Ey Anayasa Mahkemesi
Anayasa Mahkemesi Başkanlığına İrfan Fidan’ın aday olması, seçimleri ise yine Zühtü Arslan’ın kazanması fevkalade önemlidir. Memleketimizde hayli zayıf olan hukuk kültürünün ve kuvvetler ayrılığı şuurunun gelişmesine katkıda bulunmak üzere, bu olan üzerinde durulmalı, tahliller yapılmalıdır.
Sayın İrfan Fidan İstanbul Başsavcıydı. İddianamelerinde “sübliminal mesaj… etki ajanı” veya “masumlaştırma çabaları” gibi hukuki olmayan, daha çok siyasî ve psikolojik kavramlar dikkat çekiyordu. AYM üyesi olunca bu kavramları bırakıvermesi, bu kavramların ne kadar hukukla ilgisiz olduğunu gösterir zaten.
Fidan, görülmedik bir hızla HSK tarafından Yargıtay üyeliğine atandı. Yargıtay’da da tek dosyaya imza atmadan, yine görülmedik bir hızla Yargıtay’daki aday seçimini kazandı ve Cumhurbaşkanınca AYM üyeliğine atandı.
Halbuki anayasanın amacı, “yüksek yargı tecrübesi” kazanmış hukukçuların AYM’ye atanmasıydı.
Fidan, AYM’de de daha kıdemli ve anayasa hukuku alanında uzmanlaşmış üyeler dururken, iki yıllık tecrübesiyle AYM başkanlığına aday oldu…
AYM BAŞKANI
İrfan Fidan’ın bizde ve demokratik ülkelerde görülmeyen bir hızla ve denetimden geçmeksizin başsavcılıktan AYM üyeliğine yükseltilmesi “teamüller”e de “kanunların ruhu”na da uymuyordu. Başkan olması AYM’nin çizgisinin değişmesi anlamına gelirdi.
AYM üyelerinin çoğunluğu “teamüller”e ve “kanunların ruhuna” yani kuvvetler ayrılığına uymayan bu görüntünün mahkemeyi yıpratmasını içlerine sindiremediler; iki dönemdir başarılı bir şekilde başkanlık yapan Prof. Dr. Zühtü Arslan’ı yeniden başkan seçtiler.
Zühtü Arslan hem akademik kariyeriyle, hem gerek Türkçe, gerek yurtdışı toplantılarda İngilizce konuşmalardaki akademik ve yargısal referanslarıyla AYM’yi en yüksel kalitede temsil etti.
Arslan’ın “Anayasa Teorisi” adlı akademik kitabı, ilk cümle olarak, Lord Acton’un “güç yozlaştırır, mutlak güç ise mutlaka yozlaştırır” vecizesiyle başlar. AYM’lerin işlevinin “sınırsız keyfi güce karşı” hukukun üstünlüğünü ve temel hak ve hürriyetleri korumak olduğunu anlatır.
Ülkemizde anayasa hukukundaki “hak eksenli yorum” tezinin önde gelen isimlerinden biridir. Son konuşmasında da yine “hak eksenli yorum” ilkesini vurguladı. (3 Ocak 1923)
Bütün kararlarında ve muhalefet şerhlerinde bu çizgiyi sürdürüyor. Elbette “hak ekseninden” sapmayan AYM üyeleri de mevcuttur.
Sayın Arslan’a yeni döneminde ve AYM’ye her dönemde “hak ekseninde” başarılar diliyorum.
AYM NEDEN VAR?
Anayasa mahkemelerinin varlık sebebi, siyasi organlar olan yürütme ve yasamanın hak ve hürriyetlere baskı yapmasını önlemektir. Temelinde kuvvetler ayrılığı vardır. Mutlaka “bağımsız”, mutlaka siyaseten “tarafsız” ve mutlaka “temel hak ve hürriyetler”e öncelik veren anayasal yargı organıdır.
Bir yargıcın ve de AYM yargıcının hukukun üstünlüğünden başka bir davası, siyasi ve ideolojik bir tarafgirliği olamaz. Onun için atamalar denetime tâbidir. Amerika’da 1987’de Başkan Reagan Yüksek Mahkeme’ye Robert Bork’u atamak istedi, aşırı bulunarak Senato’da reddedildi. Yerine saygın yargıç Anthony Kennedy'yi aday gösterdi, Senato’da iktidar ve muhalefetin oybirliğiyle onayladı… Kabaca Başkan’ların gösterdiği dört adaydan biri böyle denetime takılmaktadır.
Fransızlar 2007’de Balladour Reformu ile partili Cumhurbaşkanını ve atadığı bütün isimleri HSK’dan çıkardılar, yargıya güven artsın diye…
CB sisteminde ise Cumhurbaşkanı’nın hiçbir ataması hiçbir denetime tâbi değildir, bu bakımdan atamalarda “siyasi” faktör ağır basıyor.
YARGICIN ONURU
Fransız Anayasa Konseyi, “soykırım yasasını” fikir ve ifade hürriyetine aykırı bularak iptal etmiştir. Sarkozy’nin atadığı iki üye de iptal oyu vermişti. (28 Şubat 2012)
Yargıç, kendisini atayan makama ‘medyunu şükran’ olamaz. Yargıç sıfatı, her türlü siyasi ve şahsi şükran duygusunun, sempati ve antipatinin, dava ve ideolojinin üstündedir, çünkü görevi adalettir.
Hukuk tarihimizin büyük isimlerinden CHP’li merhum Turhan Feyzioğlu, DP’nin partizan Adalet Bakanını eleştirirken, Abdülhamid’in yargıyı her müdahaleye karşı koruyan Adalet Bakanı Abdurrahman Nurettin Paşa’yı övgüyle örnek vermişti. (Makaleler, 1957, s. 163-164)
Yargıç için en büyük onur, geride, Abdurrahman Nurettin Paşa gibi şanlı bir isim bırakarak tarihin şeref sayfasına geçmektir.
Böyle yargıçlara derin saygı duyuyorum.