Şeyh Sait bombası!
Devlet Bahçeli’nin bilinen çıkışı üzerine bir gelişme, bir yumuşama mı olacak diye beklerken, iktidarın dikkatsiz ve yargısız “kayyım” operasyonu derin bir hayal kırıklığı yarattı…
Daha önemlisi, DEM Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, şu sözleriyle bütün umutların üzerine bir ‘Şeyh Sait bombası’ attı, bütün umutları sabote etti:
“Çok iyi bilsinler ki Şeyh Saitler, Seyit Rızalar, Mazlumlar, Denizler, Sakineler ne yaptıysa Kürt halkı, Türkiye halkları da onların yaptıklarını yapacaktır!”
Hani müzakere, diyalog, demokratik yöntemler deniliyordu ya... Kandil’in ve KCK’nın bütün belgelerinde yer alan “silahlı ayaklanma” stratejini, Bakırhan bu sözleriyle bir kere daha teyit etti.
Zaten Bakırhan DEM içinde “Türkiyelileşme” akımına karşı, Abdullah Öcalan’ın bile değil, asıl Kandil’in mutemet adamlarından biridir, daima öyle olmuştur. “Sömürge” konuşmaları da vardır.
AKLIN, VİCDANIN GEREĞİ
Liberal demokrasiye inanmış hukukçu Mithat Sancar yerine Bakırhan’ın getirilmesi, Kandil’in hesaplarına denk düşüyor.
Kandil, Temmuz 2015’te, Cemil Bayık ve Bese Hozat’ın ağzından “devrimci halk savaşı” ve “halkımızın silahlanması” çağrılarıyla, Öcalan’a rağmen Çözüm Süreci’ni sabote etmişti.
Suriye’de edindikleri gücü, iktidarın da göz yummasıyla, “hendekler” kazarak Türkiye’ye taşıyabileceğini sanmışlardı.
Silahlı hareketleri devletin silahla bastırması evrensel hukukun temel ilkelerinden biridir. 25 Temmuz 2015’te devlet “hendek operasyonu”nu başlatarak PKK’nin bu iç savaş stratejisini dağıtmıştı.
Şeyh Sait isyanı da silahlı bir ayaklanmaydı. “Takrir-i Sükun” ilanıyla hem isyan bastırıldı hem bütün ülke ağır bir döneme girdi.
Silah, evet, devletin silahını getirir.
Aklın da insani hassasiyetlerin de gereği, Türkiye’nin 21. Yüzyıl’da bir “Şeyh Sait – Takrir-i Sükûn sarmalı”na kapılmasını önlemeyi gerektirir. Bu herkes için felaket olur.
FÜHRER/STALİN
Mesele terörden ibaret değildir. Temel mesele, PKK’nın, KCK modelinin Batı tipi demokrasiyi reddeden totaliter bir yapı olmasıdır.
“Demokratik Toplum Kongresi” adıyla, Aralık 2010’da Diyarbakır’da yapılan “Demokratik Özerklik” çalıştayında konuşan Cengiz Çandar ve Ahmet İnsel, önerilen özerklik sisteminin, “ütopik, totaliter, Chavez türü” bir proje olduğunu belirterek eleştirmişlerdi.
Eleştirileri, tamamen demokratik düşünceye dayanıyordu.
Liberal Kürt aydını merhum İhsan Aksoy da aynı totalitarizm eleştirisini yapmıştı. (Taraf, 28 Aralık 2009)
KCK Programının 11. maddesindeki şu ifade, Führerprinzip/Stalinizm karışımı bir rejim öngördüklerinin ifadesidir:
“Her alanda bütün halkı temsil eden önderlik kurumudur... En son karar merciidir.”
Örgüt bir alan edinebilirse, adı özerlik de olsa, böyle totaliter bir sistem kurmak isteyecektir. Silahlı milislerin sokaklarda dolaştığı, mülkiyete ve ticarete bile müdahale eden bir istem!
Milyonlarca vatandaşımız, oradan kaçmak isteyecektir.
Hiç unutmayalım, refah ve demokrasi Türkiye’nin istikbali için hayati derece önemlidir.
AKLIN YOLU
Devlet Bahçeli’nin de gerekli ilgiyi gösterdiği Sayın Ahmet Türk’ün şu sözüne herkes dikkat etmelidir:
“Kürtler de bu işin silahla çözülemeyeceğini görmeye başladı. Atılacak doğru adımlar sonucunda sıkıntı da olmaz.” (11 Ekim 2024)
Tarihin hiçbir döneminde Anadolu topraklarında bir Kürdistan sınırı olmadı. Dünyada Türkler ve Kürtler kadar iç içe geçmiş kimlikler örneği de yoktur. İster ayrılma, ister “Demokratik Özerklik” deyin, iç sınırı nasıl çizebilirsiniz? Bir tarafta kalanlardan öbürü tarafa göçler, kaçışlar, kabaracak kitle psikolojileri?..
Tarihte imparatorluklar altında iç içe yaşamış Hindularla Müslümanların araya sınır çizip iki devlet halinde ayrışması, 4 milyon ölüye, milyonlarca tahrip ve yağma olaylarına yol açmıştı.
Türkiye 1920’lerde değil. Ekonomik gelişme ve Cumhuriyet’in eşit vatandaşlık ilkesi sayesinde nüfus iç içe geçmiştir. Bir iç sınır çizerseniz kim nerede kalır?
Kürt sorunu vardır, ciddidir ve böylesine iç içe geçmiş bir nüfusta sihirli çözümü yoktur. Evvela sağ duyu, itidal lazımdır. Bakırhan gibiler tahrikçiliği bırakmalı.
İktidar yargısız kayyım atamamalı, Kürt vatanlarımızın hassasiyetlerine saygı duyduğunu davranışlarıyla göstermelidir.
Zira akıl ancak ‘makul’ zeminlerde iş yapabilir…