Dawidoxlû Ehmed Xoce
Son kale… Başbakan Davutoğlu dün Mardin’de terörle mücadele eylem planını açıklarken özellikle bu ifadenin altını çizdi. Benim de zihnimde bir takım çağrışımlara yol açtı.
Mesela “Son Türk Devleti”… Cumhuriyet kurulduktan sonra bu kavram ileri sürüldü ve bununla Türklerin tarihte kurdukları on altı devletin sonuncusu konumunda olan Türkiye’nin önemi vurgulanmak isteniyordu. Türkler bugüne kadar on altı tane devlet kurmuşlardı, bunların her biri şu veya bu şekilde yıkılmıştı ve Türkler yine de yeni bir devlet kurmayı başarmışlardı. Bu son Türk devletiydi. Bunu gözleri gibi korumaları gerekiyordu. Çünkü bu son devlet de yıkılırsa bir daha devlet kurma şansları olmayabilirdi. Üç tarafı denizlerle dört tarafı düşmanla çevriliydi de ondan. “Son Türk Devleti” vurgusu doğal olarak bu coğrafyada yaşayan başka toplulukların kendilerini dışlanmış hissetmelerine neden oldu. Kürtler gibi bölgenin asli unsurları ise derinden derine alındılar, küstüler, kırıldılar. “Son Türk Devleti” bir anlamda devletsizlik fikrini gözlerine sokuyordu. Devletin savunulmasında, kurulmasında harcadıkları emeklerin toptan inkarı anlamına geliyordu bu tanım. Daha sonra tanımın gereği olarak bizzat varlıkları da inkar edildi.
Kemalist rejimin sıkı sıkıya sarıldığı bir eskatolojiydi bu. Varlığının devamını bu korkuya, bu, “benden sonra kıyamet” senaryosuna bağlama gereğini duyuyordu. Bunu bahane ederek de her türlü özgürlük talebini, farklılık göstergesini acımasızca eziyordu. Her muhalif girişim son Türk devletini yıkmaya dönük bir teşebbüstü. Mahmut Esat Bozkurt gibi daha açık sözlü olanlara göre Kürtler gibi Türk olmayanların bu son Türk devletinde görevleri Türk’e hizmetkarlık etmekti mesela. Yaralayıcı, kışkırtıcı, hasta bir zihin. Nitekim bedeli de ağır oldu.
Ahmet Davutoğlu Mardin’deki konuşmasında “Benim için Alparslan’ın ordusundaki bir Kürt ile Selahaddin’in ordusundaki bir Türk arasında hiçbir fark yoktur” demek suretiyle Türkiye’yi Türklerin son devleti olarak görmediğini, bölgedeki tüm milletlerin son kalesi olarak gördüğünü vurgulayarak bir anlam inkılabı gerçekleştirdi bana göre.
Mardin’deki konuşma derin bir ufuk turuydu. Sultan Alparslan’dan tutun Selahaddin-i Eyyubi’ye kadar bölgenin tarihsel kodlarına temas etti. Böylece zihninin arka planında Son kalede mukim Kürtlerle Türkleri ve diğer tüm unsurları eşit gördüğünü ortaya koydu. Türkiye’nin son kale olarak ifade ettiği anlamı açıklarken ortaya koyduğu perspektifte bu benzetmenin bir eskatolojiden ziyade bir yeniden dirilişi ifade ettiğini gösteriyordu. Sadece Türkiye’nin sınırları içinde mukim Kürtler ve Türkler açısından değil, Kutu’l amare vurgusuyla da bölgenin diğer halkları açısından da bu anlamı ifade ettiğini anlatmaya çalıştı.
Türkiye son kale olmayı hak ediyor. Hatta denebilir ki kuruluştan önceki birinci dünya savaşı koşullarında bizzat Osmanlı hinterlandında yaşayan halklar açısından daha o zamandan itibaren bu anlamı ete kemiğe büründüren bir yönelim vardı. O dönemde Balkanlar’dan, Kafkaslardan, Arap dünyasından öbek öbek insan Anadolu’ya sığınıyordu. Anadolu bu halklar için bir son kaleydi, ama Türklerin son devleti olarak değil. Çünkü Anadolu’ya bu anlamı yükleyip göç edenler sadece Türkler değildi. Balkanlardan Arnavutlar, Boşnaklar, Kafkaslardan Çerkesler, Çeçenler ve daha başkaları akın akın geliyordu. Kars’tan, Van’a, oradan Diyarbekir ve Antep’e kadar uzanan bir bölgede yaşayan Birûkî aşeriti de o günlerde Anadolu’yu bir son kale olarak bilip Rusya’dan , Kafkasya’dan gelip oraya sığınan bir Kürt aşiretidir. Şu günlerde Suriye iç savaşı nedeniyle Suriyelilerin diğer komşu Arap ülkelerinden çok Türkiye’ye yönelmeleri de bu çerçevede değerlendirilebi
Sayın Davutoğlu’nun benzetmesi Türkiye sosyolojisinin siyasal bir ifadesidir. “Türk’ün Son Devleti” olmaktan çıkıp bölge milletlerinin “son kalesi” olmaya hazırlanan Türkiye tüm kıyamet senaryolarını boşa çıkaracaktır. Bütün yüreğimle bu doğuşu selamlıyorum. Pîroz be! Birêz Dawidoxlû Ehmed Xoce!1
1 Kutlu olsun, sn. Davutoğlu Ahmed Hoca