Kartalkaya yangını bize neyi anlatıyor?
Grand Kartal…
Bolu, Kartalkaya’da 4 yıldızlı otel ve kış turizmi merkezi…
İki gün önce çıkan yangında, 79 insanımız can verdi.
İlk bakışta göze çarpan “eklektik” yapısı, alelâde cephe kaplamaları ve alçak kat yüksekliğiyle özgün bir mimari konsept ve tasarıma sahip olmadığı anlaşılan otel, oldukça eski bir tarihte, 80’lerde inşa edilmiş.
Tabanından neredeyse çatı saçaklarına kadar, iki cephesinden de silme küçük “pvc” pencerelerle dolu dış görünümünden, otelin yapım tarzında artan talebi karşılayabilmek için maksimum sayıda oda ve yatak sayısı çıkarma ve dolayısıyla olabildiğince yüksek kazanç sağlama hesabının belirleyici olduğu anlaşılıyor.
En küçük alanına kadar her noktasında kazanç getirici fonksiyonları maksimize etme çabasının göze çarptığı ve bu yönüyle hiç güven vermeyen bir yapıda; yangın ve can güvenliği gibi sistemlerin yeterli ve işlevsel olmayabileceği ve bu bağlamda bir çok temel gerekliliğin ihmal edilebilmesi doğal olarak beklenecek bir sonuçtur.
Mimari estetikten yoksun oluşu, sıradanlığı ve inşai yönden güven verici olmayan görünümüyle, medyada sıklıkla vurgulandığı gibi, hiç de yüksek oda fiyatına sahip pahalı bir otel izlenimi vermiyor.
Kültürel, teknolojik ve ekonomik gelişmişliğin küresel ölçekte yaygınlaştığı 21’inci yüzyılın başında, dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olma iddiasındaki Türkiye’de, insanımızın böyle bir yangında hiç yoktan hayatını kaybetmesi inanılır ve anlaşılabilir bir şey değildir.
2014’deki Soma maden faciasında vefat eden madenciler, düşük gelir grubundan yoksul insanlardı…
Kartalkaya yangınında hayatlarını kaybedenler ise, genel olarak yüksek gelir grubuna mensup, eğitimli ve üst sosyal sınıflardan insanlar…
Soma’da maden işletmecisinin, makul bir harcama ile gerekli güvenlik önlemlerini alabilecek iken; para kazanma hırsı ve belki karşısına çıkacak maliyetten kaçması nedeniyle, basit ihmallerin sebep olduğu patlama ve yangında 301 can gitti…
Kartalkaya’da da, yine aynı şekilde can güvenliği ve yangından korunma önlemlerinin hiçe sayılması sonucu, 79 kişi yanarak, dumandan boğularak veya kurtulma ümidiyle üst katlardan atlarken can verdi.
Kişi başına geceliği 35 bin lira (yaklaşık iki asgari ücret) olan bir otelin, düşük gelir grubuna değil, orta sınıfa bile hitap etmediğini; buradan ancak bilinçli, tuzu kuru ve yüksek gelir grubuna mensup insanların hizmet alabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
İşletmecinin cehaletini, sorumsuzluğunu, nobranlığını geçtik; orada konaklayanların bilgi, eğitim ve görgü seviyesi itibariyle can güvenliği önlemlerini, yangın riskinin giderilmesi şartlarını ve altyapının yetersizliğini doğal olarak gözlemleyebilme ve fark edebilme bilinç ve kapasitesine sahip olması beklenirdi, değil mi?
Ama öyle değil..
Azgelişmişliğin, belli risklerin varlığı halinde zengin ve fakir sınıfları eşitleyen bir yönü var.
Hızlı zenginleşme ile refahını arttıran, ancak azgelişmişliğin sistemsel açmazlarını, altyapı eksikliklerini ve temel karakteristiklerini barındıran bir ülkede; zengin veya yoksul, eğitimli veya eğitimsiz, üst veya alt sosyal sınıflardan olmak bir şeyi değiştirmiyor.
Bunun temel göstergelerinden biri, kritik durumlarda insanların çok basit ihmaller, yetersizlikler ve hatalar yüzünden ciddi zararlara uğramaları veya hiç yoktan ölmeleridir.
Bu çerçevede, ne olursanız olun, bu ülkede;
-Lüks arabanızla otoyolda son sürat giderken, kısa süre önce vukubulan bir kaza sonrası kayganlaşan zeminde emniyet önlemi alınmayan bir noktadan geçerken takla atarak veya şarampole yuvarlanarak ölebilirsiniz.
-Gece evinizin yanındaki sokakta yürürken dalgınlıkla açık bırakılmış bir rögar çukuruna düşebilirsiniz.
-Caddede yürürken tesadüfen bir balkondan kafanıza saksı düşmesi sonucu ölebilirsiniz.
-Su baskını sonrası oluşan bir su birikintisinden geçerken, elektrik direğinden sarkmış bir telden boşalan elektrik akımına kapılarak ölebilirsiniz.
Yüksek konaklama sirkülasyonuna, nitelikli müşteri profiline ve sektörde belirli bir marka algısına sahip yüksek cirolu bir otel işletmesinin; yangın alarmı ve güvenlik sistemi gibi iyice sıradanlaşmış temel bir konuda, gerekli sistem ve araçlardan tümüyle yoksun olması beklenemez ve kabul edilemez.
Açıklamaya göre, otelin iki yangın merdiveni ve “yangın sistemi yeterlilik belgeleri” mevcutmuş.
Ama bir sistemin “var” olmasıyla, “işlevsel olması” ve ihtiyaca yeterli olması aynı şey değildir.
Acil bir durumda işe yaramadıktan sonra bunların ne anlamı var?
Sonuçta Türkiye, göstermelik düzenlemeler, imtiyazlı statüler, yersiz muafiyetler, sahte yeterlilikler, şartlarına uyulmadan verilen ruhsatlar, uygulanmayan ve kişilerce uyulmayan kurallar ülkesi değil mi?
Bu bağlamda;
-Ahşap veya yerle irtibatı kesilmiş işlevsiz yangın merdivenleri,
-Boş veya miadı dolmuş yangın tüpleri,
-Acil sağlık gereçleri bulunmayan “ilk yardım çantaları,”
-Emniyet şeridinden veya kalabalık trafikte geçiş üstünlüğünden yararlanmak için fırsatçılarca kullanılan sahte ambulanslar,
-Ruhsatsız çakarlı arabalarla trafiği kesen mafya konvoyları gibi trajikomik gerçekler hepimizin malumu değil mi?
Peki bu niteliklere sahip, yüksek günlük geliri olan bir otel işletmesinde, can güvenliği ve yangından korunma önlemleri yönünden yeterli bir altyapı ve sistem kurulabilir miydi?
Pekâla kurulabilirdi…
Neden kurulmadı?
Bunun işletmeci açısından görünen ve muhtemel nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
-Açgözlülük ve doyumsuzluk
-Görgüsüzlük
-Özsaygı eksikliği
-Sorumsuzluk
-Acımasızlık
-İnsana saygısızlık
-Cezai yaptırım eksikliği
Dış faktörler, kamu otoritesinin rolü ve yetkinliği açısından ise şunlar söylenebilir:
-Sistemsizlik
-Normsuzluk, kuralsızlık
-Vurdumduymazlık
-Kollektif sorumsuzluk
-Bilgisizlik
-Denetimsizlik
-Hesap verilebilir olmayan yönetim
Elim ve dayanılmaz acılara neden olan kaza sonrasında, resmi yetkililerin ve devlet ricalinin olaya ve gelişmelere yaklaşımı ve bu çerçevede sergiledikleri tutum ve davranışlar, her zaman olduğu gibi;
-Toplumsal ve siyasi azgelişmişliğimizi,
-Öngörüsüzlüğümüzü,
-Politika ve strateji yoksunluğumuzu,
-Organizasyon ve koordinasyon yetersizliğimizi ortaya koyuyor.
Yine bu sorunlu yaklaşım çerçevesinde, her defasında olduğu gibi, siyasi temsilcilerin ve kamu yetkililerinin; olayın sebeplerine değil de sonuçlarına odaklandıklarını, yaşanan sürecin ve gelişme zincirinin son aşamasıyla oyalandıklarını ve olan bitene karşı tepkisel bir tavır sergilediklerini görüyoruz.
Görev ihmali ve sorumluluk zincirinin, sistemin örgütlenmesinden başlayarak tüm işleyiş mekanizmasını ve idari yapının tüm kademelerini kapsaması gerekir.
Oysa, benzer tüm olaylarda “bir şamar oğlanı bulma” anlayışıyla, yetki ve sorumluluk hiyerarşisinin en alt basamağındaki görevlilerin üzerine abanıyoruz. Sonuçta, kabak en alt derecedeki sorumluların başına patlıyor ve üst seviyede ihmal ve sorumluluğu olanlar işin içinden kolaylıkla sıyrılıyorlar.
Bir ülkenin ekonomik olarak zenginleşmesi, yalnızca kişi başına düşen gelir ya da lüks tüketimle değil; sağlanan refahın, altyapıya, can ve mal güvenliğine ve bunlarla ilgili sosyal ve idari normlara ne kadar yansıdığıyla ölçülebilir. Türkiye gibi hızlı ekonomik büyüme yaşayan, ancak kurumsal altyapı eksiklikleri bulunan ülkelerde bu dengesizlik, yangın örneğindeki gibi üzücü sonuçlarla ortaya çıkıyor.