Otoriter kalkınma!
Dünyada otoriter popülist eğilimler yükseliyor. Piyasa ekonomisi yerine de müdahalecilik, kumanda ekonomisi gibi eğilimler güçleniyor.
Komünist Çin, dünyada da birçok yerde ‘otoriter kalkınma’ modelinin daha başarılı olabileceği düşüncesine yol açıyor.
Çin’in fevkalade başarılı bir kalkınma yolunda olduğu bellidir. Evvela “uzak doğu modeli” içinde yer aldığını hatırlamak lazım. Bu modelde Japonya ve Güney Kore bugün iktisaden de en gelişmiş demokratik toplumlardır.
İkincisi, otoriter ve totaliter rejimler, kendilerini ekonomik kalkınmaya adamışlarsa gerçekten bir süre başarılı oluyor; Stalin Rusyası gibi…
NEREYE KADAR?
Stalinist sistem, korkunç insani maliyetlerle de olsa Rusya’yı köylülükten sanayi toplumuna getirdi, ama sanayi toplumu düzeyine gelişmiş ülkelerde otoriter sistemler başarılı olamayacağı için 1960’larda durakladı, 1979’da çöktü.
- Yüzyılda Almanya ve Japonya’nın “mucizevi” kalkınması da militarist sistemle gerçekleşmişti; korkunç acılardan sonra bugün demokratik ülkelerdir.
İktisatçı Daron Acemoğlu ve James Robinson’un “Diktatörlük ve Demokrasinin Ekonomik Kökenleri” adlı akademik araştırması bu açıdan hayli aydınlatıcıdır. Yazarlar otoriter yönetimlerde de iktisadi kalkınma görüldüğünü ama belli bir düzeyden sonra otoriter kumanda kurumlarının yerine “kapsayıcı kurumlar” adını verdikleri açık kurumların gelişmesinin zorunlu olduğunu anlatıyorlar. Demokrasi ile yüksek gelir arasındaki bağlantıyı rakamlarla ortaya koyuyorlar. (Özelikle s. 77-81.)
Çin için de böyle olacaktır. Çin sistemi konusunda Fatih Oktay’ın kitabını tavsiye ederim. (İş Bankası yayınları)
Çin rejiminin özellikleri vardır. Ortadoğu diktatörlüklerinde keyfilik, kural tanımazlık yaygındır. Çin diktatörlüğü ise, yukarıdan aşağıya dayatılan, özgürlük alanı bırakmayan çok sıkı kurallar üzerine kuruludur.
Çok miktarda yabancı sermaye çekmesinin bir sebebi çok geniş pazar olması, diğer sebebi ise bu kuralların sermaye için iktisadi rasyonalizme göre düzenlenmiş olmasıdır.
ÇİN MODELİ
Fakat bütün otoriter sistemler gibi Çin de oligarşileşmiş, nihayet, Ekim 2017’de Devlet Başkanı Xi Jinping, anayasadaki 5+5 yıl görev süresini kaldırtarak eski imparatorlar gibi, Mao gibi ömür boyu mutlak egemen haline gelmiştir.
Prof. Tarık Oğuzlu, Çin totalitarizmini “Jinping’in bütün siyasi gücü şahsında toplamaya başlaması, ülkesindeki kurumların önemini aşındıran politikalar izlemesi, teknolojik imkânları devletin vatandaşlarını daha fazla gözetleyip kontrol altına alması adına mobilize etmesi” olarak tanımlıyor. (Karar, 24.3.2018)
Totaliter fakat iktisadi rasyonalizme sahip bu makine kalkınmayı sağlıyor.
Bürokrasi ve yönetimde geçerli olan “liyakat sistemi”ni güya toplumda da geçerli kılmak için “sosyal kredibilite sistemi” adıyla bütün vatandaşları fişleyen, onların hayatlarına kumanda eden Hitler-Stalin usulü bir mekanizma kurdular. Uygur Türklerine yapılan zulmün makinası, bu mekanizmadır.
Jinping ile başlayan daha sıkı totaliter yapı Çin rejiminde özgüven azalmasının işaretidir. Nitekim totaliter kumanda kurumlarının performansı düşmeye başladığı gibi iç ekonomik sorunları da büyüyor. Okumuş ve refaha ulaşmış Çinlilerin özgürlük isteği en önemli dip dalgasıdır. Otuz yıl önceki Tiananmen patlaması, hiç şüphesiz potansiyel olarak büyümektedir.
TÜRKİYE’NİN YOLU
Türkiye’nin totaliter bir tecrübe için Rusya, Çin gibi kurban edeceği milyonlarca vatandaşı olamayacağı gibi böyle bir ihtimal de kesinlikle yoktur.
Sorun, Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletinin kalitesiyle ilgilidir.
Türkiye yüz elli yıldır Batı modelini benimsemiş, siyasi kültürümüz bu yönde gelişmiştir. Sadece Tanzimatçılar ve Atatürk değil, Abdülhamid de bu görüşte idi.
Yetmiş yıldır çok partili hayata alışmış Türkiye’ye değil totaliter, otoriter bir sistem bile topluma kabul ettirilemez.
Otoriter hülyalar yerine, demokrasimizi geliştirmeye bakmalıyız.
İktisadi gelişmemizi hızlandırmak için demokrasi, kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı, Merkez Bankası’nın, YSK’nın, BDDK gibi kurumların bağımsızlığını güçlendirmekten başka yol yoktur.
Onun için “hukuk devleti” ve “kurallı piyasa” ekonomisi diyoruz.
Zira istisnasız bütün hükümetlerimiz Batı’dan sermaye getirmeye çalıştılar. Ak Parti’nin başarılı zamanları da kanunlarımızı Avrupa standartlarına uyarlayıp Batı’dan sermaye getirdiği dönemlerdi.