Barış Daha İyidir
Milletlerin, medeniyetlerin kriz anlarında devreye giren kültürel, dini, tarihsel refleksleri olur. Kriz toplumu boğmak üzere iken bu refleks devreye girer ve krizin suhuletle veya az hasarla atlatılmasını sağlar ve ardından taşlar yerine oturur. Tabi eğer söz konusu millet miadını doldurmamışsa, medeniyet ölmemişse. Çok şükür milletimiz de medeniyetimiz de berhayattır.
Memleketimizin doğusunda on yıllardır bir sorun, bir kriz yaşanıyor. Son aylarda ise ölümcül bir etki göstermeye başladı. Vücudun daha az önemli bir organında ortaya çıkan kanser illetinin zamanında müdahale edilmemesinden dolayı vücudun hayati organlarına sirayet etmesi gibi bir durumla karşı karşıyayız. Kırk yıla yakındır dağlarda süren çatışma şehirlere taşınmış bulunuyor. Tam da bu noktada medeniyetimiz kendi içinden, ruhuna, tarihine, bir arada yaşama kültürüne uygun çözüm yollarını devreye sokmuş olmalıydı diyor insan. Aslında Ak Partinin iktidara geldikten sonra soruna yaklaşım tarzı itibariyle attığı adımlardan hareketle medeniyetimiz nihayet olaya el koyuyor diye düşündüm birçok kişi gibi. Ama gelişmeler gelip bu noktaya dayandı.
Peki neden bu olayın üstesinden gelemiyoruz? Neden bu illeti vücudumuzdan söküp atamıyoruz? Bağışıklık sistemimiz mi iflas etmiş? Yoksa müdahale edecek hazık cerrahlarımız mı yok? Ya da hastayı steril ortama ulaştıracak yollar mı kapalı? Medeniyetimiz hala nefes alıp verdiğine göre sorun nedir?
Sorun şu: Islahat fermanı, Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, derken tek partili sistem, her on yılda bir gerçekleştirilen kronolojik darbeler toplumun bağışıklık sistemini iflas ettirdi. Bu saydığım müdahalelerden önce saat gibi işleyen sağlıklı bir yapımız vardı demek istemiyorum elbette. O hantal yapının değişmesi gerekiyordu, ama iç dinamiklerin doğal restorasyonu şeklinde olmalıydı. Olmadı. Dış müdahale devreye girdi ve artık varlığımız her türlü mikroba, virüse açık hale getirildi.
Bu yüzden sözünü ettiğim tarihsel, kültürel ve geleneksel kurumlarımız gerekli etkiyi gösteremiyor. Hastalığa alıştırılmış vücut ilacı kaldırmıyor.
Sözü İslami çözüme getirmek istiyorum. Toplumun genetik kodlarına yönelik bu radikal müdahaleler yüzünden onun da etkisiz hale getirilmiş olmasını anlatmaya çalışıyorum. Aslında sürekli gündemdeydi. Bir gün devreye girecek ve bu meseleyi tereyağından kıl çeker gibi çözecekti. “Şeriat gelecek vahşet bitecek” sözü yetmişli yıllarda uç veren bu umudun toy gençlerin dilinde slogana dönüşmüş ifadesiydi nitekim. Hatta Ak Parti iktidarı da bu yöndeki umutları bu yüzden yeşertmişti. Ama bu iktidar sürecinde görüldü ki laikçi hoyratlık, bir gün lazım olursa eğer bu iksirin etki göstermemesi için her türlü tedbiri almış. O yüzden İslam kardeşliği ile ilgili ortaya atılan her söylem, Türk ve Kürt cenahının laikçi çeperlerinden çok sert ve yıkıcı bir tepkiyle karşılaşıyor ve etkisiz hale getiriliyor. Bu günler düşünülerek savunma refleksleri sağlam geliştirilmiş. Ak Partinin içeriden etkili bir ıslahı gerçekleştirmek üzere olduğu ve iç laikçi dinamiklerin sonsuza dek yenilecekleri ihtimali de belirince dışarıdan IŞID canavarı devreye sokuldu ve Kürt ve Türk sekülerlerine can simidi gibi yetiştirildi. İşimiz zor. Kanser illeti toplumumuzun hayati organlarına sirayet ettiği bu süreçte İslami çözümü ete kemiğe büründürememenin acısını yaşıyoruz. Kahroluyoruz. Şimdiye kadar samimiyetsiz Kemalizmin içeriden, IŞID’in de dışarıdan tükettiği bu umudumuzu yeniden yeşertmek gene de yegane çaremizdir.
İçeriden ve dışarıdan öfke pompalayan bu kuşatılmışlığa rağmen işe sulhu, barışı ikame etmekle, en azından bu yönden adımlar atmakla başlayabiliriz. “es-Sulhu Hayrun” (Barış iyidir) diyen, sonra da “hayırlı işlerde acele edin” telkininde bulunan bir dinimiz var. “Onlar barışa meylederse sen de meylet” diye teşvik edici prensipleri var medeniyetimizin.
Öfke ile dolup taştığımızı biliyorum. İntikam duyguları kan çanağına dönmüş gözlerimizi bürümüş farkındayım. Ama sosyal meselelerde işlenen suçlar sonraki nesillere devretmez, o suça sahip çıkmadıkları sürece. Savunmuyorsa bir nesil geçmişlerin yapıp ettiklerinden sorumlu tutulamazlar diyor dinimiz. “Kimse bir başkasının günah yükünü taşımaz”.
“Öfkesini yutkunanlar”… “insanları affedenler” ifadeleri eğer farklı toplumsal kümeler arasında taksim edilebilirse, bana öyle geliyor ki Kürt sorunu bağlamında Türklere dönüp “öfkenizi yutkunun”, sonra da Kürtlere dönüp “insanları affedin” demek gerekirdi diye düşünüyorum.
Çocukları asker, polis olarak ölüyor. Gencecik bedenler toprağa düşüyor. Bunlar olurken metaneti korumak o kadar kolay değil, biliyorum. Ama yukarıda işaret ettiğim fasit sistemin yarattığı Kürt mağduriyetini istismar eden bir örgütün yapıp ettiklerini kör bir öfke olarak Kürtlerin tümüne yöneltmek mevcut durumdan çok daha yıkıcıdır. Bu yüzden Türkler öfkelerini yutkunmalıdır. Türklerin adını kullanarak oluşturdukları faşist rejim çerçevesinde Kürtlere insanlık dışı işkenceler uygulayan bir sisteme duydukları kini Türklere yöneltmek de Kürtler açısından o işkenceci sistemin arzu ettiği en ağır felakete davetiye çıkarmaktan başka bir şey değildir. Kürtler bütün yaşadıklarını unutup affetmelidirler.
Bundan sonra da İslam medeniyetinin kodlarını derinden benimsemiş kadroların öncülüğündeki Ak Parti de sulh yönünde gerekli adımları atmalıdır.
Es-Sulhu Hayrun… Barış daha iyidir. Sur’da, Cizre’de, Sılopi’de, Farqîn’de Kürt mağduriyetini sorumsuzca istismar edip Kürtlerin hayatını hendeklerin gerisindeki bir cehenneme çeviren örgüte karşı namluların ucunda gerçekleştirdiği