Ağaç içinden çürür

Memleket bir “cinnet mustatili”nde kıvranıyor. “Cinnet Mustatili”, Necip Fâzıl’ın 1950’lerin başında yazdığı hapishane hatıralarıdır. Hapishanenin, dört duvar arasının delirtici havasını anlatmak için söylenmiştir. Buradan genişleyerek, ülkenin içinde bulunduğu ortamı veya algılayışı da söyler.

Söyleyen Necip Fâzıl olunca abartmanın en ileri derecesi, hatta görülmemiş olanı normaldir. Üstadın kendi başına gelen her şey en zor, neredeyse hiç yaşanmamış olandır. Yaşadığı da, yaşayacağı da öyledir. Galiba örneklik ve önderlik ettiği kesimlere de bu el değmeden ağlama onun gibilerden geçti.

Lâtifenin acılığı yanında bir gerçek var ki yolumuzu bağlıyor. Çünkü artık toslayacağımız yer dibin dibidir. Çünkü yönetenler, yön verenler fark etmese de insan kalitesinde baş aşağı gittiğimiz kesindir. Durumumuz gayet açık: Koyu bir karanlığın yolunu alkışlarla açtık. Karakterliyi-değerliyi derhal sistemin dışına atan bir mekanizmayı kurma ahmaklığıyla boğulur haldeyiz.

GELDİĞİMİZ YER

Türkiye, kaliteyi ve yetişmiş insanı sevmeyen bir kurguya esirdir. Bir seviyeyi aşanların başlarına olmadık belaların geldiği bir memlekettir. Bizde namuslu aydınlar –namussuz aydın da mı olurmuş demekte haklısınız!-, Batı’nın Ortaçağlarda yaşadıklarına benzer bir kaderin gecikmiş mahkûmlarıdır.

“Yetişmiş insan“ veya 1871’de, Sadrazam Âlî Paşa’nın ölümünden sonra kullanılmaya başlayan tabirle “Kaht-ı rical”, yani yüksek seviyede devlet adamı kıtlığı veya azlığı büyük derdimizdir. Bileni, anlayanı ve içi yananı da hayatından bezdiren sıkıştırma ağıyla çevrili bir azgınlar ordusunun ve sisteminin kıskacındayız. Yaşadıklarımıza bakınız, en sevimsiz çeşitlemeleriyle yetişmiş insandan hiç hoşlanmayan ve üstüne üstüne giderek kaçıran bir rejimdeyiz.

AÇIK KONUŞMAYA MECBURUZ

Sözü dolandıracak yerde değiliz: Erdoğan’ın aydının en çok aydınlanmışını devamlı bir “Yılanlı Kuyu”da yaşatan yönetimindeyiz. Memlekete edilen kötülüğün bundan fenasını arayan bulamaz. Bunu böyle söyleyeceğiz ki bu çıkmaz sokaktan dönebilelim.

Kıskançlık, çekememezlik ve frenklerin negatif selection dedikleri iyiyi kovma ve kötüyü seçme bir yönüyle eski hastalığımızdır. Bunu söyleyerek “Böyle gelmiş böyle gider” diyemeyiz. Yeni durumu aklayamaz ve normalleştiremeyiz. Kötülüğün kural olarak azdığı bir dönemden geçtiğimizi konuşmanın önüne set çekemeyiz. Haksızlığı, hukuksuzluğu, yağmayı, talanı lânetlemekten geri duramayız.

BENCİLLİKLE BOYALI KURNAZLIK

İletişim çağında, bencillikle boyalı kurnazlığın bu derece ağırlaşması dehşetli sonuçlar veriyor. Ayrışıyor, kamplaşıyor ve devamlı birbirimize saldırıyoruz. Kötünün, yanlışın, bozucu ve bozguncu halin hemen kabul gördüğü bir ortamı yarattık. İçerde parça parçayız. İçimiz paramparça. Kendimize yabancı, yabana götürü pazar teslim olmaya hazırız. Yarattığımız hava budur ve hâkim rengi kendine düşmanlıktır. Türk çocuğu, dışardan ne gelirse düşünmeden alıyor ve kullanıyor. Kendini, durmadan, ölçüsüzce döverken böyle çürütüyor.

Örnek yüzlerce. Biri çıkıp işadamı denemez, kadınlar da var, iş insanı demeliyiz, diyor. Kalk borusu çalınmış askerler gibi herkes dikkat kesiliyor ve bir hafta içinde bütün ülke İş insanı demeye başlıyor. Kimse doğruyu yanlışı düşünmüyor. Bütün sözlüklerde adam’ın ilk manasının zaten cinsiyetsiz şekilde insan olduğunu kimse söylemiyor. Bin yıllık bir kullanış, kültür dilinden sökülüp atılıyor.

Biri çıkıp bin yıllık “Akdeniz Adaları”, elli yıllık “Ege Adaları” tabiri yerine “Yunan Adaları” deyiveriyor. Bir haftada herkesin diline bu tabir yerleşiyor. Adalar Denizi’ni yunanlaştıran bir akılsızlık Türkiye’yi sarıyor.

Tersine örneği de söyleyelim: Otuz yıldır Azerbaycanlılara “Âzeri” denemez, onlar Türk’tür, diyoruz. Sadece Türkiye'den bazı aydınlar değil, Kuzey Âzerbaycan, Güney Âzerbaycan “Biz türküz!” diyor. 80 bin Traktör taraftarı Tebriz’den, göğüslerini doldurarak haykırıyor: “Ne Mutlu Türküm diyene!”. Yine duymuyor ve Türk’ü bölmeye ve oradakilere Âzerî demeye devam ediyoruz. Bu nasıl bir bozgun psikolojisidir?

O HİPNOZ

Bu memleket, kendine düşmanlıkta bu kadar ileri bir ruh bozgununa uğramasaydı, saydıklarımız ve daha yüzlercesine düşmezdik. Yabanı, yabancıyı, bizden olmayanı, bize düşman olanı görünüşte lanetler, gerçekte en azından sempatiyle karşılar hale gelmezdik. Türkiye’nin arayacağı kök sebep buralardadır.

Böyle bir toplumda kimsenin kimseye sevgisinden bahsedemezsiniz. Herkes bulunduğu yerde bozgundadır. Kimse rahat değildir. Yönetenlere dönersek, verdiğimiz gücü kullananın niyeti açık. Ben bu yoldan dönmem, dönemem dediği, otobanda ters yola soktuğu devlet arabası ise dehşetin derecesini düşüneceksiniz. Ve böylece tedirgin-gergin, gücü ele geçirenin insafına kaldıksa vay halimize!

Tahsin Banguoğlu’nun kitabının adıyla söyleyeyim: Kendimize Geleceğiz. Hipnozdan uyanırsak, kendimize gelmenin yolu açılır.

YORUMLAR (24)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
24 Yorum