İktidarın ‘güven’ puanı
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ‘yeni anayasa’ hakkında yine açıklamalar yaptı. İktidarın bildik söylemini tekrarlıyor. “Tamamen vesayetçi ruhtan arındırılmış bir anayasa hedefliyoruz” diyor.
İktidarın bütün sözcüleri gibi anayasa konusunda hukukçu Adalet Bakanı da somut konuşmuyor. Mevcut anayasanın hangi maddesinde “vesayetçi ruh” var, söylemiyor.
Kuvvetler ayrılığını “ayak bağı” gören ve CB sisteminde kuvvetler birliğine yönelen iktidarın “yeni anayasa” söyleminde kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı gibi kavramlar yer almıyor!
Halbuki bir “hukuk devleti” anayasası yapılacaksa, ülkenin karakterini belirleyen maddelerden sonra, en üstün ilkelerin “kuvvetler ayrılığı” ve “hukukun üstünlüğü” ilkeleri olması lazımdır.
Zira “kuvvetler ayrılığı yoksa anayasa da yoktur!” (1789 Beyannamesi md. 16)
Kuvvetler ayrılığı yoksa; “hukukun üstünlüğü”nden de bahsedilemez.
HUKUK GÜVENLİĞİ
Hukukçu Adalet Bakanı bile anayasa konusunu anayasa hukukunun temel kavramlarıyla konuşmuyorsa ve CB sisteminde yargının bağımlılığı resmen tescil edilmişse, o iktidarın hukuk puanı ne olabilir?
Ne olduğu belli… Türkiye sistemi bakımından “hibrit ülkeler” arasında sayılıyor. Yani, evet muhalefet var, seçimler yapılıyor ama özürlükler ve yargı baskı altında… Klasik diktatörlükler de değil, bildiğimiz olgunlukta demokrasi de değil. Onun için “hibrit”, melez sistem diyorlar.
Bakan’ın başkanlık ettiği, üye çoğunluğunu da Meclis’teki iktidar blokunun belirlediği HSK, siyasi iktidarın adliye kolu gibi çalışıyor.
Sayın Bakan hiçbir itibarlı hukuk kurumunun, mesela Venedik Komisyonu’nun bir tek olumlu raporunu gösteremez.
Hatta en vahimi, bu iktidar “yargı”yı egemenlik yetkisi olarak bile görmüyor! Sorun böylesine anayasa felsefesinin reddi boyutlarındadır!
Ortada böyle ağır hukuk sorunları dururken, “yeni anayasa” söylemi güven verebilir mi? Vermiyor ve yatırım gelmemesinin önemli bir sebebi bu hukuki sorurlardır.
İKTİSADİ GÜVEN
Böyle bir durumda, para politikası ve biraz da bütçe ile sınırlı yetkilere sahip Mehmet Şimşek’in çabaları da umulan sonuçları yeterince vermiyor.
İktidar geçen on yıldaki politikalarıyla bugün “iktisadi güven” yaratamıyor. “İktisadi güven” gibi hayati derece önemli bir kavramın sadece Mehmet Şimşek’e bağlı olması bundandır.
Ekonomiyi enflasyon batağına sürükleyen, Türkiye’nin dünya ekonomisindeki payını 1980’ler seviyesine düşüren “faiz sebeptir” politikası, en önemli ve maalesef yerleşmiş bir iktisadi güvensizlik sebebi…
Merkez Bankası’nın CB Kararnamesiyle sona erdirilen bağımsızlığını geri getirecek bir kanun çıkarılmadı. Bu yüzden her an “faiz sebeptir” politikasına dönmek mümkün… Bu kaygı hala devam ediyor çünkü tek kurumsal reform yapılmadı.
Hukukta da ekonomide de yetkilerin tek elde toplanmış olması, Şimşek gelince değişmedi. Erdoğan istediği için Şimşek geldi ve Erdoğan istediği için Şimşek göreve devam ediyor.
Hukuki ve kurumsal bir güven yaratılmadı.
İşte bu yüzdendir ki, “Şimşek ayrılacak” dedikodusu piyasaları allak bullak ediyor, iktidar telaşla açıklamalar yapıyor, ‘istifa yok’ diye…
Hukuk ve ekonomi politikaları güven veren bir iktidar olsaydı piyasaların istikrarı bir tek bakana mı bağlı olurdu?
‘ÜMMETİN UMUDU’
SPK, “istifa” söylentisi hakkında suç duyurunda bulunmuş. Borsada “olağandışı fiyat ve miktar hareketlerine neden olan bu maksatlı ve yanıltıcı haberler” iddiasıyla.
Hafta sonu yapılan paylaşımlarda böyle bir kasıt olabilir mi? Habercilik maksadıyla yapılmadığını nasıl ispat edersiniz? Bu soruşturmanın ispat ettiği bir şey var ki o da iktisadi istikrarın Mehmet Şimşek’in varlığına bağlı olduğu gerçeği…
Keşke böyle olmasaydı da iktidarın ilk on yılında olduğu gibi reformist hukuk politikalarıyla, Merkez Bankası’nın bağımsızlığıyla ve kurallı piyasa ekonomi politikalarıyla iktidarın kendisi güven veriyor olsaydı.
Şimdi, hukukta ve kurumsal yapıda “kuvvetler ayrılığı… yargı bağımsızlığı… liyakat… şeffaflık…” gibi değerler yönünde esaslı reformlar yapmadıkça iktidarın güven puanını yükseltmesi kolay değil.
“Ümmetin umudu… Türkiye yüzyılı… kutlu yürüyüş” diyerek bu güveni yaratmak mümkün değil.
Onun için sadece para politikalarında değil, her alanda rasyonelleşme şart.
Benim inandığım milliyetçiliğin de gereği budur.