Daron Acemoğlu ne diyor?
Nobel İktisat Ödülü’nü kazanan Prof. Daron Acemoğlu sade iktisat sahasında değil, ‘tarih felsefesi’ alanında da bu büyük ödülü çoktandır hak etmiş bir bilim insanıdır.
Başka örneklerinde olduğu gibi, bu ödül de Acemoğlu ile birlikte Simon Johnson ve James A. Robinson’a verildi. Çünkü ödül kazandıran eserlerde bu üç imza var.
Kendisini yürekten kutluyorum.
Aşağıda Acemoğlu’nun görüşlerinden küçük bir seçki sunacağım. Öncelikle şunu belirteyim ki, bu ödülü getiren asıl faktör, Acemoğlu’nun “kurumlar” sorununu esas alan kitap ve çalışmalarıdır.
Acemoğlu’nun hem çağımızdaki politika modelleriyle, hem iktisat tarihindeki bulgularla geliştirdiği ‘felsefe’yi şöyle özetleyebilirim: Kurumlar açık ve kapsayıcı (inclusive) ise bireylerin yetenekleri harekete geçiyor, yenilikler ortaya çıkıyor, ülke gelişiyor. Böyle değil de kurumlar kaynakları tekeline alıyor. Buna “extractive” diyor, yani kaynakları toplumdan ‘çekip alan’, kendinde, hizmetkarlarında toplayan otoriteler… Bireyleri, farklı görüş ve teşebbüsleri pasifleştiren bu hantal otorite gelişmeyi engelliyor.
Kurumlar? Devlet, resmi kurumlar, partiler, üniversiteler, şirketler…
EN ÖNEMLİ KİTAPLARI
Daron Acemoğlu bu teorisini, James Robinson’la birlikte yazdığı “Ulusların Düşüşü” adlı kitabında tarihe ve günümüzün otoriter rejimlerine uyguladı. Bireysel girişimin ortaya çıkmasına ve kaynak kullanmasına açık olan, yenilikleri bastırmayan ülkelerde ekonomi gelişti. Bu nitelikte olmayan ülkeler gelişmedi.
Çin, Rus, Bizans, eski Orta Doğu imparatorlukları ve Osmanlı böyleydi.
Avrupa’da matbaa harflerini sıradan bir demir döküm ustası yapmış, piyasa hemen geliştirmişti. Bizde fetva ve fermanla kurulmuştu, sahip çıkacak çapta bir ‘kitap piyasası’ da yoktu…
Acemoğlu yine Robinson’la yazdığı “Dar Koridor” adlı büyük eserinde; açık-özgür toplum dinamizmiyle, otoriter rejimlerle mukayese eder. Yüksek gelişmişlik seviyesi “dar bir koridor”du. Ancak “kapsayıcı” kurumlarla mümkün oluyordu.
Otoriter rejimler bir noktaya kadar gelişme sağlayabiliyor ama bilgi, beceri, yenilikçilik ve toplumsal dinamizm önem kazandıkça duraklıyorlardı. “Ufuktaki Tehlike” başlığı altında tek adam rejimlerinin “kurumların yetersiz kalmasına” sebep olarak gelişme performansını düşürdüklerini anlatırlar.
Acemoğlu’nun son kitabı, Simon Johnson ile yazdığı “İktidar ve Teknoloji, Bin yıllık mücadele” adını taşıyor. Bu üç eseri okurlarıma tavsiye ederim. (Doğan Kitap)
TÜRKİYE HAKKINDA
Acemoğlu hemen bütün acıkmalarında, Türkiye’nin 2001-2008 arasındaki büyümesini över çünkü verimlilik artışına dayalı bir büyümeydi. Sonrasını eleştirir, hatta endişelidir. Çünkü verimlilik artmamış, büyüme tüketimle ve rantla körüklenmişti.
Merkez Bankasına baskıları ve bürokraside “bizden” atamaları sürekli eleştirmişti.
7 yıl önce Koç Üniversitesi’nin Rahmi Koç Bilim Madalyası töreninde şöyle diyordu:
“2007’den beri Türkiye’deki verimlilikte artış yok. Onun yerine talep tarafından gelen bir büyüme var. Krediyle tüketim artıyor. Riskler de var. Büyümeyi bu şekilde üretkenliği arttırmadan devam ettiremeyiz. Bu büyük bir büyüme yavaşlamasına sebep olabilir… : Kutuplaşan ülkelerde belirsizlik oluyor. Kutuplaşan ülkelerde bir grup başka bir grubu bastırmaya çalışıyor. İş adamları ve yabancı sermaye korkuyor. Bunların hiçbiri ne ülkenin sosyal gelişmesine ne de ekonomik gelişmesine iyi gelen şeyler değil.
Tüketimli büyüme, yargı bağımsızlığı, kurumların zayıflaması, Batı’dan uzaklaşma… Büyüme sağlıklı olmadığı için ekonominin yavaşlama riski çok yüksek… Bir-iki yıl içinde kriz olabilir.” (24 Kasım 2016)
Acemoğlu, 2020’de kendisiyle yaptığım mülakatta “son 13 yılda, Türkiye ekonomisi büyüdü, ancak verimlilik artışı oranı sıfır veya negatif oldu” diyor, tüketim ve rantla büyümeyi ve kurumların siyasallaştırılmasını eleştiriyordu. (6 Ocak 2020)
Keşke iktidar Acemoğlu’nun ve diğer gerçek iktisatçıların 2012-13’lerde başlayan eleştirilerine kulak verseydi değil mi? Bugün kişi başı 25 bin dolara çıkabilirdik, yazık oldu kayıp yıllara.
Düşünmeliler; zamanında bu uyarılara kulak asmalarını engelleyen neydi?