26 Ağustos da bizim 30 Ağustos da

İnsanımızın, kimlik tartışmalarıyla kafası karıştırıldı. Okumuş, okumamış pek çok kimse kim olduğunu bilemez halde. Gün geçmiyor ki bir tür bozuculuk, bozgunculuk yaşamayalım. Tarihçilerin en sık tekrarladıkları, “Dünya tarihi Türksüz yazılamaz” sözüdür. En son Malazgirt’e bakın, Türk yurdunda aksi bir rüzgâr estirilmek isteniyor.

Olanı bilecek, olacakları düşüneceğiz. Elin adamı usta avcı. Başa, yani kimliğe, yani Türklüğe ateş ediyor. Tarih bilmez bizimkiler, bizden görünenler, yönetenlerimiz onlardan daha iştahlı. Bilmeden inandıkları, olmamış, olmayacak bir hüviyeti gerçek zannederek ortak kimliğe dönüştürmek istiyorlar. İskender Öksüz’ün Karar’da geçen haftanın Cuma ve Pazar yazıları bu can alıcı konuyu işledi. Okunmalı, anlaşılmalı ve konuşulmalıdır.

Kendi ayağımıza sıkmakta mahiriz

Türkiye’de çok bileşenli bir koalisyon, Türk kimliğine ve hâkimiyetine itirazı politika haline getirdi. Bunun için tarihten delil bulmaları gerekiyordu. Bulamazlardı. Seçtikleri tarih olayları ve kişileri üzerinden bugünle kavga et(tir)me yolunu seçtiler.

Bundan dolayı, son yılların olmayacak kimlik mühendisliği örneği meydan aldı. Zafer Haftası’nda yalan yanlış sözler ve işlerle havayı kızıştırdılar. 26 Ağustos’a itibar eder görünenler 30 Ağustos’a soğuk bakmayı kurguladılar. Onlara göre Malazgirt de başka bir Malazgirt. Yaratılmak istenen algıya göre meğer Malazgirt Türklerin zaferi değilmiş. Çünkü o orduda kimler kimler varmış. Dediklerinin hiçbiri yok da, olsa bile ne değişir? Bu ordu Türk ordusudur. Kaç unsurun bir arada bulunduğu Bizans ordusunun Bizans ordusu olduğu gibi. Egemenlik ve patronaj paylaşılmaz. Tarih bilenler için bu apaçık bir iktidar ilkesidir.

Utanıyoruz

Birkaç yıldır Malazgirt’te çok kötü düzenlenmiş, okul müsameresi gibi kimlik sulandırma törenlerine bir yenisi eklendi. Orada “Kimler kimlerle beraber”di. Erdoğan’ın konuşması başka bir felaketti. Ve skandal üstüne skandaller vardı. Ne hale geldiğimizi o sahnede en acı şekilde bir kere daha gördük.

Hâlbuki tarihi bilgilerimiz net: 26 Ağustos 1071, bu toprakların bizim olduğu, 30 Ağustos 1922, ebediyen bizim kalacağını ilan ettiğimiz tarihtir. 30 Ağustos’a ilgi göstermeyen bir Türk devlet adamı olamaz! Bunu bu açıklıkta söylemezsek tarihe, millete dostluk etmeyiz.

Gerçi bu durum geçicidir, karamsarlığa gerek yok. Düzeltmek de gayet kolaydır. Yıllardır süren cehalet eseri veya kasıtlı bozuculuklar, tarihimizi bütünüyle benimsemeyle bitme yoluna girer. İyileri çok ve şerefli bir geçmişimiz var. Tarihte iyi yaptıklarımız da vardır, kötü yaptıklarımız da. Hepsi bizimdir, bilir, sever ve iftihar ederiz. Tarihle milletle barışma böyle olur.

PROBLEM İÇERDE

Yalan-yanlış işleri sıralamaya kalksanız yorulursunuz. Geldiğimiz yer için söyleyeceğimiz apaçık bir hakikat var: Ahlaklı bir toplum değiliz. Ahlakın dövüldüğü bir kötülükler arenasına dönmüş

hayatımızda, iyiliklere ve iyilere yer bırakılmıyor. Bunu görecek ve bu netlikte söyleyeceğiz. Dönüş için başlanacak nokta da burası.

Efendiler! Tarihle oynamak başka yaz-bozlara benzemez. Kendinize göre bir tarih yazma uydurmacılığı kökten bozar.

Bir daha söylüyorum: Bunlar, düşmanların trilyon dolarlarla yapamayacakları kötülüklerdir. Bunu yapan biziz. Yani problem içerdedir. Yönetenlere bir daha hatırlatacağımız şudur: Bu kararlarında, uygulamalarında tarih yok. O mücadeleleri kazanan ve bize bu toprakları yurt edenler yok. Bilelim ki dedemiz Alparslan da, bin yıl içinde ve öncesinde gelen geçenler de, Atatürk de yok.

O MUSTAFA KEMAL Kİ..

Atatürk’ü ve yaptıklarını beğenmeyebilirsiniz. Fakat kurtarıcı rolünü ve insanüstü gayretlerini, çok yönlü dehasını inkâr edemezsiniz. O Mustafa Kemal ki, Büyük Taarruz’u Sultan Alparslan’ın Malazgirt Zaferi'ni kazandığı günde başlatmıştı. “1071'de geldik ve gitmiyoruz” demek için de o güne denk getirmişti.

Evet, 26 Ağustos aynı zamanda istiklâlimiz için son hamleyi yaptığımız büyük taarruzun başlangıç tarihidir. Atatürk’te bu tarih şuuru vardı. O, Türklüğün muazzam kudretinin en çaresiz anlarda bile ortaya çıkacağını biliyordu. İmparatorluğumuz dağılırken nasıl yetiştiğine akıl sır ermez yüksek seviyede bir asker ve sivil kadromuz vardı. Cihan Harbi’nden sonra o kadrodan kalan az sayıda insanımız, Mustafa Kemal’in önderliğinde millete sarsılmaz inançla, yorgun ve bitkin düşen halkı harekete geçirdiler ve memleketi kurtardılar. Evet, olağanüstü bir güç sağlayan o büyük tarihin çocuğu olduklarını bilmekle kurtardılar. İslamcı ve Atatürkçü görünenlerimizin belki görmediği budur.

Hâsılı, 1922 30 Ağustosunu görmezden gelen bir şuursuzluk haline müsaade edersek, nankörlüğün getireceği kayıpları önleyemeyiz. Malazgirt’in 26 Ağustos’u, Dumlupınar’ın 30 Ağustos’uyla kavga etmez. Bunu yapmak isteyenler yeni bir kimlik inşa edemezler, tutmaz. Fakat bozarlar. Bozuyorlar.

Biz, büyük tarihin çocuklarıyız. Aklımızı başımıza devşirelim!

YORUMLAR (19)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
19 Yorum