Kürt sorunu “yalnızlaştırılma sorunudur”
Doksanlı yıllardı. 28 Şubat süreci henüz devam ediyordu. Cağaloğlu’ndan eve dönüş yolunda Üsküdar vapuruna binmiştim. Elimdeki Arapça kitapları inceliyordum. Karşı koltukta yüzü bana dönük bir amca oturuyordu. Kitaplardan birini benden istedi. Biraz da tedirgin olarak kitabı verdim. Adamı da inceden inceye süzüyordum. Bıyıksız, sakalsız, o zaman ki anlayışıma göre dindarlık emareleri göstermeyen, hele hele Arapça bilmesine imkan olmayan, kim bilir belki de devlet görevlisidir diye düşündüğüm bir amca. Resmen okuyordu ve anlıyordu. “Nereden biliyorsunuz?” dedim. “Ben Gümülcineliyim, orada medresede okudum” dedi. Pat diye sordum: Niye geldiniz oralardan? Hiç unutamadığım bir cevap verdi: Sizi çok bekledik, siz gelmeyince biz geldik!
Müslüman milletlerin yüz yıllık yalnızlığının, Türkiye’ye hangi gözle bakıldığının bir özetiydi bu cevap. Aynı yalnızlığı, sınırların dışında kalan Gümülcineli Türk kadar sınırların içinde kalan Silopili Kürt de hissediyor üstelik.
Geçen cuma günü Başbakan Ahmet Davutoğlu Silopi’ye gitti ve Cuma namazını orada kıldı. Ön safta bir yaşlı amcanın yanına diz çöktü. Başbakan’ı yanı başında gören yaşlı Kürt, gözyaşları içinde “bizi yalnız bırakmayın” dedi. Sınırların içinde kalan Kürtlerin de derin bir yalnızlık çektiklerinin çarpıcı bir resmiydi bu.
Türkler bu coğrafyaya geldikleri zaman Kürtlerin durumu pek de parlak değildi. İki büyük kültür denizinin (Arap ve İran) dev dalgalarla kıyılarını dövdüğü dağlık bir adaya (Zagroslar ve civarı) sığınmış gibiydiler. O dağlardan çıkıp tarih sahnesinde varlık göstermeleri, Türklerin taze bir güç olarak bu coğrafyaya gelmeleriyle mümkün olmuştur.
Türkler de Orta Asya’dan yola çıkarak İran üzerinden Anadolu’ya geldiklerinde, İran ve Arap kültürel kibri karşısında kendilerini ezik hisseden hemen hemen savaşçılıkları dışında iddiasız bir kavim olarak bilinirlerdi. Bu yüzden aynı ezikliği hisseden Kürtlerle ilk temas kurdukları günden itibaren aralarında geleceğe yön verecek bir kaynaşma başladı. Artık yalnız değildiler. Gerçi Türkler, Kürtleri geride bırakıp Anadolu’nun batısına ve balkanlara yerleştiler ama Kürtleri hiç yalnız bırakmadılar.
Ne zaman Kürtlerin başı sıkışsa dönüp yardımlarına koştular. Çaldıran Savaşı, Safevi istilasını önlemeye dönüktü diyoruz ya. İşte o istilanın birinci hedefi Kürdistan coğrafyasıydı.
Ne olduysa 1. Dünya Savaşı’ndan sonra oldu. Aslında savaşın öncesinde geleceği gören Abdulhamid, hamidiye alaylarını kurmak suretiyle herkesin can derdine düştüğü o hengamede Kürtlerin çaresiz kalmamalarını, kendilerini savunmalarını sağladı. Hamidiye alaylarının varlığı, her biri tamamen Kürtlerin aleyhine olan bölgeye yönelik tüm planları bozdu. O can pazarında bile Türkler, Sultan Hamid’in şahsında Kürtleri yalnız bırakmadı. Kürtler bu yüzden Abdulhamid’e “Bavê Kurdan” (Kürtlerin babası) derler. Osmanlı’nın en son gününe kadar Kürtler kendilerini hiç yalnız hissetmediler.
Buna karşılık Cumhuriyet tarihini, Kürtlerin yalnız bırakılma tarihi olarak adlandırsak yeridir. Şeyh Sait bu sürecin emarelerini, Türkiye’nin İslamsızlaştırılmasına dönük adımlarının atılmasıyla birlikte görür ve Kürtlerle Türklerin ortak değerini yeniden ihya için harekete geçer ve yenilir. Şeyh Sait hareketi bir anlamda Kürtlerin yalnız bırakılma sürecine isyan hareketidir. Kürtler destek vermedi. Ama davasına inanmadıkları için değil, rakibin ortak tarih boyunca kendilerini hiç yalnız bırakmamış Türkler olmasından dolayı. Ne var ki Kürtler sonraki günlerde yalnız bırakılma olgusunu iliklerine kadar hissettiler. Şeyh Said’e destek versin vermesin bütün aşiret liderleri, şeyhler, melalar darağaçlarına, sürgünlere, zindanlara gönderilirler. Kürtler yalnız kaldılar.
Silopili Kürt, yeni Türkiye’nin Başbakanı’nı karşısında görünce işte bu yalnızlaştırma sürecinin özeti olan ifadeyi kullandı. Yeni Türkiye, Kürtleri yalnızlıktan kurtardığı oranda Gümülcineli Türk kendini güvende hissedecektir. Ya da Kürt yalnız kaldıkça Türk de yalnızlaşacaktır.
Umarım Kürt sorunu gündeme geldiği her seferinde “bu Kürtler ne istiyor?!” diye soranlar meseleyi anlamışlardır.
Not: Karar Gazetesi dünden itibaren “Bismillah” diyerek yayın hayatına başladı. Ben de salı ve pazar günleri yazacağım. Hayırlı olsun dileklerimle birlikte “Allah utandırmasın” diyorum.