedenlerden yakmak isteği içinde olduğunu göstermektedir. Elbette, bu, burada kesilmiş bir olay olmayacaktır; bunun üstüne ve bu bilgilerin üzerine ve bu incelemelerin üzerine gidilecektir.”
Konuşma Meclis’te soğuk duş etkisi yapmıştı.
Çünkü ülkenin büyük ümitlerle seçilen ilk kadın başbakanı, bir gün önce olmuş Sivas Katliamı ile birkaç gün önce Van’da meydana gelen bir otel yangınını birbirine karıştırmıştı.
Olayla ve ülkeyle ilgisi bu düzeydeydi.
Aslında onun olayla ilgisi devletin de Sivas Katliamı ile ilgisinin düzeyini gösteriyordu.
Canlı yayında saatlerce bir otelin yanması izlenmiş, askeri birlikler kitleleri dağıtamamıştı.
Fakat bunun sebebi hep zannedildiği gibi bir derin devlet komplosu değildi.
En başta duyarsızlıktı.
Yeterli ve ciddi güvenlik önlemlerinin alınmamasının, kalabalığın güç kullanılarak dağıtılmamasının arkasında devlete, siyasetçilere ve medyaya hakim olan “ama”lar vardı.
Bunu hem o gün hem de bir hafta sonra Meclis’te tüm partilerin desteğiyle açılan Sivas olayları araştırma önergesi görüşmelerindeki “ama”lı konuşmalardan anlıyoruz.
Refah Partisi lideri olarak kürsüye çıkan Necmettin Erbakan’ın “ama”ları kimseye şaşırtıcı gelmemiş olabilir:
“Muhterem arkadaşlarım, konuşmama başlarken, her şeyden önce, kendimi, dün Sivas'ta cereyan eden müessif olayların üzerinde kısaca durmak mecburiyetinde hissediyorum. Evvela, bu müessif olaylar dolayısıyla bütün Sivaslı kardeşlerimize, bütün milletimize "geçmiş olsun" diyorum. Peşinen arz edeyim ki, bizim, hiçbir şekilde, vurmak kırmak gibi şiddetle hiçbir işin yapılamayacağına olan inancımız bellidir. Bu kabil şiddet olaylarını, hangi şart altında olursa olsun, tasvip etmemiz mümkün değildir. Ancak, Sivas'tan gelen haberlerin açıkça gösterdiği gibi, olaylar, aslında, belli bir maksatla Sivas'a gitmiş olan bir ekibin, orada, halkın, milletin inancına karşı nezaketsiz sözler sarf etmesi, halkı tahrik etmesi yüzünden meydana gelmiştir. Bu kabil dinî tezyif ve tahkirler, esasen bütün ülkelerin ceza kanunlarında da cezayı müstelzim olaylardır. Bu sebepten dolayıdır ki, olayların meydana gelmesinde asıl saik ortadadır; büyük bir tahrik yapılmıştır. Bu olayda, ilin Valisinin, dirayetli bir yönetici olarak -zaten ne maksatla gelindiği daha önceden belli olduğundan, bu kabil olayların çıkmasına imkân bulunacağını dikkate alarak basiretli bir yönetici olarak hareket etmesi lazım gelirken, toplantılara katılarak, âdeta bunları onore eder şekilde tavır takınmış olması da, üzücü ve üzerinde durulması gereken çok mühim bir husustur. Nitekim, halkın galeyanı, bir yandan bu suçun işlenmesi -yani dinî tahkir ve tezyif suçunun işlenmesi- ve böylece büyük bir tahrike karşı bir galeyan olduğu gibi, yöneticilerin davranışını da protesto mahiyetinde bir davranış olmuştur. Yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkede, halkın inancına -dünyanın hiçbir yerinde olmadığı gibi- tahrik ve tecavüz etmeye hakkı yoktur. Bu olaylar esnasında, memnuniyet verici bir cihet, olayların, asla, herhangi bir inanış farklılığından ileri gelmeyişidir; yani, bu bir Alevî - Sünnî çatışması değildir. (RP sıralarından alkışlar)”
Ama o gün ana muhalefet lideri olan ve laik kimliğiyle tanınan ANAP’ın lideri Mesut Yılmaz konuşmasında da benzer “ama”lar vardı:
“Dün Sivas'ta meydana gelen olaylar, bugün bu görüşmeleri de gölgeleyen olaylar; bize gelen bilgilere göre, ciddî surette araştırılmaya muhtaç olaylardır. O olaylarda devletin valisinin hatalı olup olmadığı ciddî surette araştırılmalıdır. Eğer -bize gelen bilgiler istikametinde- devletin valisi, yüzde 99'u Müslüman olan Türkiye'de, halkımızın dinî duygulanın rencide eden, dinî değerleriyle alay eden bir konuşmacıya karşı tepkisiz kalmışsa; milletin, o valinin devletine güvenmesini bekleyemezsiniz. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar, RP sıralarından alkışlar) Şiddetin her türüne, her ortamda, her koşulda karşıyız. Bu ülkede, fikir özgürlüğüne bizden daha saygılı, hiçbir zümreyi, hiçbir partiyi tanımıyorum. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ama, fikir özgürlüğünün halkımızın mukaddes değerleri için kullanılmasına hiçbir şekilde kayıtsız kalamayız. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)”
BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu da şöyle demişti:
“Sayın Vali, bu etkinliklere elbette müsaade edecektir; demokrasinin gereği olarak her türlü kültür faaliyetine müsaade edilebilir; ancak, Pir Sultan Abdal gibi bir şairin, halka mal olmuş olan bir kişinin kültür şenliğine, "Pir Sultan Abdal'ı tanımıyorum" diyen bir zat hangi maksatla davet edilmiştir?.. Bundan daha evvel, gitmek istediği birçok ilde, tahrik unsuru olduğu gerekçesiyle o ile girişine müsaade edilmeyen Aziz Nesin'in, bu şehre gelişi ve buradaki konuşmaları -ki, sayın sözcülerin ifade ettiği ve vaktim olmadığı için ifade edemediğim daha önceki sözleri dolayısıyla ve tahrik unsuru olduğu gerekçesiyle- bir noktada arı kovanına çomak sokmak anlamında bir davranış olmuştur. Siz, an kovanına çomağı sokarsanız, arıların sizi sokmasından şikâyetçi olamazsınız. Bunu söylerken, meydana gelmiş olan toplumsal hadiseyi, o toplumsal hadisenin sonucu olarak bir otelde meydana gelen yangını ve 36 vatandaşımızın ölümünü hoş görüyor olamam ve kesinlikle böyle bir maksadım söz konusu değildir; ama, olayların sonuçlarını yorumlamak ve yargılamak yerine, olayları başlatan sebeplere dikkat etmek mecburiyetimiz vardır. Olaylar belli bir istikamette geliştirilmiş ve bir gün önce, Müslümanların adı kullanılarak dağıtılan bildiriler de -bir noktada- tahrik unsuru olmak suretiyle, hadise, toplumsal bir cinnete dönüştürülmüştür.”
Partileri adına kürsüye çıkan DYP ve ANAP grup başkanvekillerinin “ama”ları Meclis’te tartışmalara neden olmuştu:
Metin Emiroğlu (ANAP): “Yüzde 99,5'i Müslüman olan bir toplumda, bir kişinin çıkıp şehir şehir dolaşıp düşünce hürriyeti kılıfına sığınarak, karşısındakinin dini özgürlüğüne tecavüz etmesi mümkün değildir. (ANAP, RP ve DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Çünkü, tenkit edenin düşünce özgürlüğünün sınırı, karşısındakinin din ve vicdan özgürlüğünün sınırında biter. Bu sınır, herkese hakaret etmeyi, kendisine, hiç kimseye bir hak olarak vermez. (ANAP, RP ve DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yani, bir insan karşısındakinin dinî özgürlüğüne saygı duymalı ve Müslümanlık aleyhine sözlerle onları rencide etmemelidir. Ederse ne olur?.. (DYP sıralarından "İşte böyle olur" sesleri) Hayır, dikkatinizi çekiyorum; ederse ne olur? Ederse, elbette ki, bunun karşılığı onun hayatıyla ödettirilemez; bunun karşılığı da onun hayatı değildir. Yapılanları telin ediyorum, tenkit ediyorum. Bu hadiseye bütün kalbimle çok üzüldüğümü tekrar huzurunuzda ifade etmek istiyorum. Olmaması gereken bir olaydır”
İsmail Köse (DYP):
“Onun için, burada, camiye yüklenen, camideki cemaate yüklenen, özellikle Allah'a ibadetini yapmak üzere cuma namazına girdiği bir anda, kulağının dibinde davul zurna çalmak suretiyle, onu tahrik etmek suretiyle sokağa çıkarmış olan zihniyet sahiplerini de hiçbir zaman göz ardı edemezsiniz. (MÇP ve RP sıralarından alkışlar)
Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında çeşitli düşünce sahipleri olduğunu varsayarak, maalesef, korsan yayınlarla, milleti rencide eden, milletimizi tahrip eden, yüzde 99'u Müslüman olan vatandaşlarımızı hiçe saymak suretiyle alay ederek, maalesef, parça parça da olsa, bu eser ülkemizde yayımlanmıştır. Şimdi 36 kişinin öldürülme olayını da buna bağlamak istemiyorum; ancak, bunu göz ardı ettiğiniz takdirde, sonuca varamazsınız; bundan sonraki gelişecek olayları da önleyemezsiniz. Olayların sebepleri vardır, saikleri vardır, sonuçları vardır. Yalnız sebebe dayanarak, "işte bundan dolayı olmuştur" demek de haksızlık olur; ama, bir faktördür. Bu faktörü bir tarafa iterek, yalnız Sivaslı vatandaşlarımızı mahkûm etmeye, onların, özellikle dinî düşüncelerinden. dolayı, o sade, mübarek insanları burada suçlamaya da hiç kimsenin hakkı yoktur…Bu Müslüman - Türk vatandaşlarımızı Alevî vatandaşlarımızı; komünizm rejiminin yıkılmasından sonra, ilahları Marks'ın, Lenin'in heykellerinin yerde parçalandığı" bir dönemde, elleri boş kalan eski tüfeklerin ve beş asır önce, o günkü şartlarda, devrin yöneticilerinin yapmış olduğu yanlış icraatlarından dolayı, o güzel şiirleriyle, hırçınlığıyla, yiğitliğiyle ve mertliğiyle onlara karşı çıkan Türkmen şairimiz, millî şairimiz Pir Sultan Abdal'ı kalkan yapmak suretiyle istismar etmeye kimsenin hakkı yoktur. (DYP sıralarından alkışlar) Atatürkçüyüm diyenlere bakın; toplantı başlıyor ve -hepimiz, cemiyet ve parti kongrelerinde biliyoruz- böylesine fikriyle, zikriyle, yazısıyla mücehhez olduğunu iddia eden grupları bir araya geldiği bir toplantıda Atatürk'e saygı duruşunda bulunulmaz mı; maalesef bulunulmamış. Toplantı başlarken, yalnız devrim şehitlerinin önünde saygı duruşunda bulunuluyor, Atatürk'e karşı saygı duruşu yok ve bunlar, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu Atatürk' ten, laik Türkiye'den bahsediyorlar. Değerli milletvekilleri, bu ölçüde konuşan Vali tarafsız değildir. İşte, Sivas'ta toplumun tepkisini almaya müsait bir konuşmadır bu. O vali, o toplantıda bu şekilde konuşursa, Vilayeti de taşlarlar, o vilayette 10 saat asayişi de temin edemezsiniz. (DYP ve sıralarından alkışlar, CHP aralarından gürültüler)
COŞKUN GÖKALP (Kırşehir) — 36 kişi öldü, 36 kişi cayır cayır yandı, Allah'tan korkun. Valiyi bırak, 36 ölüye gel”
O gün kürsüye çıkan Ercan Karakaş, Aydın Güven Gürkan gibi SHP’li isimler bu “ama”lı yaklaşıma tepki gösterdi, Karakaş hükümet ortağı DYP’nin İçişleri Bakanı’nı kibarca istifaya çağırdı, bazı DYP’liler de o sırada Başbakanlığa vekalet eden Erdal İnönü’nün istifasını istediler.
Ama Türkiye siyaset ortalamasının ve kendi partisinin birkaç kuşak önünde olan Erdal İnönü de Meclis’teki Sivas olayları araştırma oturumunda devletin acziyetine yönelik eleştirilere karşı kürsüye çıkıp şöyle demişti:
"Sivas'taki yangını askerler, güvenlik güçleri seyrettiler, bir şey yapmadılar" gibi bir şey söyledi.. Böyle bir şey yok. O yangına rağmen, oradaki insanları kurtarmak için güvenlik güçleri uğraşmasaydı, bugün o insanlar kurtulmuş olmazlardı. Yangından bazı insanlar kurtulamadı, doğru; ama, elbette kurtarmak için uğraşıldı ki, o insanlar kurtarıldı. Yanı söylendiği gibi, askerlerin, güvenlik güçlerinin seyrettiği şeklinde bir şey yok. Ama, milletvekillerimiz, kendi hislerini, kendi tepkilerini ifade için böyle sözler söylüyorlar. Bunların doğru olduğu hiçbir şekilde söylenemez. Abartma var, bazen yanılma var.”
Aslında siyasetçiler böyle “ama”lı düşünmekte yalnız değillerdi.
O günlerdeki medya da benzer “ama”lı manşetlerle çıkmıştı. Sadece milliyetçi, muhafazakar medya değil, laik ana akım medya da Aziz Nesin’i suçlayan manşetler atmıştı:
Üzerinden geçen 29 yılda, etrafta pek çok komplo teorisi dillendirildi ama canlı yayında izlenen bir katliamda sorumluluğu olan dönemin Başbakanı, Başbakan Yardımcısı, İçişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Jandarma Genel Komutanı ve Sivas’ta görevli askeri ve sivil yöneticilerden hiçbiri herhangi bir soruşturma geçirmedi, haklarında dava açılamadı.
Fakat 29 yılda hiç ilerleme olmadı da denemez.
Önceki gün Sivas Katliamı’nın yıldönümünde liderler mesajlar yayınladılar.
O günlerde DYP’li genç bir milletvekili olan Meral Akşener “29 yıl önce Madımak Oteli'nde, yüreğimize düşen ateşin acısı hâlâ içimizde...” dedi.
O günkü Refah Partisi’nin devamı olan Saadet Partisi “Bugün hepimizin ortak acısı #Madımak’ta yaşanan vahşetin 29. yılı! Acımızı unutmamak ve yaralarımızı kardeşlik, birlik ve beraberlikle sarmak temennisiyle hayatını kaybeden 35 vatandaşımızı rahmetle anıyoruz” mesajı yayınladı ve o günkü Sivas Belediye Başkanı genel başkan Temel Karamollaoğlu o mesajı paylaştı.
Ali Babacan “Madımak Katliamı’nda aramızdan koparılan 35 canımızı saygıyla ve rahmetle anıyorum. Devirleri daim olsun. Hem geçmişle yüzleşerek adaletin ve hakikatin izcileri olmak hem de yarınları saygı ve eşit vatandaşlık temelinde kurmak zorundayız. Bunu başaracağız”, Ahmet Davutoğlu “Madımak katliamında hayatını kaybeden canlarımızı rahmetle anıyorum. Birliğimize, kardeşliğimize kasteden tüm katliamları lanetliyorum” mesajlarıyla katliamda hayatını kaybedenleri andılar.
Hiçbir mesajda “ama”lar, “tahrik” bahaneleri yoktu.
29 yıl önce merkez medyadan, merkez siyasete kadar rahatça dillendirilen “ama”lar artık ortadan kaybolmuştu.
Türkiye, bazı alanlarda geriye de gitti ve gidiyor. Ama bazı tabular bir daha geri döndürülemeyecek bir biçimde aşılıyor.
29 yıl önceki merkez sağ siyasetçilerin arkasına sığındığı bahaneler, 29 yıl sonra ayıp hale geliyor, muhafazakar siyasetçiler amasız ve bahanesiz acılara ortak oluyorlar.
Bugünün ağır havasında da söylenmiş bazı sözler, bazı “ama”lar, arkasına sığınılmış bahaneler de 20 yıl sonra ayıp hale gelebilir.
O yüzden siyasetçiler zamanın havasına kapılırken, kitleler şimdi bunu duymak istiyor tuzağına düşerken bu örneği düşünmeli.
“Ama”lar da suça ortak olabilir.